Şefkat ve Şefaat
1809 yılında İstanbul’da doğan Şeref Hanım, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Osman Selâhaddin Dede’nin müridlerindendir. Şiirlerinden hareketle hiç evlenmediği anlaşılan Şeref Hanım, 1861 yılında vefat etmiş ve Mevlevîhane’nin Muhibler Kabristanı’na defnedilmiştir.
Rindâne, hakîmâne ve âşıkâne şiirlerinde bazen hüzün bazen neşe göze çarpmaktadır. Kerbelâ mersiyeleriyle tanınan Şeref Hanım’ın bir Dîvân’ı vardır.[1] Eğitim hayatına dair bir bilgi bulunmayan Şeref Hanım, şiirlerinden anlaşıldığına göre iyi bir eğitim almış; kültür ve sanat açısından zengin bir muhitte yetişmiştir.[2]
Son dîvân şairlerinden addedilen[3] Şeref Hanım’ın Peygamber Efendimiz (s.a.v.) için kaleme aldığı kaside formunda üç; mesnevî formunda bir na‘t-ı şerifi mevcuttur. Şeref Hanım’a göre şairlerin na‘t kaleme almaları, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e olan manevî nispetlerini ve muhabbetlerini gösterme gayesine matuftur:
Na‘tdan gerçi ümîd-i şu’arâ
İntisâb etmedir ey şâh sana[4]
Şeref Hanım, kaside formundaki na‘tların birinde Yâ Rasûlallah, birinde es-selâmu aleyk bir diğerinde ise efendim kafiyeleri ile şiirlerini şekillendirmiştir. Bu na‘tlardan seçilen beyitler kısa açıklamalarla yazımıza konu edilecektir.
Reng ü bûyunla virdi Hak revnak
Sahn-ı gülzâra yâ Rasûlallah
(Yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Hak senin renk ve kokunla, gül bahçelerine canlılık ve güzellik vermiştir.)
Birçok na‘t şairi gibi Şeref Hanım’a göre de Hz. Peygamber (s.a.v.) güzellik unsurlarını kendinde toplamıştır. Beyitte yaratılmışlar arasında rengi, kokusu ve görünüşüyle güzelliği en iyi anlatan çiçek unsuruna atıf yapılmıştır. Çünkü sevgiliyi sembolize etmesi hasebiyle gül, gülmekle muttasıftır.
Güle bakmak, insanı güldüren müspet, yapıcı ve onarıcı bir etkiye sahiptir. Hakk’ın ikramı dile getirilmiştir çünkü hüsn/güzellik, mutlak olarak Allah’a aittir ve bu kâinatta görünür olan bütün güzellikler, ilahî güzellik kaynağından emanettir. Revnak kelimesinin hem canlılık hem de güzellik anlamına sahip olmasından dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.), yaratılışın vesilesi olduğu gibi güzelliğin de vesilesidir.
Şeref'i itdi midhatin mecbur
Nazm-ı eş‘âra yâ Rasûlallah
(Yâ Rasûlallah! Seni övmek, beni şiir yazmaya mecbur bıraktı.)
Güzeli övmek, muhteva kadar şekil açısından da güzele yaraşır bir şekilde olmalıdır. Dolayısıyla şair Hz. Peygamber (s.a.v.)’i methetme işinde düzyazı yerine manzume yolunu tutmuş; şiirin ruha hitap eden ve güzeli betimleyebilen estetik doğasını, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i methetme işinin hizmetine sunmuştur.
Çünkü “Şiir aşkındır, çünkü şer‘ ve ‘arş kelimeleri ile aynı harflere sahiptir.”[5] Dolayısıyla insanoğlunun yücelerle irtibatını tesis eden Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hem manevî şahsiyeti hem tarihî şahsiyeti, bu yüceliğe yaraşır bir şekilde ancak şiirle bihakkın anlatılabilir.
Şefî‘-i rûz-ı cezâ nâzenîn-i yâr-i Hudâ
Emîr-i memleket-i ‘ismet es-selâmu ‘aleyk
(Ey Hüdâ’nın nazlı sevgilisi, hesap gününün şefaatçisi, ismet memleketinin emiri. Selâm sana olsun.)
Şair ilk dizede, Hz. Peygamber (s.a.v.) manevîn Allah’ın sevgilisi ve ahiretin şefaatçisi olduğunu belirtmektedir. İkinci dizede ise ismet kelimesini tevriyeli kullanmaktadır. Istılah olarak ismet, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in günahlardan korunmuşluğunu anlatmaktadır.
Şairin emîr-i memleket-i ‘ismet terkibinde ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mahşer meydanında ümmetini koruyacağına dair ümit dillendirilmektedir. Her iki anlam bir arada mütalaa edildiğinde Cenâb-ı Hak tarafından bu dünyada korunmuş olan Hz. Peygamber (s.a.v.); öbür dünyada Cenâb-ı Hakk’ın verdiği şefaat ruhsatıyla ümmetini koruyacaktır.
Kemîne bendeni kıl âsitânına dâhil
Disin fakîre gelüp devlet es-selâmu ‘aleyk
(Hakir köleni, dergâhına kabul et. Devlet gelip fakire es-selâmu ‘aleyk desin.)
Şeref Hanım’ın bu beyti, iki türlü yorumlanmaya müsaittir. İlk anlama göre şair, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in dergâhına kabul edilmeyi, ümmetinden olmayı ve kendisine Efendimiz (s.a.v.) tarafından selamla mukabele edilmesini hayal etmektedir.
Bir diğer anlama göre yukarıda geçen şefaat ümidinin de desteğiyle şair, kıyamet gününde affedilmeyi ve “Selâm size! Hoş geldiniz! Ebedî olarak kalmak üzere buyurun girin cennete!”[6] ayetindeki hitaba muhatap olmayı ümit etmektedir.
Beyitte geçen gelip devlet ifadesi; ilk anlama göre Hz. Peygamber’in ümmetine kabul edilmeyi, ikinci anlama göreyse cennete girmeyi anlatmaktadır. Bütüncül bir perspektiften bakıldığında ise cennet, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in âsitânıdır ve âsitâna kabul edilecekleri belirleme yetkisi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e aittir. Şairin bu yorumu destekleyen bir beytine göre cennet, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gelişi için süslenmiş ve türlü nimetlerle donatılmıştır:
Teşrîfin içün kıldı müzeyyen o kadar Hak
Âlâyiş ü ârâyiş-i cennetsin efendim
Ne denlü mücrim isem ümmetim amân amân
Revâ mı nâsa olam ‘ibret es-selâmu ‘aleyk
(Ne kadar günahkâr olsam da ümmetindenim. Aman diliyorum, aman. Selâm sana olsun, insanlara ibret olmam reva mıdır?)
Şair affedilmediği takdirde kıyamet gününde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ümmetinden birinin yaşayacağı mahcubiyeti biraz acziyetle biraz da siyasetle hatırlatmaktadır. Yani şaire göre, diğer ümmetlerden ve dinlerden insanların da bulunduğu bir meydanda ümmetinden birinin günahlarının açığa çıkması ve insanlara ibret olması Hz. Peygamber (s.a.v.)’i üzecektir.
Dolayısıyla şair Hz. Peygamber (s.a.v.)’in böyle bir hüzne düşmemesi için kendisine şefaat edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Beytin anlam örgüsünde Hz. Peygamber (s.a.v.)’i merkeze alan fakat şairin de işine gelen bir diğerkâmlık ve şairi merkeze alan bir af beklentisi yer almaktadır.
Zira Şeref Hanım’a göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şefaati ile affedilemeyecek günah yoktur. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şefkat deryasında çağlayan dalgalar, günah dağlarını yok edecek kudrette ve aşacak yüksekliktedir:
Kûh-ı günehim mahv olur ‘afvın ile ferdâ
Emvâc-ı himem kulzüm-i şefkatsin efendim[7]
Es-salâtü ve’s-selâmü ‘aleyke yâ şefî‘a’l-ümme.
[1] Detaylı bilgi için bk. Mehmet Arslan, “Şeref Hanım”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (Erişim: 19.08.2023).
[2] Hayatı ve şairliğine dair bazı bilgiler için bk. Ahmet Yılmaz, “Son Dîvân Şirlerimizden Şeref Hanım ve Münâcâtları”, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10/10 (2000), 201-203.
[3] Mesnevi formunda yazılmış na’t-ı şerifle ilgili yazılmış bir makale için bk. Muhammed Felat Aktan, “Hâtemü’l-Enbiyâ Aşkı, Şeref Hanım’ın Bir Na‘tının Tahlili”, Külliyat Osmanlı Araştırmaları Dergisi 13 (Nisan 2021), 19-30.
[4] Nakledilen beyit için bk. Şeref Hanım, Şeref Hanım Dîvânı, ed. Mehmet Arslan (Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2018), 381.
[5] Konu ile ilgili mütalaalar için bk. Annemarie Schimmel, Tasavvuf Notları, çev. Dilara Yabul (İstanbul: Sufi Kitap, 2018), 30-31.
[6] ez-Zümer 39/73.
[7] Nakledilen beyitler için bk. Şeref Hanım, Şeref Hanım Dîvânı, 11-15.
Hamit DEMİR
YazarBayrâmî-Melâmî geleneğinin önde gelen isimlerinden olan Hâşimî Emîr Osman, XVI. yüzyılda faaliyet yürütmüş sûfîlerdendir. Hâşimî, döneminin şartları içerisinde görüşlerini bir usûl dâiresince serdetme...
Yazar: Fatih ÇINAR
Yüce Allah’ın son mesajı Kur’ân ve son peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) ile bir kez daha yenilediği İslâm dini, bütün zamanları ve bütün coğrafyaları kuşatan evrensel bir dindir. Onun kitabı ve Peygam...
Yazar: Ali AKPINAR
Balkanların fethi sürecini başlatan Osmanlı Devleti, Balkanlarda kalıcı olabilmek için sadece siyasî ve askerî kuvvetlerin yeterli olmayacağını yakından anlamıştır. Fetihlerin kalıcılığını sağlamak, B...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Dilde tekbirle yürür nice kahraman nefer,Hudutlar ötesine başladı kutlu sefer.Rüzgârları biçerken kır atların yelesi,Hilâli selamlıyor sanki Çimpe Kalesi.Yaslandık Rumeli'nin asırlık çınarına,Kurduk o...
Şâir: Ahmet Sami BENLİ