Güzel İnsanlarla Birlikte Olmak
İslâm, herkesin kendi başına yaşayacağı ve bir başkasını umursamayacağı bir din değildir. Mutlak surette toplu olarak, bir arada yaşanması gerekir. Bir anlamda cemâat dinidir. Ferdî yapılacak ibâdetler elbette vardır, ancak bunlar inananlar bir arada olduğunda, dayanışma sergilediğinde bir anlam ifade eder.
Bunun böyle olmasının sebebi insanın zafiyetleridir, dayanışmaya muhtaç oluşudur. Bu olmadığı takdirde, üzerine gelen ve onu doğru çizgiden uzaklaştıracak etkilere karşı kendisini çoğu kez koruyamaz. Yardım edecek bir ele, rehberlik edecek iyi bir insana her zaman ihtiyaç duyar.
Hatta güzel bir çevrede Allah’ı hoşnut edecek bir hayat süren, ancak daha sonra bir şekilde bu ortamdan kopan insanlara bir bakılırsa, İslâm’ın neden bir arada yaşanması gereken bir din olduğu daha iyi anlaşılır. Kişi kendisini kontrol altında tutan ve ahlâkî bir yaşam sürmesini sağlayan cemâatten uzaklaşmaya başladığında, çevresi ve dünya hayatı ondaki mânevî değerleri yavaş yavaş törpüler.
Önce namazlarından fire vermeye başlar, daha sonra diğer nâfile ibâdetleri terk eder. Ahlâkî yaşantısında bir çöküş başlar. Bir müddet sonra bir bakarsınız ki, o insanı kaybetmişsiniz. Tamamen farklı biri oluvermiş. Artık o, yeniden kazanılması gereken biri konumuna gelmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in İslâm’ı daha rahat yaşamaları amacıyla Habeşistan’a gönderdiği grupta yer alan bazı kişilerin cemâatlerini terk etmeleri ve Habeş toplumu içinde erimeleri bunun bir örneğidir.
Bu sebepledir ki İslâm, mü’mini kendi hâline bırakmaz; dinin bir arada yaşanmasını her şeyin önüne koyar. Toplum vasıtasıyla kulu hem ahlâken güzelleştirmeye hem de kontrol altında tutmaya çalışır. Kur’ân’ın cuma namazı için bir araya toplanmayı emretmesi, Allah Rasûlü’nün beş vakit namaz için cemâate koşulmasını istemesi, haccın belli zaman diliminde Mekke’yle kayıtlanması, fakirlere zekatın verilmesi gibi mü’minleri bir araya getirmeyi hedefleyen ibâdetlerin bir amacı da imanların tazelenmesini sağlamak, inananlar arasındaki bağı kuvvetlendirmek, bir araya gelerek mutlu olmayı sağlamak ve müsbet etkileşim sağlayarak İslâm’a olan bağlılığı artırmaktır.
Güzel İnsan Faktörü
İslâm insanları bir arada tutmaya önem vermektedir ancak bu kendi kendine gerçekleşmemektedir. Her zaman için özelliği olan güzel insanlar buna öncülük etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) böyleydi. Arayış içindeki insanlar çevrelerinde gördükleri kimselerde bulamadıkları güzellikleri onda buldukları için Allah Rasûlü’nden etkilendiler ve onu sevdiler, onun gibi olmaya çalıştılar.
Dolayısıyla ashâbı ashâb yapan Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Kutlu Elçi olmasaydı onlar sıradan insanlar olarak ölüp gideceklerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onları öyle bir kıvama getirdi ki, bizler bugün ahlâkî güzelliklerin nasıl yaşanacağını onların hayatlarından öğreniyoruz.
Hatta adlarını andığımızda “radıyellahu anh” diyoruz. Onların “kutlu insanlar” olmasının temel sebebi, güzel bir insanın etrafında kenetlenmeleri ve birbirlerini hayır yolunda etkilemeleriydi. Zira Allah Rasûlü’nden gördükleri güzellikleri yaşamlarında tatbik etmişler, kendilerini her gün daha fazla geliştirmişler ve birbirlerinin eksiklerini bu çerçevede düzeltmişlerdi.
Allah Rasûlü bulunduğu coğrafyayı dönüştürdüğü gibi, gönderdiği seçkin elçilerle de civar beldeleri İslâm’a kazandırdı. Meselâ Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderdi. Allah Rasûlü biliyordu ki, Muaz gideceği muhiti dönüştürecekti. Gerçekten de öyle oldu.
Muaz, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir valisi olarak İslâm’ın nasıl bir din olduğunu ve nasıl bir mesaj sunduğunu Yemenlilere sundu. Kabîleleri gezdi ve İslâm’ı anlattı, kendisi de yaşadı. Yemen onun vesilesiyle büyük bir değişim gerçekleştirdi. Aynı şekilde Mus’ab, Allah Rasûlü Medine’ye gelmeden önce şehri onu kabul etmeye hazırlamıştı bile.
Dolayısıyla çevreyi değiştirmek ve insanları Allah ve Rasûlü’nün istediği bir yaşama döndürebilmek için insanın Muaz benzeri bir Şâh-ı Nakşbend, bir Ahmed-i Yesevî, bir Yûnus Emre, bir Hacı Bayram Velî, bir Mevlânâ Halid olması gerekir. Tarihe bakıldığında böylesi insanların bulundukları çevreye her zaman güzellik kattıkları ve halkı kaybettikleri değerlerle tekrar tanıştırdıkları görülür.
Zira onları tanıyanlar hâllerinden etkilendiler, sergiledikleri kulluktan ve çevrelerine yaydıkları mânevî atmosferden haz aldılar ve onlar gibi olmaya çalıştılar. Etraflarında müsbet etki yarattıklarından, fazla konuşmalarına da gerek kalmadı. Görenlerin, onlardan etkilenerek dine dönmelerine vesile oldular. Zira insanlar, çevrelerindeki kişilerde bulamadıkları bir takım şeyleri onlarda buluyordu.
Nefsimizin Zayıflığı
Bizlere gelince, herhâlde bir Muaz, bir Yunus, bir Hacı Bektaş Velî değiliz. Pek çoğumuz her dem ilgilenilmeye muhtacız. Her hâlükârda elimizden tutulması gerekiyor. Bir arada bulunduğumuz insanlar vesilesiyle hayatımızı Allah’ın istediği çizgide yürütebiliyoruz.
Bu vesileyle namazlarımıza dikkat ediyor, nâfile ibâdetlerle yaşamımızı süslüyoruz. Bizleri bir araya getiren sadece Allah sevgisi olduğundan ve birbirimizden bir beklenti içinde olmadığımızdan dolayı da son derece mutluyuz. Toplanıp sohbet ettiğimizde dünyadan uzaklaştığımızı, Allah ve Rasûlü’ne olan bağlılığımızın daha da arttığını hissediyoruz.
Bu güzel ortamdan bir uzaklaşacak olsak, kendimizi toparlamamız çok zor olacak, bozuk ortam bizi yavaş yavaş kendisine benzetecek. Bunun farkındayız.
İnsanları bir araya getiren, toplumun çözülmesini engelleyen ve din etrafında kenetlenmelerini sağlayan güzel kulların durumu şuna benzer: Yağmur uzun süre yağmadığı zaman kuraklık sebebiyle toprak çatlar. Küsmüşçesine aralarda boşluklar oluşur, âdetâ parçalanır.
Bu hâliyle ürün vermez, görevini yerine getiremez. Böylesine çatlamış, uçsuz bucaksız kurak araziye baktığımızda, aklımıza ilk gelen şey toprağın yağmura olan ihtiyacıdır. Yağmur yağdığında bütün bu dağınıklık gider, toprak bir bütün hâline gelir ve yeşerir.
Cemiyet de tıpkı bunun gibidir. İnsanların değerlerinden kopması ve birbirlerine yabancılaşmaya başlaması kurak araziye benzer. Toplum, bu kopuşa son verecek, tekrardan birbirine yaklaştıracak, aralarında oluşmuş olan çatlakları kapatacak ve her birini yumuşatıp yanındaki diğer parçayla birleştirecek, tekrar gerçek topluma dönüştürecek bir yağmura ihtiyaç duyar.
Bu yağmur, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yaşantısını kendi yaşantısına hâkim kılmış olan güzel insanlardır. Bu insanlar güzel bir hâle oluşturarak etraflarını cezbederler, Kur’ân ve Sünnet eksenli bir hayatın yaşanmasına vesile olurlar. Topluma kaybettiği değerleri tekrar kazandırırlar. Onların vasıflarını tek tek yazmaya gerek yoktur. Bakıldıklarında Allah hatırlanır, yanlarında bulunulduğunda insanın içine bir huzur dolar, dünyanın meşgalelerinden bir müddetliğine de olsa uzaklaşılır.
Güzel insanların etrafındaki halka içerisinde kendine yer edinenler esasında hamd makamındadırlar. Etraflarına göz gezdirdiklerinde, kendileri gibi olamayan, değerlerinden epeyce uzaklaşmış kimselere baktıklarında Allah’a hamd etmeleri gerektiğini anlarlar. İslâm’a içten bağlanmış kardeşleriyle bir araya gelmeye vesile olan bu insan sebebiyle Allah’a şükrederler. Böylece İslâm’ın cemâat olarak yaşanması gereken bir din olduğunu daha iyi kavrarlar.
Değişen Dünyanın Bizi Dönüştürmesi
Bugün aynı apartmanı paylaşan insanların birbirinden kaçmasının, yaşamın tamamen bencil bir noktaya gelmesinin, başkalarına yardım etme duygusunun körelmesinin, şahsî çıkarların öne çıkmasının ve toplumun hızlı bir şekilde nereye varacağı belli olmayan bir yozlaşmaya doğru sürüklenmesinin sebebi İslâm’ın verdiği ruhun hayattan çekilmesidir.
Din, tamamen şekilde kalan bir aksesuar konumuna gelmeye başlamış, camiler boşalmıştır. İşin kötüsü, dinden uzaklaşan insanlar kendi bulundukları yaşamı kanıksamaya başlamış ve yaşadıkları hayatın Allah’ın râzı olacağı bir yaşam olduğunu sanmaya başlamışlardır.
Gerçek Müslümanlığın ne olması gerektiği, bunu yaşayanlarca topluma sunulamadığı için de İslâmî değerler örselenmeye başlamış, İslâm’dan uzak ama İslâm olduğunu iddia eden yaşam tarzları toplumu olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır.
Hem dünyamızı hem âhiretimizi tarumar edecek bu olumsuz gidiş sebebiyle, kendimiz ve ailemiz de içinde olmak üzere toplumu tekrardan silkelendirip kendine getirecek, Kur’ân ve Sünnet etrafında kenetleyecek birlikteliklere ihtiyaç vardır. Bu birlikteliği kimler sağlayabilir derseniz, Kur’ân ve Sünnette böylesi insanların özellikleri vardır. Bu vasıflara uyan insan güzel insandır.
Enbiya YILDIRIM
YazarŞanlı Türk tarihinde İstanbul’un fethi kadar önemli bir başka dönüm noktası da Malazgirt Zaferi’dir. Bu Zafer neticesinde Anadolu bize vatan olmuştur. İslâm tarihi açısından yönetim sisteminde Müslüma...
Yazar: Kemal DEMİR
İslâm, madde ile mânâyı birlikte ele alır. İnsan beden ve ruhtan oluşmuştur. Yüce Yaratıcı, ilk insanı çamurdan önce bedenini yaratmış, ardından ona ruh vermiştir. Yani insanın maddesi önce şekillenmi...
Yazar: Ali AKPINAR
Bizim inancımıza göre, insanın yaratılış gayesi bellidir; Allah onu bir sınav için dünyaya getirmiş ve sınav sonunda alacağı puana göre âhirette hak ettiği karşılığı verecektir. Kul nereyi hak ediyors...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
- İsterseniz öncelikle Selçukluların Malazgirt’e hazırlık sürecinden başlayalım. Anadolu’yu vatan yapan o süreç nasıl başladı ve Selçuklular Malazgirt önlerine nasıl geldiler?Malumunuz, Anadolu kapıla...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ