İnsanlık Âlemine İbretlik Vaka
Ebrehe mutaassıp bir Hristiyan’dı. Bu dini yaymak için yoğun bir faaliyete geçti. Bu maksatla Sana’da, Arapça kaynaklarda Yunanca ekklessia kelimesinin Arap lisanıyla Kalis/Kulleys olarak geçen, kapıları altın ve gümüş kaplamalı, mimarlık harikası muhteşem bir kilise yaptırmış ve meşhur Belkıs Sarayı'nın kıymetli taşlarını da bu kilisenin inşasında kullanmıştı.
Binayı süslemek için Bizans İmparatorluğu’ndan mermer ve mozaik ustaları getirtti. İçini büyük masraflar sonucu altın ve gümüşle süsledi. Kalis Kilisesi’nin mozaiklerle süslü kubbesi ve mimarisi Sana'daki Yemen mimarî tarihinin en önemli şâheserlerinden biri olarak kabul edilir. Ebrehe'nin, Kâbe'ye olan teveccühü kırmak niyetiyle muhteşem bir kilise yaptırdığı Araplarca da duyulmuştu.
Ebrehe, Kinâne Kabilesi mensuplarının Sana’ya gelip kiliseyi tavaf etmelerini istedi. Ancak onların bu teklifi reddederek elçiyi öldürmeleri üzerine Kâbe’yi yıkmadıkça sonuç alamayacağını anladı ve Kâbe’nin enkazını fillerle Yemen'e taşımak için dört bin fil ve üç yüz bin Habeşli' den oluşan ordusu ile harekete geçti.
Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak istemesini hoş karşılamayan Yemen eşrafından Zûnefer adlı bir kişi topladığı kuvvetlerle Ebrehe’ye karşı çıktı, fakat yenilerek esir düştü. Zûnefer’i hapsedip yoluna devam eden Ebrehe bu defa Has’am Kabilesinden bir birlikle mücadele etti ve başlarında bulunan Nüfeyl b. Habîb el-Has’amî’yi de esir aldı. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’in dedesi Abdülmuttalib'in iki yüz devesi de dâhil, Kureyş ve Tihâmelilerin sürülerini gasp ettirdi. Bu sırada, Abdülmuttalib, Kureyş Kabilesinin reisi idi.
Ebrehe, Mekke civarına gelinceye kadar kendisine “Ebu Riğal” isimli Taifli bir hain rehberlik yaptı. Kâbe’ye giden yolu gösterdi. Bu işbirlikçi adam Mekke yakınında “Muğammes” denilen yere gelince aniden öldü. Araplar bu ölümü, yaptığı ihanetten dolayı uğursuzluk saydılar.
Ebrehe, bir elçi ile Kureyşlilere şu haberi gönderdi:
"Ben sizinle harp etmek için değil, şu mabedi yıkmak için geldim. Eğer bana karşı koymazsanız, kanınızı akıtmaktan vazgeçerim. Şayet, Kureyş Kabilesinin reisi benimle harp etmek istemiyorsa, yanıma kadar gelsin."
Kureyş Reisi Abdülmuttalib’in elçiye cevabı şu oldu: "Allah adına yemin ederiz ki, biz kendisi ile harp etmek istemiyoruz. Zaten buna gücümüz de yetmez. Yalnız, bu mabet Allah'ın evidir. Onu yıkılmaktan ancak Allah koruyabilir. O kendi mukaddes beytini muhafaza etmezse, bizde Ebrehe'yi bu hareketinden vaz geçirecek güç ve kuvvet yoktur."
Karşılıklı bu konuşmadan sonra Abdülmuttalib, elçi ile birlikte Ebrehe'nin yanına vardı. Abdülmuttalib heybetli bir görünüşe sahipti. Onu bu hâliyle gören Ebrehe, içinden kendisine karşı gayr-i ihtiyarî bir hürmet hissi duydu. Ona, şerefli bir misafir muamelesinde bulunduktan sonra, arzusunun ne olduğunu sordu.
Abdülmuttalib isteğini belirtti: "Askerlerin, iki yüz devemi almıştır. Arzum, develerimin iadesidir." Ebrehe, bundan pek hoşlanmadı ve alaylı bir tavırla, "Seni görünce büyük bir adam zannetmiştim. Konuşmaya başlayınca pek de öyle olmadığını anladım. Ben senin ve atalarının tapınağı olan Kâbe'yi yıkmaya gelmişken, sen ondan söz etmiyorsun da aldığım iki yüz deveden bahsediyorsun." diye konuştu.
Abdülmuttalib, Ebrehe'nin alaylı tavrına aldırmadan, "Ben develerimin sahibiyim. Kâbe'nin de bir sahibi ve koruyucusu vardır. Elbette onu koruyacaktır." diye karşılık verdi.
Bu sözler Ebrehe'yi hiddete getirdi ve şöyle konuştu: "Onu bana karşı kimse koruyamaz!"
Abdülmuttalib yine sözün altında kalmadı ve, "Orası beni ilgilendirmez. İşte sen ve işte O!" dedi. Karşılıklı bu konuşmalardan sonra, Ebrehe, Abdülmuttalib'in gasp edilen develerini geri verdi. Abdülmuttalib ordugâhı terk ederek Mekke'ye geldi ve olup bitenleri Kureyşlilere anlattı.
Ayrıca iki yüz deveyi de Allah için kurban etmek üzere işaretleyerek serbest bıraktı. Abdülmuttalib, ayrıca Ebrehe ordusunun şerrinden ve zulmünden korunmak için Mekke'yi boşaltmalarını halka tavsiye etti.
Kâbe’yi tahrip etmekten vazgeçmesi için yapılan teklifleri reddeden Ebrehe, ordusuna bir gün sonra hücum emrini verdi. Fakat Mina ile Müzdelife arasındaki Vâdi-i Muhassirʼe gelince filler yürümez olur. Önde bulunan büyük fil yerinden kımıldamaz oldu. Hiçbir kuvvet onu hareket ettiremedi.
Sonunda ordunun büyük bir kısmı, Kur’ân-ı Kerim’de de belirtildiği gibi akın akın gelen ve tepelerine taş yağdıran Ebâbil kuşları tarafından mahvedildi. Ebrehe canını zor kurtardı ve yaralı olarak Yemen’e döndü; kısa zaman sonra da 571 yılında öldü. Bu taşlar, kime isabet ediyorsa, onu yerle bir ediyor, Mekke’nin önü bir anda insan ve fil mezarlığına döndü. Sıska küçücük kuşlar, tonlar ağırlığındaki filleri ezip yere serdiler. Bu dehşet dolu ilâhî kudretin tahakkuk ettiği yıla “Fil Senesi” denildi.
Cenab-ı Allah, Kur'ân-ı Kerim'indeki Fîl Sûresi’nde bu hâdiseyi bize şöyle haber verir:
"Rabb’inin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine bölük bölük kuşlar gönderdi. Onlara ateşte pişirilmiş taşlar attılar. Rabb’in onları yenilmiş ekin çöplerine çevirdi.” İstilacı ordu bozguna uğrar. Kalanlar Ebrehe de içlerinde olmak üzere perişan bir vaziyette Yemen'e doğru kaçarlar. Ebrehe, bu saldırı sırasında etleri parçalanarak, çürümüş hâlde Sana'ya dönerken, Hasm Kabilesinin yaşadığı bölgede ölür.
Abdullah b. Abbas (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hânî (r.a.)’nin evinde, kuşların attığı bu taşlardan zıfar boncuğu gibi kırmızı çizgili olan bir tanesini gördüğünü, Hz. Ayşe de ordunun önünde giden filin sürücüsü ile bakıcısını kör kötürüm bir hâlde dilenirlerken rastladığını söylemiştir.
Ebrehe de büyük bir azamet ve kibirle çıktığı Yemen’e, lime lime olmuş bir bedenle, çok zelil ve perişan bir vaziyette, sürünerek dönebildi. Onun bu hâli, kibirlilerin daha dünyadayken bile rezil olduklarına dair çok açık bir ibret tablosudur. Nihayetinde dermansız bir hastalığa yakalanarak ordusu ile birlikte perişan oldu. Bu olay kıyamete kadarda ibretlik bir levha olarak tüm insanlığın hafızasında yerini alacaktır.
Fil olayı, sadece İslâm tarihinde değil, tüm dünyada eşine az rastlanır bir olaydır. Dinler arası ibretlik bir olay olması bakımından çok önemlidir. Fil olayı, adından da anlaşılacağı üzere fil ordusunun Kâbe’ye kadar gelip, orada diz çökmesi üzerine kuruludur.
Hıristiyanlığı yaymak, Kâbe’yi yıkmak isteyen Habeş ordusunun Kâbe önünde telef olması olayın özüdür. Fil olayı Mekkeliler için büyük bir olay ve mucize olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle olayın gerçekleştiği tarihi kendileri için tarihin başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Bu tarihe de "Fil Yılı" adı vermişlerdir.
Sonuç
Zulmünü iyice şiddetlendiren Ebrehe, neticede kendisinde nihayetsiz bir kuvvet ve azamet olduğu vehmine kapılmıştı. Buna mukabil Allahu Teâlâ Hazretleri onu, çöllerdeki arslan, kaplan veya zehirli yılan gibi dehşet verici güçlü mahlûklarla değil, çok güçsüz ve zayıf varlıklar olan Ebâbil kuşlarının attığı nohuttan küçük taşlarla helâk etti.
Nitekim Allahu Teâlâ Hazretleri, Firavun, Nemrut ve Câlût gibi mütekebbirleri hep onlardan küçük ve güçsüz görünen varlıklarla helâk ederek, onların hakikatte ne kadar âciz varlıklar olduklarını ve kibirlerinin manasızlığını ortaya koymuştur. Aslında güç, kuvvet ve kudret yalnız ve yalnızca Cenab-ı Allah’a aittir. Tüm mülk onundur, ezelî ve ebedî olan O’dur. O ne dilerse o olur.
Bu dünya hayatı gölgelikten başka hiçbir şey değildir. Bir hiç için benlik davası sürmek ne akılsızlıktır. Çünkü yalnız O vardır ve O’ndan gayrısı yok olmaya mahkûmdur. Nice zâlim ve akılsızlar yok olmuş, kaybolup gitmişlerdir cehennemin derinliklerine.
Allah’ın sevgili kulları, Allah dostları ise gönüllere nakşoldukları için, ömürlerini sevdiği uğruna rıza-i ilâhîyi kazanmak için sarf ettiklerinden dolayı Cenab-ı Allah da onları hem sevmiş hem de tüm âleme sevdirmiştir. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin şu beyitleri bizlere bu hakîkati ne güzel ifade etmektedir.
Hudâ’ya bin şükür biz mü’miniz Allâh’ımız vardır
Şehâdet eyleriz ancak Rasûlu’llâh’ımız vardır
(Hudâ’ya binlerce şükürler olsun ki mü’miniz, Allah’ımız vardır. Şahitlik ederiz ki Allah’ın Rasûlü vardır.)
Tahiyyât ü selâm olsun ana hem âl ü sahbına
Ki şer‘-i pâkine münkâd dil-i âgâhımız vardır
(O Peygamber’e, ailesine ve ashabına hayır dualar ve selâm olsun. Onun getirdiği temiz kanunlara boyun eğmiş, uyanık gönlümüz vardır.)
Ne derlerse desinler bîgânelerden ictinâbım yok
Harîm-i yâra mahrem dilde resm-i râhımız vardır
(İlgisiz kimseler ne derlerse desinler onlardan çekincem yok. Gönülde sevgilinin gizli ve mukaddes dairesine giden özel bir yolumuz vardır.)
Hulûsî kûy-ı yâra kazsalar mezârımız dostlar
Yolunda öldü derler başka ne günâhımız vardır
(Ey Hulûsi! Dostlar mezarımızı keşke sevgilinin semtine kazsalar, görenler onun yolunda öldü derler, başka ne günahımız vardır.)
Resul KESENCELİ
YazarTürk şiirinde fetih ruhu; yeni ülkeler alma, bütün dünyaya hâkim olma, fatihlik ideali merhum Osman Turan’ın ifadesiyle “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” tâ başlangıçtan itibaren hâkim temayüllerden b...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Müslüman hayat serüvenini boşa geçirmemelidir. Her geçen gün daha güçlü donanıma ermek, her geçen gününü özverili bir şekilde değerlendirmek durumundadır. Hayatı anlamlandırmanın ve en güçlü yaşam kal...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
İslâm kültür ve medeniyetinde ortaya çıkan tarih yazıcılığı içerisinde şehir ve bölge tarihlerinin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu alandaki eserler genellikle ele aldıkları şehir veya bölgenin coğra...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ağrı Dağı/Nuh’un GemisiAğrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevî özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahi...
Yazar: Resul KESENCELİ