Tevhîdin Sembolü: Kâbe-i Muazzama
Şiâr, sözlükte, “bir şeyin kendisine özgü niteliklerine kılavuzluk eden alâmet, nişan, sembol, parola” anlamlarına gelir. Çoğulu, şeâir olup, bir şeye alem kılınan, bir şeyle alâmetlendirilen her şeydir. Terim olarak şiâr, Allah tarafından vaz’ edilen, O’na kulluk etmeye vesîle olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibâdet, işaret ve sembollerdir.
Bu bağlamda dini şiâr, hem ibâdet mekânına ve hem de ibâdetin kendisine denilir.[1] Kur’ân-ı Kerim’de şiâr kelimesi geçmemekle birlikte Allah’a itâatin alâmetleri, nişâneleri mânâsındaki şaîre kelimesinin çoğulu olan şeâir, Allah kelimesine muzaf olarak dört yerde zikredilir.[2]
Hepsi de hac mekânları ve bu mekânlarda yerine getirilen hac amelleriyle ilgilidir. “Meşâiru’l-hac” denilen bu mekânlardan maksat, haccın beş duyu organınca görünen, hac ibâdetinin yerine getirildiği belli kutsal yerler ve bu yerlerde yapılan “a’mâlü’l-hac”dır.
İslâm’da, haccın hem mekânları ve hem de bu mekânlarda yapılan ibâdetler şeâirden kabul edilmiştir. Bu şeâirden birisi, yeryüzünde ilk yapılan[3] Kâbe-i Muazzama’dır. Hz. Âdem'e (a.s.) orada haccetmesi emredildiğinde, Cibril (a.s.) kendisine; “Senden iki bin yıl önce melekler orada haccetmişti.” demiştir.[4]
Hz. Âdem’in tavaf ettiği Kâbe’nin yeri kaybolmuştu. Yüce Allah onun yerini Hz. İbrahim (a.s.)’e göstermiş o da oğlu Hz. İsmail (a.s.) ile birlikte eski temelleri üzerinden yeniden inşâ etmişlerdi.[5] Onu tavaf etmek hac ve umre ibâdetlerinin önemli bir parçasıdır.[6] Aynı zamanda Müslümanların kıblesi olan Kâbe, İslâm’da tevhîd inancının ve ümmet birliğinin bir sembolüdür. Onun kutsallığı, sadece maddî yönüyle değil, asıl Allah’ın bir meşâirinden olmasıyladır. [7]
Yüce Allah Ka’be için “evim”[8] buyurmak suretiyle onu kendine izâfe etmiş, ona ayrı bir şan ve şeref vermiştir. Bu sebeple insanlar asırlardır hem hacca[9] ve hem de Kâbe’nin Rabb’ine kulluğu çağrılmaktadırlar.[10] Önemli bir şiâr olan Kâbe, aynı zamanda Allah’ın yüce varlığına işaret eden apaçık delillerin ve İbrahim (a.s.)’ın makamının bulunduğu bir yerdir.[11]
Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Peygamberlerin döne döne Allah’ın evini inşâ ettikleri gibi, bizler de Kâbe’nin etrafında döne döne gönül evimizi tevhîdî duyarlılıkla yeniden inşâ etmeliyiz.
Mecâzî anlamda “Allah’ın evi” olan Kâbe-i Muazzama, insanlar için bir kıyam merkezi[12] ve tevhîd inancının müşahhas bir göstergesi de kılınmıştır. Bu sebeple istikbâl-i kıble, namazın farzlarından sayılmıştır. Kur’ân’da buyrulduğuna göre, birey ve toplumların yüzlerini ve yönlerini kendisine doğru çevirdiği bir Kıble’si vardır.[13] Bu mânâda Kâbe de, mü’minlerin namaz kılarken bedenleriyle birlikte benliklerini de çevirdiği bir kıbledir/yöndür.[14]
Öte yandan Kâbe, dünya Müslümanlarının hayat tarzı olarak benimsediği İslâm’ın, mü’min gönüllerde temsili olarak soyut ve somut mânâda bir rol kazandırılan kutsal mekânın adıdır. Onun kutsallığı, Allah’ın bir işareti olmasından dolayıdır.[15]
Güven mahalli olan Kâbe, Rahman’ın misafirlerinin ibâdet ettikleri bir mekân olmasıyla birlikte bir bereket ve mecâzî anlamda hidâyet kaynağıdır.[16] Sözlükte ‘mübârek’ sözcüğü, artmak ve çoğalmak anlamlarına gelir. Mekke’nin ‘mübarek’ vasfıyla anılması, mânevî anlamda Kâbe’de yapılan ibâdetlerin sevabının bol olmasına bir işaret olduğu gibi Mekke ehlinin ve ziyaretçilerinin maddî anlamda servetlerinin bereketlenmesi mânâsına da gelir.
Çünkü İbrâhim (a.s)’ın Mekkeliler ve Mekke’ye ibâdet etmek maksadıyla gelenler hakkında bereket duâsı vardır.[17] Bu sebeple hac ve umre yapmak için Mekke’ye gelen Müslümanlar hem maddî ve hem de mânevî açıdan büyük bereketlere gark olmaktadırlar. Yüce Allah Kâbe’nin hürmetine fakirleri zengin kılmaktadır. O’nun Ganî oluşu karşısında herkes fakirdir.
İslâm’da hac ve umre ibâdetlerinin yapılışına mekân teşkil eden Kâbe, aynı zamanda evrensel İslâm kardeşliğinin sergilendiği birlik platformudur. Onun için Yüce Allah İslâm birliğini sağlasınlar diye biz Müslümanları her sene hacca ve umreye davet ediyor.
Bu açıdan Kâbe ve tavaf, çoklukta birlik düşüncesinin sembol ismi olmuştur. Hayatının bir bölümünde siyah ırka mensup olmakla övünen ve beyaz ırka derin öfke besleyen Amerikalı Malcolm X (ö. 1965)’in hidâyet öyküsünde Kâbe’nin bu yönü, çok güzel dile getirilir. O, kendi adını taşıyan ‘Malcolm X’ adlı eserde bu değişimi şöyle anlatır:
“Hacca gitmek, görüş açımı alabildiğine genişletmiştir. Hac ibâdeti, benim rûhuma yeni bir İslâm anlayışı yükledi. Kutsal beldede geçirdiğim iki hafta içerisinde, Amerika’da geçirdiğim 39 yıl boyunca hiç rastlamadığım şeylere şahit oldum. Bütün ırkları, bütün renk tonlarıyla tanıdım.
Kâbe’de, ırk ve renk ayrımcılığının olmadığı gerçek kardeşlik anlayışını gördüm. Gerçek İslâm bana göstermiştir ki, beyazların tümünü birden bir kalemde silip atmak çok yanlış bir zihniyetmiş. İslâm’da Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğünün olmadığını, üstünlüğün ancak takvâda olduğunu öğrendim. Eğer haccın rengârenkliği, mânevî cephesi bütün bir dünyaya yeterince duyurulabilirse ve gereği gibi anlatılırsa, İslâm’ı din olarak seçenlerin sayısı, en azından iki-üç misli daha artacaktır.”[18]
Amerikalı Müslüman Malcolm X’in de anlattığı gibi Kâbe’nin şahsında hac ibâdeti, her türlü dil, mezhep, renk farklılığının ‘ümmet’ kalıbında eridiği bir mânevî atmosferin adıdır. Bugün İslâm topraklarında emperyalist güçler, Müslümanların etnik ve mezhepsel farklılıklarını istismar etmek suretiyle birbirlerine düşürmeye çalışıyorlar. Bu sebeple hac kongresi etnik ve mezhepsel hastalıkların tedavisinde iyi bir fırsattır.
Sonuç olarak, hac ibâdetinin mihverini oluşturan Kâbe-i Muazzama, tevhîdin bir sembolüdür. Müslümanların birliğinin ve dirliğinin yegâne simgesidir. Kâbe bir güneşse, onu tavaf eden Müslümanlar gökteki yıldızlar gibidir. Bu kozmik harekete katılan insanlar ümmetin birliğini ve gücünü temsil etmektedirler.
Mekke’ye hac farîzasını ve umre ibâdetini yapmak için giden her Müslüman, yaşadığı coğrafyalardaki Müslümanların gönüllü temsilcisidir. Esas olan, fizikî Kâbe ile gönül Kâbe’sinin koordinatlarını iyi kurmaktır. İşte o zaman Kâbe’nin yol göstericiliği anlaşılmış olacaktır.
[1] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut, h. 1300, IV, 413.
[2] Bkz. 2/Bakara, 158; 22/Hac, 36; 5/Mâide, 2; 22/Hac, 32.
[3] 3/Âl-i İmrân 96-97.
[4] Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’an, terc. B. Topaloğlu-K. Sandıkçı, İstanbul, 2015, II, 401.
[5] 22/Hac, 26.
[6] 22/Hac, 29.
[7] 22/Hac, 32-33.
[8] 2/Bakara, 125; 22/Hac 26
[9] 22/Hac, 27.
[10] 106/Kureyş, 3-4.
[11] Bkz. 3/Âl-i İmrân, 96-97; 2/Bakara, 125.
[12] 5/Mâide, 97.
[13] 2/Bakara, 148.
[14] 2/Bakara, 150.
[15] 22/Hac, 29, 33.
[16] 3/Âl-i İmrân, 96.
[17] 14/İbrâhim, 37.
[18] Alex Haley, Malcolm X, çev. Y. Kayırlı, Ankara, 1978, s. 729, 763.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarOsmanlı padişahları yoğun devlet işlerinden fırsat buldukça, belki de saltanat ve idare işlerinden bunaldıkları zamanlarda şiir limanına sığınmış; nazmın ürpertici dünyasında ağır siyasî sorunlarını b...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Dinde, akıl sahibi olan ve ergenlik çağına adım atan kadın ve erkek her Müslüman, Allah’ın kendilerine yüklediği fiillerden sorumlu tutulmuştur. Bu âlemde hiçbir varlık başıboş değildir. Hayvanl...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Herkes benimsediği sosyal çevresiyle bir anlam ifade etmektedir. Kaynaşabileceği, dertleşebileceği, halleşebileceği ve muhabbetle yaşayacağı bir sosyal çevresinin bulunması insan için büyük bir nimett...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
İslâm’da Evliliğin Hükmüİslâm’da evlilik “nikah” akdiyle yapılır. Nikâh, evliliğe karar vermiş on sekiz yaşından büyük; sağlıklı, fizyolojik, psikolojik, biyolojik açılardan evlenme liyâkat ve ehliyet...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ