İnsanların Kusurlarına Odaklanmak
Bizim inancımıza göre, insanın yaratılış gayesi bellidir; Allah onu bir sınav için dünyaya getirmiş ve sınav sonunda alacağı puana göre âhirette hak ettiği karşılığı verecektir. Kul nereyi hak ediyorsa oraya gidecektir. Bazıları ebedî olarak cehenneme giderken, bir kısım insan doğrudan cennete gidecek.
Cehenneme uğradıktan sonra cennet nimetine erişecek olanların oranı da az değil. Ancak şu bir gerçek ki, pek çoğumuz nasıl bir sınavda olduğumuzu hâlâ anlamış değiliz, bunu bir eğlence sanıyoruz. Hâlbuki sınavda olan insan ne yapar? Hem de sınav esnasında her hareketi gözlenirken ve kayıt altına alınırken? Kendi işine bakar. Doğru ve makul olan budur. Çünkü başarılı olamadığı zaman sonucuna katlanmak durumunda kalacak olan kendisidir. Bu sebeple de imtihan esnasında sağa sola bakınarak, milleti süzerek zamanını boşa harcamaz.
İnsan var, dünyaya neden geldiğinin idr3akindedir. Elinden geldiğince kulluğunu yaşamaya gayret eder, haramlardan şiddetle kaçar. Kendi muhâsebesini yapar. Gününü nasıl geçirdiğini, ibâdetlerinin hakkını ne kadar verebildiğini düşünür. Ertesi gün daha güzel bir kul olma yönündeki azmini biler.
Bu amaçla farz ibâdetlerle yetinmez. Allah ile olan bağını sıkı tutmak ve Rabb’ini unutmamak için nafile ibâdetlere çok önem verir. Pazartesi-perşembe günleri oruç tutar, teheccüd de dâhil olmak üzere nâfile namazlara devam eder. Allah’ın adını kalbinden ve dilinden uzak etmemeye çalışır. Onun bütün derdi defterine bir iki sevap daha ilave edebilmektir. Diline sahiptir, başkalarını çekiştirip durmaz. Ağzından dökülen kelimelere dikkat eder, kötü kelam etmemeye çabalar. Bilir ki Peygamber’inin ağzından bir tek kötü söz çıkmamıştır.
Bu insanın başkalarının eksikleriyle uğraşmaya hevesi yoktur. Kendisinin düzeltilecek onca hatâsı varken diğer insanların kusurları peşinde dolaşmayı haksızlık olarak görür. Enerjisini kendisinin, ailesinin ve sözünü dinletebildiği akrabâsının ve yakınlarının daha iyi mü’min olabilmeleri yönünde harcar. “Her çabamda ve her nefes alışverişimde hayır olması gerekir.” diye düşünür.
Eleştirme Hastalığı
Bazı insanlar vardır, gözü hep başkalarındadır. Kendisini İslâm’ın merkezine koyar ve yaşadığı dinî hayatı mükemmel kabul eder. Benliğini kâmil bir mü’min gibi gördüğünden ve hatâlarını görmezlikten geldiği için başkalarına yönelir. Sergilediği kulluğu sorgulamak yerine sürekli başkalarının kusurlarını araştırır.
Hâlbuki kendisini bir yabancı gözüyle eleştiriye tâbi tutabilse, o kadar çok tenkit edeceği yönü vardır ki! Ama nasıl bir sınavda olduğunu kalbine kabul ettiremediği için hayatı boş konuşmayla geçip gider.
Başkalarının Müslümanlığını beğenmez. Mü’minlerin bir araya gelerek sergiledikleri İslâm kardeşliğini, din adına yaptıkları hizmeti ve gösterdikleri çabayı küçümser. Sürekli eksikliklerini diline dolar. Söz konusu insanların ellerinden geldiği kadar kulluklarını yaşamaya, din kardeşleriyle bağlarını kuvvetlendirmeye, birbirleriyle dayanışmaya ve İslâm’ın mesajını diğer insanlara ulaştırmak için gösterdikleri çabaya bakmaz da, gözüne takılan bazı kusurları tekrar edip duru.
Çünkü gözü kusur aramaya odaklanmıştır bir kere. Oysa düşünmez ki, eleştirdiği bu insanlar sonuçta kendi dindarlıklarının ve İslâm’ın güçlenmesi için bir çaba içerisindedirler. Yapması gereken tek şeyin, onların bu gayretini ve ihlasını takdir etmek olduğunu günaha batmış nefsine söyletemez.
Hâlbuki bu insan kendi Müslümanlığını sorgulamak yanında, bir şeye daha dikkat etmek durumundadır. O da, başkalarının hizmetlerini eleştirmek yerine, içinde bulunduğu hizmetin serpilmesi ve daha çok insana ulaşması için çabalamasıdır.
Zira kendi bulunduğu yerin en uygun ve en güzel yol olduğuna inanan insana düşen görev, bu yolu güçlendirmeye, özellikle de İslâmî değerlerden uzaklaşmış olanları kazanmaya koşmaktır. İnsanları İslâm’a kazandırmanın yolu ise karşı tarafı kötülemek değildir.
Çünkü bir insan kendi bulunduğu yeri nasıl en iyi yol olarak görüyor ve buna samimiyetle inanıyorsa, eleştirip durduğu insan da kendi bulunduğu yer için aynı duygulara sahiptir, gönülden bağlanarak orada bulunmaktadır ve İslâm için çabalamaktan mutludur. Bu durumda böyle bir Müslümanla uğraşmanın mantıkî bir izahı olabilir mi? Oysa yapılması gereken tek şey bu mü’min için “Allah razı olsun.” demektir.
Mü’mini Rencide Etmenin Anlamsızlığı
Şunu düşünmek gerekir: Bir kişi başkalarının kusurlarını diline doladığında, arkasından konuşulan kişi bundan rahatsız oluyor mu olmuyor mu? Elbette oluyor. Rahatsız olduğunda bize karşı sevgisi mi nefreti mi artıyor? Hiç şüphesiz buğzu artıyor.
O zaman bu nasıl bir dindarlıktır ki, kardeşini kendisine düşman ettiriyor? Oysa Allah kitabında Müslümanların kardeş olduğunu, kişi kardeşiyle uğraştığında onun etini yemiş gibi olacağını beyan ediyor.[1] Dolayısıyla âyetlerin muhâtabı olan mü’min hem Allah’ın emrine karşı geliyor hem de bir Müslümanı kendisine düşman ederek hayatını sıkıntıya sokuyor. Neresinden bakılırsa bakılsın, insan kendisine büyük zarar veriyor.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün kutlu sahâbîlerine sorar; “Gıybet nedir bilir misiniz?” Ashâbı Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir mesaj vermek istediğini anlayarak “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” derler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurur: “Gıybet, kardeşin hakkında, onun hoşlanmayacağı bir şeyi söylemendir.” Oradakilerden bir tanesi “Ya Rasûlallah! Ya söylediklerim kardeşimde varsa?” diye sorunca şu cevabı verir: “Eğer dediklerin onda varsa gıybet etmiş olursun. Şâyet yoksa bu sefer de iftirâ etmiş olursun.”[2]
Peygamberimiz’in bu sözlerindeki uyarı çok çarpıcıdır. Bir insanı çekiştiren kimse, söylediklerinde doğru ise, üçüncü şahsı çekiştirdiği için günaha girmektedir. Söyledikleri doğru değilse iftirâ etmektedir. Bu durumda da günaha girmektedir. Yani bir insanı çekiştiren kimse her hâlükârda yanlış yapmaktadır. Neresinden bakarsanız bakın, yapan kişi ziyandadır.
Peygamberimiz başka bir defasında ashabına “İflas etmiş kimdir?” diye sorar. Sahâbîleri de, “Bize göre iflas eden, parası ve malı olmayandır, bunları kaybedendir.” derler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, kıyâmet günü Allah’ın huzurunda iflas eden kimsenin ilâhî buyrukları yerine getirmeyen kimse olduğunu söyledikten sonra, bu kimsenin iflasını hazırlayan sebepleri şöyle sıralar:
“Bu kişi birilerine hakaret etmiş, başkalarına iftirâ etmiş, bir kısım insanın malını almış, bir başkasının kanını akıtmış, daha başkalarının da canını yakmıştır. Bu şahıs kimlere zarar vermişse sevaplarından alınarak zulmettiği kimselere verilir. Sevapları bitince karşıdakilerin günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.”[3]
İş Yapmayanın Meşgûliyeti: Boş Konuşmak
Başkalarının ardından konuşan ve sürekli eleştirip duranlara dikkat edildiğinde, pek bir şey yapmadıkları görülür. Zira bir şey yapan insan, diğerleriyle uğraşmaya zaman bulamaz. İşi olmayanın işi ise başkalarının yaptığı işlerdir. Bu kişiler, diğer insanların günahını yüklenmek yanında İslâmî hizmetlere dolayısıyla dine de büyük zarar vermektedirler.
Zira Allah için bir şeyler yapanların çabalarını kötülemeye ve engellemeye çalışan esasında İslâm’a zarar vermektedir. Bunun vebâlinin ne kadar ağır olduğunu bilen bir insan acaba Müslümanlarla uğraşır mı? Ne kadar acıdır, Allah için kızılması gereken İslâm düşmanı o kadar kişi varken, kendi günahlarımız dururken, insan enerjisini Müslümanlarla uğraşmaya harcıyor.
Rabb’imize el açtığımızda yapacağımız duâlardan birisi şu olmalıdır: “Allah’ım! Benim kalbimi ve dilimi Müslüman kardeşlerimin aleyhinde konuşmaktan koru. Ağzımdan onları rencide edecek bir tek söz çıkmasın. İçimi kardeşlerimin sevgisiyle doldur. Beni başkalarının hatâlarını aramaktan muhâfaza eyle.”
[1] 49/Hucurât, 10, 12.
[2] Beyhakî, X/247.
[3] Tirmizî, 2342.
Enbiya YILDIRIM
YazarAnadolu irfan medeniyeti; hayatı ve insanlığı, ahlaki bir bütünlük içinde ele almaktadır. Bu değerli insanların sergilemiş oldukları davranış ve kullandıkları dil, ahilik kültürü, irfan medeniyetini b...
Yazar: Oğuzhan AYDIN
İnsan kendi menfaatine olan bir fırsatı elden kaçırmak istemez. Gece geç saatte de olsa, müşteri gelmeye devam ediyorsa dükkânını kapatmak aklına gelmez. Hatta iş sırasında yemeğini bile ihmal eder. B...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Herkes benimsediği sosyal çevresiyle bir anlam ifade etmektedir. Kaynaşabileceği, dertleşebileceği, halleşebileceği ve muhabbetle yaşayacağı bir sosyal çevresinin bulunması insan için büyük bir nimett...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
İnsan ne kadar büyük bir servete sahip olursa olsun, isteklerinin bittiğini söylemek mümkün değil. “Dünyada artık elde etmek istediğim bir nimet kalmadı, gönlümden geçen her şeyi yaptım.” diyenler bil...
Yazar: Enbiya YILDIRIM