Hayrabolulu Gülşenî-Hâlvetî Şeyhi Mahvî’nin Dîvânçe’sinde Aşk Telakkîsi
Gülşeniyye Tarikatı’nın Hâletî kolu şeyhlerinden olan Mahvî (ö.1150/1737), XVIII. yüzyılda Hayrabolu’da faaliyet yürüten, dilindeki zenginlik, edebî zevki ve içeriği ile dikkat çeken Dîvânçe’si ile tasavvufî düşüncesini yansıtan bir sûfîdir. Mahvî’nin Dîvânçe’si, yaşadığı dönemin dilinin özelliklerini ve edebî zevkini yansıtması bakımından önemli olduğu kadar mürşidi Hasan-ı Sezâyî (öl. 1149/1738) kanalıyla Gülşenî kolunun görüşlerini sonraki kuşaklara aktarmada etkin bir rol üstlenmesi açısından da önemli bir çalışmadır.
Mahvî, Hayrabolu merkezli irşâd faaliyetleriyle birçok ismin yetişmesinde de etkili olmuştur. Burada XVIII. yüzyılda Hayrabolu’da etkili olan Mahvî Efendi’nin Dîvânçe’si bağlamında aşk telakkîsi üzerinde durulmuştur.
Mahvî’nin Hayatı ve Dîvânçe’si
Mehmed Mahvî, Hayrabolu’da dünyaya gelmiştir.[1] Doğum tarihi tespit edilememiştir.[2] Kaynaklarda Mahvî’nin ailesiyle ilgili bilgi bulunmamaktadır.[3] Mahvî ile ilgili bilgi veren kaynaklarda onun Hasan-ı Sezâyî’ye intisabı yani manevî yönü üzerinde kısa bilgiler nakledilmiştir.[4] Manevî seyrinin neticesinde hilâfet alan Mahvî’nin “Şeyh Mehmed Mahvî Baba Efendi” şeklinde anıldığı aktarılmaktadır.[5]
Kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla Mahvî, ömrünü Hayrabolu’da geçirmiş, resmî bir görev almamış, Gülşeniyye Tarikatı’nın Hâletî koluna ait tekkesinde irşâd faaliyetleriyle ömrünü geçirmiştir.[6] Mahvî’nin 1150/1737’de Hayrabolu’da vefat ettiği ve Çorumlu Mustafa Bey Camii hazîresine defnedildiği konusunda ise kaynaklar söz birliği içerisindedir.[7] Kaynaklar Mahvî’nin kabir kitabesinin Hasan-ı Sezâyî’nin damadı Ahmed Müsellem (öl. 1168/1754) tarafından inşâd edildiği konusunda da aynı verileri nakletmektedirler.[8]
Şiirlerinde “kapsamlı, içerik, alt satıh, yok olmak, mahviyyet, alçak gönüllülük” gibi anlamlara gelen “Mahvî” mahlasını kullanan Mahvî Efendi’nin[9] Dîvânçesi üzerinde çalışma yapan Kemal Karabuçak, Mahvî’nin Dîvânçe’sinin üç temel özelliğinden bahseder.
Ona göre Mahvî’nin Dîvânçesi öncelikle, kendisine kadar gelen dîvân şiirinin temel özelliklerini yansıtmaktadır. İkinci olarak Dîvânçe, edebî tenkitçi bir şâirin şiirlerini yansıtan bir içerik ihtiva etmektedir. Üçüncüsü ise Dîvânçe, tasavvufî içeriği ile dikkat çeken manzumeler bütünüdür.[10]
Dîvânçe’de 103 gazel ve iki tarih manzûmesi bulunmaktadır. Dîvânçe’de gazeller harf sırasına göre yer almaktadır. Dîvânçe’nin tespit edilen tek nüshası Yapı Kredi Araştırma Kütüphanesi Nadir ve Yazma Eserler Bölümü’nde Y 0527/35997 numarada kayıtlıdır. 182x122 (154x114) mm. ölçüsünde, rika hatla 5, 2 sütunlu muhtelif satırlı, 2 varakta Avrupa kâğıda yazılmıştır. Toplam 24 varak olup, v.23-24 boştur. Eser ciltsizdir. [11]
Mahvî’nin Dîvânçe’sinde Aşk Telakkîsi
Mahvî’nin Dîvânçesi’ni bir “İlâhî aşk” kitabı olarak tavsif edebiliriz. Hemen hemen her şiirinde aşk veya âşığa dâir aktarımlarda bulunan Mahvî, ezelden süregelen hakîkat arayışında aşkın vuslata erdirici tesiri üzerinde sıklıkla durmuştur.
Aşk ateşi, aşk denizine dalmak, aşk şarabı ile kalbi arındırmak, mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmek, aşkın tarif edilemeyişi, aklın aşk sahasında çaresiz kalması, aşk meydanında sıkıntılara katlanmak, âşığın kalbinin arş-ı Rahmân olması gibi geniş bir yelpazede aşk ve âşığa dâir görüşler serdeden Mahvî’yi bu yönüyle bir “Aşk Şâiri” olarak nitelemenin abartılı bir ifade olmadığını söyleyebiliriz.
Mahvî, hakîkat yolcusunun Hakk’ın muhabbet kâselerinden onu aşka ulaştıracak meyi içmesi gerektiği görüşündedir. O,
Hâlî koyma ey sâkî câm-ı mey-i gülgûnı
Hiç düşmesün elden meclisde kadeh asla
Can bahş eder uşşâk yolına olur kurbân
Âlemde umar hergiz lutfını bütün dünya
beyitlerinde bu kabulüne işaret eder.[12] Aşk sarhoşluğunun ezelde içilen muhabbet kâselerinden kaynaklandığını belirten Mahvî, bu düşüncesini şu beyitte dile getirmiştir: “Şerâb-ı aşkı biz cânâ ezel bezminde nûş etdik/Ânınçün haşre dek gitmez bizim kat’a humârımız.”[13]
Hakîkati arayan kimsenin aşk ateşi ile olgunluğa ulaşacağını savunan Mahvî, bir hakîkat arayıcısı olarak sinesini yakan aşk ateşinden şu şekilde dem vurur: “Dâğ-ı aşkın safha-i sinemde ey âlî-cenâb/Sih-i derd-i hasretinle bağrımı eyler kebâb.”[14] Bir başka beyitte Mahvî, aşk ateşi ile yanıp küle dönen varlık fikrinin yok oluşunu şöyle dile getirir: “Firâkın pdına yandı hemîşe cümle varımız/Tenûr-ı sînede cânâ ziyâd olmakda nârımız.”[15]
“Vücûdum mevc-i bahr-i aşka saldım/Cenâb-ı Hak vere bir gün selâmet” beytinde aşk denizine dalarak hakîkat incileri toplamayı şiâr edindiğini belirten Mahvî,[16] “Girdâb-ı bahr-i aşka salup dil sefînesin/Bang-ı sadâ-yı nâlem ezadan haber verir” beytinde gönül gemisini aşk denizine salıp Hakk’ın tecellîleri karşısında yaşadığı muhabbet dolu inleyişlerine dikkat çekerek hakîkat yolcusunun gönül gemisi ile aşk denizinde seyretme hasletine dikkat çekmiştir.[17]
Mahvî, aşk şarabı ile kalbi temizleyip kendinden geçmenin hakîkat tecrübesini elde etmek için olmazsa olmaz bir yol olduğu kanaatindedir. O, bu fikrini şu beyitte ifade eder: “Sil gubâr-ı gussâyı gel sâkîyâ dilden çıkar/Sun şarâb-ı nâbı kim geldün derûnâ ibtihâc.”
Mahvî, akabinde hikmet ehlinin aşk ile sevgiliye ulaştıklarını, bu yolun hakîkate açılan kapı olduğunu şöyle dillendirir: “Ehl-i hikmetden suâl etdikte dedi bir tabîb/Haste-i aşk olana vasl-ı habîb ancak ilâc”[18] Aşkı kılavuz edinenlerin ten tasallutundan kurtulup, mecâz ehli olmaktan sıyrılıp hakîkat âlemini seyre durduklarını şöyle tasvîr eder:
Girüp germ-âbe-i aşka libâs ü tenden uryân ol
Kabâ-yı cismini terk et bu köhne câmegândan geç
Reh-i ehl-i mecâzı hakîkat âlemin seyr et
Kadem bas tih-i manâyâ zemîn ü âsumândan geç.[19]
Mahvî, aşk bahrine dalan, aşk ateşi ile külhân olan kimsenin ne dediğini bilemeyecek hâle gelmesini ve bu mertebede Hakk’ın tecellîlerine mazhar olup hakîkat nurunu temâşa etmesini yaratılış gayesinin en büyük farkındalığı olduğunu belirtir:
Geçdi müjgânın okı sineme cânâ dokunup
Rişte-i cân ü dîlim oldı müjen târına pûd
Sîh-i derd ü miheni hecrile sînem mecrûh
Âteş-i kîn-i adû ile kebâb oldı kebûd.[20]
Gerçek âşığın, Hakk aşkı ile sabahlara kadar feryat ettiğini belirterek âşığın bir başka özelliğine dikkat çeken Mahvî,[21] âşığın kalbinin, ihlâsı sayesinde, arş-ı Rahmân olduğunu[22] ve fenâ mülküne bende olan âşığın dünyada ağlamadan duramayacak bir yapıda olmasını resmeder: “Fenâ bezminde âşıklar nice zâr olmasun hergiz/Ki zîrâ her biri olmuş birer bîd-i samma dil-dâde.”[23]
Mahvî, âşığın gönlünü temizleyip nefisten arınan ve muhabbet yoluna giren kimse olduğunu belirterek âşığın diğer birkaç özelliğine ise şöyle işaret eder:
Soyun ey dil libâs-ı tenden uryân ol bedenden geç
Şehîd-i aşk isen râh-ı mahabbetde kefenden geç
Derûnî şâhid-i Mısr-ı dile âşık isen gerçek
Vedâ et sen dahî Kenân iken beytü’l-hazenden geç
Hakîkat gülşenin seyr ü temâşâ eyle ey Mahvî
Gülistân-ı mecâzı terk edüp sahn ü çemenden geç.[24]
Görüldüğü gibi, Hakk’a vâsıl olmak için bedenin tasallutundan gönlü kurtarmak gerektiğini açık bir şekilde dile getiren Mahvî, muhabbet yolculuğunda şehid olmak için varlık iddiasından geçmek gerektiğine de atıfta bulunmuştur.
Ayrıca gerçek manada Hakk’ın rızasını ve sevgisini kazanmak gibi bir dert varsa kîl ü kâl mesâbesinde olan meseleleri terk edip Hakk’a bende olmanın zorunluluğu üzerinde de duran Mahvî, dünya sevgisine set çekip Hakk’ın rızası ve sevgisine odaklanmayı bu süreçte zaruret görmüştür.
Hakîkate ulaşıp onu seyre dalacak bir konuma gelen sâlikin mecâz diyarından sıyrılıp hakikatle kendinden geçerek gerçek bilgi ve varlık sebebinin sırrını çözebileceğini sözlerine eklemiştir.
[1] Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî, hzl. Nuri Akbayar, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996) 3/929.
[2] Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, hzl. Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2006), 3/250.
[3] Fatîn Davud, Fatîn Tezkiresi (Hâtimetü’l-Eş’âr), hzl. Ömer Çiftçi, (Baskı Yeri Yok: Kültür Bakanlığı, 2017), 435-436. (e-kitap.)
[4] Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, 3/221.
[5] Salname-i Vilâyet-i Edirne 1310, (Edirne: Edirne Vilâyeti Matbaası, 1310), 694.
[6] Selami Şimşek, “Anadolu İle Balkanlar Arasında Geçit Bölgesi Tekirdağ’da Tasavvuf ve Tarikatlar”, Süleyman Uludağ Kitabı, (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2008), 388.
[7] Ahmed Bâdî, Riyâz-ı Belde-i Edirne, hzl. Niyazi Adıgüzel, Raşit Gündoğdu, (İstanbul: Trakya Üniversitesi Yayınları, 2014), 3/ 2119; Salname-i Vilâyet-i Edirne 1310, 694; Şemseddin Sami, Kâmûsu’l-‘Alâm, (İstanbul: Mihran Matbaası, 1316), 6/4231; Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve Silsileleri (Tomar-ı Turuk-i Aliyye), nşr. İrfan Gündüz, (İstanbul: Enderun Kitabevi, 1995), 203-204.
[8] Söz konusu şiir şu şekildedir:
“Hemmâm-ı fahr-i âlem mâned-i ibn-i Meryem/ Gitdi çü adne etdi terk-i libâs-ı kesret
Zâhirde tab-ı nakkâd bâtında sâhib-irşâd/ Bir pîr-i Gülşenî’den almışdı ol icâzet
Hîç add edüp cihânı târîh okur Müsellem/ Mahvî Efendi oldı rehin-i dâr-ı vahdet.” Salname-i Vilâyet-i Edirne 1310, 694; Bâdî, Riyâz-ı Belde-i Edirne, 3/ 74-75; Zafer Toprak, Ahmed Müsellem Efendi ve Divan’ının Tenkitli Metni, (Sakarya: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2006), 186-187; Şimşek, “Anadolu İle Balkanlar Arasında Geçit Bölgesi Tekirdağ’da Tasavvuf ve Tarikatlar”, 338; Kemal Karabucak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, (İstanbul: Akademi Titiz Yayınları, 2020), 12.
[9] Ali Yıldırım, Dîvân Edebiyatında Mahlas ve Mahlas-nâmeler, (Ankara: Akçağ Yayınları, 2006), 45.
[10] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 14-15.
[11] Özder - Tok, “XVIII. Yüzyıl Şairlerinden Mahvî ve Dîvânçe’si”, 587; Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 18.
[12] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 58. Mahvî, “Mey ü mahbûb ile gülşende hemân şâd olalım/ Yeter oldı gamını çekmeyelim dünyanın” beytinde de aynı hususa işaret etmiştir. Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 96.
[13] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 81.
[14] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 62.
[15] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 81. Mahvî, “Yandı yakıldı âteş-i aşk ile rûz u şeb/ Mahvî kapunda oldı yanar bir çerâğ-ı hâs” beytinde de aynı hususa değinmiştir. Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 86.
[16] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 64.
[17] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 79.
[18] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 65.
[19] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 66.
[20] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 69.
[21] Mahvî bu düşüncesini, “Cevr-i müşkinin hikâyetini eylerler müdâm/ Giceler tâ subha dek bir bir gürûh-i âşıkân” beytinde dile getirmiştir. Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 109.
[22] “Mahvî, âşığın kalbinin arş-ı Rahmân oluşunu şu mısralarda ifade etmiştir: “Gedâ-yı aşkı ey Mahvî kıyâs etme muhakkardir/ Ki ânın kalb-i ihlâsı olupdur arş-ı Rahmânî.” Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 132.
[23] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 113.
[24] Karabuçak, Hayrabolulu Mahvî Dîvânı, 67.
Fatih ÇINAR
YazarKaradenizli Olan Ve Karadeniz’de Faaliyet Yürüten Şemsiyye (Sivâsiyye) Meşâyihi Anadolu’da etkin olan önemli tarîkatlardan biri Halvetiyye’dir.[1] Dört ana şubesi ve birçok alt kolu ile Halvetiyye Tar...
Yazar: Fatih ÇINAR
Bayrâmî-Melâmî geleneğinin önde gelen isimlerinden olan Hâşimî Emîr Osman, XVI. yüzyılda faaliyet yürütmüş sûfîlerdendir. Hâşimî, döneminin şartları içerisinde görüşlerini bir usûl dâiresince serdetme...
Yazar: Fatih ÇINAR
15 Temmuz ihanetinin üzerinden tam 7 sene geçti. Dünyadaki emperyalist ülkelerin kullandığı ve ülkemize musallat ettiği cemaat görünümlü ama aslında bir istihbarat örgütü olduğu ortaya çıkan FETÖ’nün ...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
“Anadolu İrfânı” tabiri Anadolu coğrafyasını yüzyıllardır rengine boyayan mânevî bir neşvenin en kısa ve özlü ifadesidir. Gönül dünyasını şekillendirdiği insanları, Hak ve halk nezdinde saygın bir kon...
Yazar: Fatih ÇINAR