Dünyevîleşme Örneği: Kârûn
"N’ideydin ey gönül Kârûnlara Musa mısın yâ ne
N’ideydin ey gönül bî-fâide ömr eyledin ifnâ"
( Divan-ı Hulusi-i Darendevi )
Kârûn
Kârûn, Hz. Musa (a.s.)'nın kavminden idi ve onun zamanında yaşamıştı. Hatta Hz. Musa (a.s.)’nın en yakınlarından birisi, amcası veya amcasının oğlu olduğu söylenir. Kur’ân’da Kârûn adıyla kıssası nakledilen bu kişi Tevrat’ta Korah diye anılmakta, Hz. Musa (a.s.)’nın otoritesine karşı başlatılan isyan hadisesinde başrolü oynamaktadır.
İbn Kesir, Kasas Sûresi, 76. âyetin tefsirinde; “Katâde İbn Diâme der ki; ‘Bize Kârûn'un, Musa (a.s.)'nın amcası oğlu olduğu, Tevrat'ı okurken sesinin güzelliğinde dolayı ona el-Münevvir (veya el-Münevver) adı verildiği rivayet edilirdi. Fakat Allah düşmanı Sâmirî'nin nifaka düştüğü gibi, o da münafık olmuş ve malının çokluğundan dolayı azgınlık onu helak etmiştir.’
Şehr İbn Havşeb der ki; ‘Kavmine karşı büyüklendiğinden dolayı elbisesini bir karış uzun tutardı.” Fahreddin Razî’ye göre, Kur’ân’ın açık ifadesinden anlaşılan şudur: “Kârûn Hz. Musa (a.s.)’nın kavmindendir. Bu (Hz. Musa (a.s.)’nın kavminden olması), onun önce iman ettiğine delalet etmektedir. Bu ifadeden, Kârûn’un Hz. Musa (a.s.)’nın akrabası olduğunu anlamak da mümkündür.
Kârûn’un iman etmesine rağmen, Kızıldeniz’i geçtikten sonra, Musa (a.s.) ve kardeşi Harun (a.s.)’un yanında kendisine de bir paye verilmediğinden şikâyet etmiş ve bazı mucizeler görmesine rağmen onları sihir olarak yorumlamış ve kendisine tabi olan bazı kimselerle birlikte İsrailoğullarından ayrılmıştır.
“Yoldan sapanlardan biri olan Kârûn da Musa (a.s.)’nın kavminden olup onlara karşı böbürlenerek zulmetmişti.”[1] “Allah’ın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî âhiret yurdunu mamur etmeye gayret göster.”[2] mealindeki ayetlerin ifadesinden, onun iman ettiğini, daha sonra yoldan saptığını ve mü’minlere zulmetmeye başladığını anlamak mümkündür.
Aslında zeki ve kabiliyetli olan Kârûn, Hz Musa (a.s.)’ya, dolayısıyla Allah’a iman ettikten sonra bir süre kendisini ilim ve ibadete verdi. Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.)’dan sonra dini en iyi bilenlerdendi. Tevrat’ı en iyi okuyanlardan birisi de o idi. Uzun yıllar normal ve sıradan bir hayat yaşadı.
Ancak sonra zaaflarının nüksetmesini fırsat bilen nefis ve şeytanı devreye girdi ve dünya malına olan meyli arttı. Önceleri sâlih bir insan olan Kârûn, Allah’ın bir imtihan olarak ihsan ettiği nimetleri kendinden bilip şımarınca, dayanıp güvendiği hazineleriyle birlikte yerin dibine gömülerek helâk oldu.
Zenginliği ve Kibri
Kârûn, Hz. Musa’nın kendisine öğrettiği simya ilmi neticesinde son derece zengin olmuştu. Ancak gönlünü dünyevî ihtiras ve temâyüllerden gereği gibi koruyamadığı için, bütün güzel ve nezih hasletlerini kaybetti. Nâil olduğu zenginlik sebebiyle gurur ve kibre kapıldı.
Sapkınlardan, azgınlardan oldu. Neticede onun hakkında verilen ilâhî hüküm şu oldu: “Kârûn, Musa’nın kavminden idi. Fakat onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: ‘Şımarma! Bil ki Allah, şımaranları sevmez.”[3]
Kârûn, çok zengin ve varlıklı olunca tam bir mürüvvetsizlik ve nankörlük örneği olarak ilk önce Allah’a ve Hz. Musa (a.s.)’ya sırtını döndü. Ve o güne kadar saklamayı başardığı ve fakat aslında bilinçaltında beslemekte olduğu Hz Musa (a.s.)’ya karşı olan hasetliğinin belirtilerini göstermeye koyuldu.
Servetiyle paralel olarak kıskançlık ve hasetliği hızla arttı. Artık Hz Musa (a.s.)’nın ‘gerçeklerin ifadesi olan’ konuşmalarından rahatsızlık duymaya başladı ve ondan uzaklaştıkça uzaklaştı. Dahası; Hz. Musa (a.s.)’nın, malının zekâtını istemesi üzerine, zekâtını vermediği gibi, o serveti kendi bilgi ve gayretiyle kazandığını ileri sürdü.
Kalbi dünya meyli ile dolan Kârûn, artık Musa (a.s.)’nın nasihatlerinden sıkıldı; tavsiyelerine tahammül edemez oldu. Hz. Harun’a ve onun soyundan gelen Levililer’e kurban kesme vazifesi (hibirlik) verilince de, kalbine yerleşmiş bulunan kötü hasletler, iyice gün yüzüne çıktı.
Öfkeye kapıldı; dayanamadı ve Musa (a.s.)’ya gelerek; “Ey Musa! Kardeşin Harun’a hibirlik (kurban kesme vazifesi) verdin. Benim ise böyle bir şeyim yok! Hâlbuki ben, Tevrat’ı gayet iyi okumaktayım. Bunun için ben, Harun’dan daha üstünüm! Bu haksızlığa nasıl dayanırım?” dedi.
Musa (a.s.) ise cevaben; “Harun’a bu vazife ve makamı ben değil, Cenâb-ı Hak verdi!” buyurdu. Fakat Kârûn diretti; “Bana bir alâmet göstermedikçe, bunu tasdik etmem!” dedi. Musa (a.s.), Benî İsrail’in reislerini topladı ve; “ Bastonlarınızı getirin! Hepsini belli bir yere koyalım. Kimin bastonu yeşillenirse, hibirliğe o lâyıktır!” dedi.
Bastonlar getirildi; ibadet ettikleri mabede bırakıldı. İçlerinden yalnız Harun (a.s.)’ın asası yeşillenip yapraklandı. Bu açık mucize neticesinde Hz. Musa, Kârûn’a döndü; “Ey Kârûn! Bunu ben mi yaptım?” dedi. Kârûn şaşkındı. İşin hakikatini anladığı hâlde nefsine tâbî oldu; “Bu, sihirbazlıktan başka bir şey değildir!” dedi. Sonra kızgın bir şekilde oradan ayrıldı.
Cenab-ı Hak; Benî İsrail kavminin, elbiselerine mavi şerit takmasını emretmişti. Kârûn, buna da isyan edip; “Bu, ancak efendileri kölelerinden ayırmak içindir!” dedi ve takmadı. Artık Kârûn’un, Hz. Musa’ya hıncı iyice artmıştı. Nefsindeki haset ateşi, içini yakıp eritmekteydi. Etrafındakileri kendisine çekmek için ziyafetler vermiş ve kendisinin üstünlüğünü belirtici sohbetler yapmaya, halkı Hz. Musa (a.s.)’dan uzaklaştırmaya çalışmıştı.
Dünyanın Fânî Lezzeti
Allah (c.c.) Kârûn'a zekât vermesini emretti; o da Hz. Musa'ya gelerek her bin dinar için bir dinar, her bin dirhem için bir dirhem ve her bin şey için bir şey vermeyi kabul etti. Fakat evine döndüğünde bunu çok buldu ve İsrailoğullarından kendilerine güvenip itimat ettiği kişilerden bir grup kimseyi toplayıp; “Siz, Musa ne emrettiyse O'nun sözünü tutup yerine getirdiniz; şimdi ise o, sizin mal ve servetinizi elinizden almak istiyor." dedi. Onlar Kârûn'a; "Sen bizim büyüğümüz ve efendimizsin; istediğini emret, yapmağa hazırız.” dediler.
Kârûn; “Şimdi de malıma mı göz diktin? Bu serveti ben kazandım!” dedi.
Kârûn’a hitaben şöyle buyruldu: “Sakın şımarma, Allah (gururlanıp) şımaranları sevmez. Allah'ın sana verdiği (maldan harcayıp) ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk yapmayı isteme; çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez.”[4] diyerek nasihatte bulundu.
“Kârûn ise; ‘O (servet), bana ancak kendimdeki bilgi sâyesinde verildi.’ dedi.”[5] Bir rivayete göre Kârûn bu sözüyle; “Eğer Allah benden memnun olmamış olsaydı ve benim değerli olduğumu bilmeseydi, bu mal ve serveti bana vermezdi.” demek istemişti.
Fakat Kârûn kendisine yapılan bu öğütlere rağmen azgınlık ve serkeşliğinden vazgeçmedi, aksine azgınlığına devam ederek; “Süsü, (debdebesi) içinde kavminin karşısına çıktı.”[6]. Fakat o, mal ve servetinin çokluğu sebebiyle kavmine karşı azgınlaşıp haddi aştı. Kavmi ise ona öğütte bulunup, onu taşkınlığından vazgeçirmeğe çalıştı.
Kârûn, giysilerden, bineklerden, hizmetçilerden ve yakın çevresinden oluşan büyük bir ihtişam ve debdebe içinde kavminin karşısına çıkmıştı. Dünyanın süsüne değer veren kimseler, Kârûn’u böyle görünce, kendilerinin de Kârûn gibi olmalarını temenni ettiler, onun üzerinde bulunduğu hâline ve ona ait olacak şeylere gıpta ettiler.
Dünyaya önem vermeyen, doğru görüş sahibi akıllı ve zahid âlim kimseler, onların bu sözlerini işitince onlara şöyle dediler: “Yazıklar olsun size! İnanan ve iyi iş yapan kimse nazarında Allah’ın vereceği ücret daha hayırlıdır.”[7].
Kârûn, sırtında sarı renkli parlak bir elbise, altın kakmalı erguvanî renkte bir eyerle eyerlenmiş beyaz bir at sırtında, aynı şekilde süslenen atlara binmiş üç yüz cariye ve dört bin adamıyla birlikte kavminin karşısına çıkmıştı. Ayrıca o, yaptırdığı sarayının duvarlarını altınla kaplatmış, sarayı için bir de altından kapı yaptırmıştı. Hatta gaflet ve cehalet içerisinde bulunanlar onun gibi servete sahip olmak temennisinde bulunmuşlardı.
Sonuç
Kârûn, aşırı zenginliğin, ihtişamın, debdebeli, görkemli hayatın, varlıklı olmaktan kaynaklanan gurur ve şımarıklığın, azgınlığın, isyanın, iftiranın, nankörlüğün, sadece dünya hayatını arzulamanın, benlik duygusunun ve kibrin simgesidir.
Aslında Yaratıcı’yı unutmanın, her şeyi kendinden bilmenin delalet ve gafletidir. Kârûn’un ibretlik durumu; dünya servetlerinin, ihtişamın hiçbir işe yaramayıp, üstelik usulünce değerlendirilmediğinde, Allah rızası doğrultusunda hareket yapılmadığında ancak ve ancak yok olmaya, mahvolmaya sebep olduğunun ibretlik bir numunesidir ki bu durumundan çok iyi dersler almak gerekir.
Dünyada saltanatına, servetine, mevkiine, kuvvetine güvenerek şımaranların karşılaştığı feci son için güzel bir örnektir. Dünyevîleşmenin, nefsanî ve hırs ile hareket etmenin insana ne kadar büyük zarar verdiğinin öğretisidir. Oysa her nefis ölümü tadacaktır, bu yalan dünya için benlik ve kibre kapılarak büyüklük taslamak ne kadar kötü ve anlamsızdır.
Allaha kul olmak kadar güzel bir mürüvvet yoktur. Çünkü her makamdan düşüş vardır ama kulluk makamından düşüme yoktur.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri Dîvân’ında şu şekilde buyurmaktadır:
Mekteb-i ilm-i ledünnîden okuyup ârif ol
Yığma şol Kârûn-veş dînârı dînâr üstüne
(Allah ilminin tahsil edildiği mektepte okuyup ârif ol. Kârûn gibi dinar dinar üstüne yığma.)
Dünyevîleştikçe kişi büyük sıkıntılarla karşılaşır, hatta kendi farkında olmadan helakini hazırlar, bu sebeple kul olmanın niteliklerini hiçbir zaman kaybetmemek gerekir vesselam…
[1] 28/Kasas, 76.
[2] 28/Kasas,77.
[3] 28/Kasas, 76.
[4] 28/Kasas,76 -77.
[5] 28/Kasas, 78.
[6] 28/Kasas, 79.
[7] 28/Kasas,80.
Resul KESENCELİ
Yazar1.BeyitSafâ ancak gönülde yâr için sevdâ-yı aşkdır hepDevâ-yı derd ü gam âlemde bir sahbâ-yı aşkdır hep(Gönül rahatı, iç huzûru sevgili için çekilen aşkın sevdâsındadır. Âlemde, çekilen dertleri...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ağrı Dağı/Nuh’un GemisiAğrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevî özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahi...
Yazar: Resul KESENCELİ
Bize 15 Temmuz gecesi vatan bahşeden aziz şehidim!...15 Temmuz kalkışması bağımsızlığımızı, millî irâdeyi, demokrasiyi, hukuk devletini; nihâyetinde birlik ve beraberliğimizi hedef almıştı. O gece; mi...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
İstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ