Bir Rahmet Olarak Fâtiha Sûresi
Müslümanlar, günlük hayatları içerisinde; namaz ve namaz dışında olmak üzere Fâtiha Sûresi’ni sürekli olarak tekrar ederler. Bu tekrarların öneminden dolayıdır ki bu durum bir âyet-i kerimede şöyle zikredilmiştir: “Yemin olsun ki sana, tekrarlanan yediyi ve yüce Kur’ân’ı verdik”[1]
Yüce Allah Fâtiha Sûresi’ni gün içerisinde defalarca tekrarlamamızı istediğine göre, bu âyetlerle muhatap olan biz Müslümanların gündemimizin önemli bir parçasını bu âyetler oluşturmalıdır. Kaldı ki savaş hâllerinde bile namazın terkine cevaz verilmediğine göre, namazın merkezinde yer alan Fâtiha Sûresi, savaş hâlleri gibi toplumsal olarak sıkıntılı günlerde bile gerçek gündemi teşkil eder.
Bu durum bize şöyle de bir ipucu verir: Savaş hâllerinde bile Fâtiha Sûresi Müslüman hayatının merkezinde yer aldığına göre, bu sûrede insanları sosyal bunalımlar ve ekonomik krizler gibi benzer problemli durumlardan kurtaracak bir takım çözümler mevcuttur. Demek ki her türlü olumsuz durum karşısında, namaza ve Fâtiha Sûresi’ne sarılmak başlı başına bir çözüm ve kurtuluştur. Başka bir ifadeyle bu sûre, sadece tek tek insanları değil, toplumları da doğrultmaktadır.
Fâtiha Sûresi en başta dua mahiyeti taşıması itibariyle mü’minler için bir rahmettir. Zira Yüce Allah kabul etmeyeceği duayı kullarına öğretmeyecektir. Daha sonra yaratılış gayesine uygun bir hayatın hangi prensiplerle yaşanacağını öğretmesi yönüyle de ikinci bir rahmettir.
Bu prensiplerin gün içerisinde sürekli tekrarlanması ise bir anlamda bilinçaltına Yüce Allah’ın Rahmân, Rahîm, Rab ve din gününün Mâlik’i olduğunun kazınması demektir. Yalnız O’na kulluk edip, yalnız O’ndan yardım istememiz gerektiği hakikatini de bu sayede hep canlı tutar ve yine bu sayede gazaba uğramış ve sapkın kimselerden olmayız.
Her İşin Başı Besmele
Her işine besmele ile başlayan bir mü’min, Yüce Allah’ın şefkat ve merhameti ile ilgili olan Rahmân ve Rahîm isimlerini söyleyerek hayatının merkezine rahmeti her şeyi kuşatan Yüce Allah’ın hak dinini koyar. Böylece bir bakıma Yüce Allah’ı hayatın her alanından çıkarmaya çalışan seküler düşüncelere sırtını döner.
Yani besmele çeken insan; “Ben bu işimi Yüce Allah ile irtibatlandırıyorum.” demekte ve böylece dünyevî düşüncelerin huzursuzluğundan kurtularak kutsal olanla ilâhî bir bağ kurmaktadır. Bu anlamıyla besmele her işte bir hatırlayış ve Yüce Allah’la olan bir rabıtadır.
Kur’ân’da bir istisna hariç bütün sûrelerin başında bu iki sıfatın zikredilmesi bütün sûrelerin besmele bağlamında tefsir edilmesinin gerekliliğine işaret eder. Yani âyetler hangi konuda olursa olsun, baş kısmında “Rahmân” ve “Rahîm” ismi olduğuna göre, “rahmet” faktörü es geçilmeden anlaşılmalıdır. Buna göre biz bütün sûreleri anlamaya çalışırken, onları Yüce Allah’ın geniş rahmeti bağlamında anlamaya çalışırız.
Bu bakış açısıyla baktığımızda İslâm’ın hırsızlığa ve iffetsizliğe verdiği ağır cezaların arka planında bile bir “rahmet” tecellisi olduğunu görürüz. Belki bu cezalar o suçları işleyenler için birer azap anlamına gelse de, genel olarak insanların mal ve can güvenliği veya ahlaki tekâmüllerini sağlıklı bir şekilde sürdürme hakkı düşünüldüğünde bu cezaların topluma bir rahmet olarak yansıyacağı söylenilebilir.
Hamd Âlemlerin Rabb’inedir
Hamd sevgi ile birlikte, tazîm ve saygı göstererek güzellikle övmek demektir. Hamd zemmin zıddı olup şükürden daha umumî bir mâna ifade eder. Çünkü şükür nimet karşılığı olur, hamd ise böyle değildir.[2] Nimetin olması şükrü gerektiren bir durumdur. Sûrede hamd ve nimetin bir arada zikredilmesi de buna işarettir.
Burada “terbiye” kelimesiyle aynı kökten gelen “Rab” isminin kullanılması ile Yüce Allah’ın hak ve batılın, iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın belirleyicisi olan ahlâkî değer ölçütlerini koyarak, insanları böylece terbiye ettiğine işaret edilmektedir. “Rab” ismi aynı zamanda da “düzen koyucu” anlamına da gelmektedir. Bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün âlemlerdeki düzenler O’na aittir. Dünyada, âhirette ve bunun dışındaki bütün âlemlerde düzen koymak sadece O’na aittir.
Bu anlamda O bütün zamanı ve mekânları kuşatan bir varlıktır. Dolayısıyla O, bütün âlemlerin (on sekiz bin âlemin) kuşatıcısı olduğu gibi, zaman bakımından da “Rahmân” olarak dünyevî zamanı, “Rahîm” olarak hesaptan sonraki zamanı ve din gününün sahibi olarak da hesap gününü kuşatmaktadır.
“Âlemler” ise Yüce Allah’ın dışındaki her şeydir. Canlı veya cansız, gördüğümüz veya göremediğimiz bütün varlıklar bu kavramın içine girmektedir. Dolayısıyla Yüce Allah’ın “Âlemlerin Rabb’i” oluşu, âlemler üzerinde otorite sahibi olduğunu ifade etmektedir.
“Âlem” kelimesi “alâmet” kelimesinden gelir. Burada “âlem”, Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine bir alâmettir. Dolayısıyla bir bakıma O’nun Rabbü’l-âlemîn oluşu bu alametleri ortaya çıkartması ve bunlardaki düzeni insanların idrakine sunması demektir bir anlamda.
“Rabbü’l-âlemîn” oluşundan aynı zamanda Rabb’imizin sadece Arapların Rabb’i değil, Türk’ün veya herhangi bir milletin Rabb’i değil âlemlerdeki herkesin Rabb’i olduğunu anımsarız. Tıpkı “Rahmete’l-lilalemin” yani “Âlemlere Rahmet” olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bütün insanlığa ve bütün yaratılmışlara bir rahmet olduğu gibi...
O Rahmân ve Rahîm’dir
Burada iki tane “ra-hi-me” kökünden gelen kelime vardır. Rahmân ve Rahîm ilâhî sıfatlarının her ikisi de “bağışlama”, “merhamet”, “şefkat” anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mânâ ifade eden rahmet isminden (bu ismin mastarından) türetilmişlerdir.
Yüce Allah’ın “Rahmân” oluşunun mânâsı, dünyada bütün insanlara merhamet ederek nimet vermesi; “Rahîm” oluşu ise âhirette sadece mü’minlere merhamet etmesidir. Araf 156’da Yüce Allah şöyle buyurur: “Rahmetim her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.” Bir hadis-i şerifte ise, Yüce Allah’ın rahmetinin gazabından çok olduğu bildirilmiştir.[3]
Sûrenin başında besmeledeki Rahmân ve Rahîm sıfatlarının zikrinden sonra burada bir kez daha bu iki sıfatın zikredilmesi, mushaftaki ilk âyetler olması hasebiyle manidardır. Bu âyette Rahmân tüm şefkat ve merhametiyle sûreye “Er-Rahmân” ve “Er-Rahîm” mühürlerini bir kez daha basmış ve rahmetinin kuşatıcılığını bir kez daha göstermiştir.
Sevgi ve şefkatten bağımsız bir merhamet ise düşünülemez. Zira Rabbü’l-âlemîn, kullarını çok sevmekte ve onlara şefkat göstermektedir. Kur’ân’ın bütün bu öğütleri vermesinin asıl nedeni de insanların kendi ayakları ile ateşe doğru gitmelerine engel olmaktır. Kur’ân’ın, insanların imana ermesi için bu kadar çok delil getirmesinin nedeni de işte budur. Rahmân ve Rahîm isimleri tüm mahlûkat için bir şefkat kanadıdır.
[1] 15/Hicr, 87.
[2] Bkz; Muhammed Ali Es-Sabunî, Safvetü’t Tefasir, c. 1, s. 34.
[3] Bkz; Buhari, Tevhid, 15.
Aydın BAŞAR
YazarSultan II. Mahmud’un, kızları içerisinde en uzun ömürlü olanıdır. 23 Mayıs 1826’da II. Mahmud’un ikbâli Zer-nigâr Hanım’dan dünyaya gelmiştir. “Doğruluğu gösteren” anlamına gelen ismini, babası II. Ma...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Yüce Allah’a kulluk eden bir mü’min mutlak manada başka yerlerden medet umamaz ve yardım isteyemez. Beş vakit namazlarında, “Yalnız sana kulluk eder yalnız senden yardım dileriz.”[1] diyerek Allahu Te...
Yazar: Aydın BAŞAR
“Yoktan yaratmak” ve “vardan yaratmak” olmak üzere Allah’ın yaratması iki şekildedir. “Allah yoktan yarattı” denildiği zaman bu sözden Allah’ın hiçbir hammadde olmadan bir şeyi yarattığı anlaşılır. Ku...
Yazar: Aydın BAŞAR
Yüce Allah Enbiya Sûresi’nin 16. ayetinde; “Biz yeri, göğü ve arasındakileri eğlence olsun diye yaratmadık.” buyurarak kâinatın yaratılışında bir takım hikmetlerin bulunduğunu ifade eder. Burada insan...
Yazar: Aydın BAŞAR