Vakıf Denince Aklımıza Gelenler
Vakıf denince çoğu kere pek çoğumuzun aklına bir türbe, bir dergâh yahut tarihi bir yapı gelir. Evet, doğrudur bunlar hep vakıf eserleridir. Ama vakıf hepimizin hayatının pek çok alanını kuşatan bir kavramdır. Bir hizmetin vakıf olması için ille de duvarında “Vakıf eseridir.” yazması yahut başında bir vakfiyesi olması gerekmez. Şöyle ki:
Hepimiz okullara gittik, sıralarda oturduk, okulu bütün müştemilâtı ile kullandık. Peki, hiç düşündük mü kamu hizmeti veren okul kimin malı? Elbette tüyü bitmemiş yetimin hakkını da bağrında barındıran kamunun malıdır ve vakıftır. Peki hiç düşündük mü, okulun herhangi bir malına zarar vermek, sırasını çizmek, duvarına yazı yazmak, onu hoyratça kullanıp tüketmek vakıf malına zarar vermektir?
Hepimizin yolu camiye düşmüştür. Cami bütün müştemilâtıyla vakıftır. Peki caminin kapısını sert çarparken, tuvaletini hoyratça kullanırken, şadırvanından müsrifçe su akıtırken vakıf malını tüketiyoruz, belki de vakıf malına zarar veriyoruz? Aramızda yaşayıp caminin hayır kasasını soyanların, şadırvanından muslukları söküp gidenlerin kulakları çınlasın! Cami arazisini satın alıp üzerine oturanların da vicdanları sızlasın! Bu kadar insanın hakkına girmenin hesabını onlar nasıl verecekler?
Hemen hepimiz bir belediye otobüsüne yahut bir yolcu trenine binmişizdir. Peki bindiğimiz vasıtanın koltuğuna zarar verirken, bir tarafını tırnağımızla yahut çakımızla çizerken kamu malına, vakıf malına zarar verdiğimiz hiç aklımıza geldi mi?
Bir terminal yahut gar veya bir havaalanı lavabosunu kullanırken suyu sonuna kadar açıp akıtırken, peçete havlusunu tomar tomar kullanırken vakıf malını kullandığımızı hiç düşündük mü? Kendi evimizde yahut iş yerimizde bunları bu kadar müsrifçe kullanabilir miyiz?
Arabamızla giderken indirdiğimiz camda yola boşalttığımız kül tablamızla yahut attığımız bir çöple pek çok insanın gelip geçeceği yola ve dolayısıyla bir vakıf alanına zarar verdimizi hiç akıl edebildik mi?
Hepimiz bir park alanında yahut bir cami avlusunda bir bank üzerine oturmuşuzdur. Peki hiç düşündük mü kamunun malı olan o park alanındaki çocuklar için yapılmış salıncakta ağır kilomuzla sallanmak isteyip o araçlara zarar verdiğimizde, oturduğumuz banka zarar verdiğimizde, parkın ağacına/çiçeğine zarar verdiğimizde vakıf malına zarar verdiğimiz hiç aklımıza geldi mi?
Evimiz yahut dükkânımızın önünden geçen yolu izinsiz ve gereksiz kazdığımızda, oraya bir kazma vurup zarar verdiğimizde vakıf malını incittiğimiz hiç aklımıza geldi mi? Arabamızla bir trafik levhasını örseleyip “Nasıl olsa kimseler görmedi.” diyerek geçip gittiğimizde vakıf malına hasar verdiğimiz aklımıza geldi mi? Yollardaki trafik levhalarını hedef tahtası olarak kullanıp silahıyla delik deşik edenler, yaptıklarının yanlarına kalacağını, bunun bir gün hesabının sorulmayacağını mı sanıyorlar acaba?
İçme suyu olarak yapılan bir sokak çeşmesinde araba yıkadığımızda yahut suyunu israf ettiğimizde bir vakıf malını, belki de onu vakfedenin ruhunu incittiğimizin farkında mıyız?
Evet, vakıf kavramı hepimizin bütün hayatını kuşatmış geniş bir kavramdır. Yeryüzünün en önemli ve en eski mabedi olan Kâbe’nin, Hz. Âdem tarafından inşâ edildiği ve onun Beytullah/Allah’ın Evi olarak isimlendirildiği düşünülürse, ilk vakfın ilk insanla başladığı ve ibâdet temeline dayandığı kolayca anlaşılır.
Onun için İslâm hukukçuları, vakıfta kurbeti, yani vakfın Allah’ın hoşnutluğunu kazanarak O’na yakın olma arzusu ile yapılmış olmasını vakfın temel şartı saymışlardır. Dolayısıyla vakıf, Kur’ân’da ısrarla üzerinde durulan sadaka ve infakın kurumsallaşmış ve devamlı hâle getirilmiş şeklidir. Vakıf, Allah’ın rızâsını ve âhiret saâdetini kazanmak için yaratılanların hayrına adanmış işlerin bütününün ortak adıdır.
Bir tarihçimizin tesbitinde olduğu gibi:
“Vakıflar sayesinde kişi vakıf bir yerde (hastane) doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf mallardan yer içer, vakıf kitaplardan okur (kütüphane), vakıf bir medresede (okullar) okur veya hocalık eder, vakıf idaresinden ücretini alır ve öldüğü zaman kendisi vakıf bir tabuta konulur, bir vakıf mescidinde namazı kılınarak vakıf bir mezarlığa gömülür.”[1]
Vakıf duâ ve bedduâlarının keskinliğini hepimiz biliriz. Her vakıf yapan kişi, vakıf malını koruyup kollayanlar yanında, ona zarar verebileceklerin de olacağını düşünerek vakıfnâmelerine duâ ve bedduâlarla sonlandırırlar. İşte size meşhur bir vakıfnâme örneği:
“Her kimse ki; vakıflarımın bakâsına özen ve gelirlerinin artırılmasına itinâ gösterirse, bağışlayıcı olan Allahu Teâlâ’nın huzurunda ameli güzel ve makbul olup, mükâfatı sayılamayacak kadar çok olsun, dünya üzüntülerinden korunsun ve muhafaza edilsin.
* * *
Allah’a ve Âhiret gününe inanan, güzel ve temiz olan Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’i tasdik eden, Sultan, Emir, Bakan, küçük veya büyük (yetkili-yetkisiz) herhangi bir kimseye, bu vakfı değiştirmek, bozmak, nakletmek, eksiltmek, başka bir hâle getirmek, iptal etmek, işlemez hâle getirmek, ihmal etmek ve tebdil etmek helâl olmaz.
* * *
Kim onun şartlarından herhangi bir şeyi veya kâidelerinden herhangi bir kâideyi bozuk bir yorum ve geçersiz bir yöntemle değiştirir, iptal eder ve değiştirilmesi için uğraşır, fesih edilmesine veya başka bir hâle dönüştürülmesine kasdederse, haramı üstlenmiş, günaha girmiş ve ma’siyetleri irtikâp etmiş olur.
Böylece günahkârlar alınlarından tutularak cezâlandırıldıkları gün Allah onların hesabını görsün. (Cehennem bekçisi) Mâlik onların isteklisi, zebânîler denetçisi ve cehennem nasibi olsun. Zira Allah’ın hesabı hızlıdır. Kim bunu işittikten sonra, onu değiştirirse onun günahı, değiştirenler üzerindedir. Kuşkusuz O, iyilik edenlerin ecrini zâyi etmez.”[2]
Bu duâ yahut bedduâları yapanlar genellikle, sırf Allah rızâsı için kazandıklarını vakfetmiş hayır sahibi, sâlih insanlardır. Geride amel defterlerine hayırların yazılması için kalıcı eserler bırakıp gitmiş kendileri de vakıf insan olan âhiret adamlarıdır.
Yaptıkları hizmetler, kamu yararına olan hizmetlerdir. Camiler, hanlar, hamamlar, hastane, medreseler, çeşmeler, yollar, köprüler vb. Yani bu hizmet alanlarını âtıl hâle getirmek onlara yapılacak hayır duâlarını engelleme yanında, aynı zamanda onlardan faydalanacak yüzlerce kişinin de hakkına tecâvüz demektir.
Bugün vakfedilmiş, vakfiyesinde bu duâ ve bedduâların yer aldığı pek çok vakıf yeri, gayesinden uzaklaştırılmış, talan edilmiş, özel mülkiyet hâline getirilmiş vaziyette ise bu duâ ve bedduâlar o yazılı satırlarda mı kalacaktır! Elbette ki hayır. İhlas ve samimiyetle yapılan hiçbir duâ karşılıksız kalmaz.
İşte size küçük bir bilgi:
Cumhuriyetin ilk yıllarında vakıf mallarının tasfiyesi sırasında Urfa’da 45 camiden 38’i satılmış; İzmir Tire’de 44, Edirne’de 100’ün üzerinde cami ve mescid, Gaziantep’te 35 cami ve 42 mescid satılmıştır. Diğer il ve ilçelerde de durum pek farklı değil. 1926-1972 yılları arasında 494 cami arsası, 722 mescid arsası, 598 cami ve 995 mescid satılmış. Hayrat arsasının en fazla satıldığı şehir olan İstanbul’da 386 eser satılmıştır.[3]
Peki, bu talan edilen vakıfların bedduâları havada mı kalıyor yahut talan edenlerin yaptıkları yanlarına mı kalacak? O hayır sahibi sâlih insanların bu yakarışları karşılıksız mı kalacak sanırsınız? Elbette hayır.
Peki, bu lanetler nasıl yansır, ucu kimlere dokunur, hiç düşündük mü? Ben inanıyorum ki, sağanak sağanak yağan bu bedduâlar toplum olarak hepimize yansıyor. Her alanda bereketsizlik, güvensizlik, geçimsizlik, huzursuzluk, hastalık, kaza, belâ, tabiî âfetler ve benzeri şeyler olarak yansıyor.
Ve ben yine düşünüyorum ki, son zamanlarda vakıfları asliyetine döndürme adına yapılan imar ve ihya çalışmaları bereket olarak hepimize dönüyor. Yağan bereket yağışlarının, ülkemizde pek çok alanda yaşanan güzel gelişmelerin arka planında bu çabalar var diye düşünüyorum. Zira bu çabalar, kısmî olarak bile olsa bedduâları durduruyor, ihlaslı duâların işlemesine zemin hazırlıyor.
O hâlde, bereket yansımalarını artırmak için daha fazla çalışmalıyız. Hepimiz çalışmalıyız, durmadan dinlenmeden çalışmalıyız. Rabb’imizin buyrukları doğrultusunda:
“İyilik ve takvâ konusunda yarışın birbirinizle.”
“Ama sakın kötülük ve düşmanlık konusunda yarışmayın!”[4]
“Çalışanların dünya ve ahret mükâfatları ne güzel, ne bereketlidir!”[5]
“Çalışanlar bunun için çalışsın[6], yarışanlar bunun için yarışsın!”[7]
Unutmayalım Vakıf, mülkü duran, fakat hizmeti durağan olmayan, sürekli akan, hizmet halinde olan bir kuruluştur. “İnsan öldüğü zaman ameli kesilir/sona erer. Ancak şu üç şeyin sevabı devam eder: Sadaka-ı câriye, faydalanılan ilim ve kendisine duâ eden evlat.”[8] Bir malı mahlûkâtın yararına vakfetmek önemlidir, vakfedilenleri korumak da bir o kadar önemli ve gereklidir.
[1] Kayaoğlu İsmet, İslâm Kurumları Tarihi, Ankara, 1980, s, 148.
[2] Kânûnî Vakfiyesinden.
[3] Gazeteler.
[4] 5/Mâide, 2
[5] 29/Ankebût, 58
[6] 37/Saffât 61
[7] 83/Mutaffifîn, 26
[8] Müslim, Vasıyyet 14; Ebû Dâvud, Vesâya 14; Nesâi, Vesâya 8.
Ali AKPINAR
Yazarİslâm, madde ile mânâyı birlikte ele alır. İnsan beden ve ruhtan oluşmuştur. Yüce Yaratıcı, ilk insanı çamurdan önce bedenini yaratmış, ardından ona ruh vermiştir. Yani insanın maddesi önce şekillenmi...
Yazar: Ali AKPINAR
Seyyid Osman Hulûsi Efendi Dîvân’ında bizleri kâinat kitabını okumaya davet etmektedir. Âlemde zuhûr eden ilâhî tecellîleri idrak edip bizlerden varlığın sırrını çözmemizi istemektedir. Şiirlerinde he...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Hemen hemen hepimizin şikâyetidir, ibâdetlerden lezzet alamamak. “Ben namazlarımı âdâbına uygun şekilde kılmaya gayret ediyorum, ancak bir türlü dünyadan kendimi koparamıyorum.” diyenimiz çoktur. “Niy...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Bizim medeniyetimiz; iyilik yapmak, hayır işlemek, huzuru temin etmek, insanların mutluluğuna vesile olmak gibi güzel bir anlayışın üzerine inşa edilmiştir. İnsan olarak görevimiz; yaşadığımız t...
Yazar: Kemal DEMİR