Eşyânın Künhüne Vâkıf Olmak
Seyyid Osman Hulûsi Efendi Dîvân’ında bizleri kâinat kitabını okumaya davet etmektedir. Âlemde zuhûr eden ilâhî tecellîleri idrak edip bizlerden varlığın sırrını çözmemizi istemektedir. Şiirlerinde her an gerçekleşen tecellîlerle âlemdeki yaratılış seyrinin kusursuzca devam ettiğini dile getirmektedir.
Kudreti mükemmel, irâdesi yerinde, hikmetinden sual olunamayan Allahu Teâlâ mutlak ve sonsuz güzelliğini âlem aynasında yansıtmış, âlemde kötülüğün değil iyiliğin, kaosun değil âhengin, rastlantının değil, bir irâdenin tezâhür ettiğini vurgulamıştır.
Hubbî teveccühle zuhûr eden âlemi nefes-i Rahmân’ın bir tecellîsi olarak görmüştür. Gizli bir hazîneyken bilinmek isteyen Allahu Teâlâ’nın esmâ ve sıfatları âlemdeki yansımasıyla bilinir ve idrâk edilir hâle gelmiştir. Dolayısıyla âlemin yaratılışı bir rahmet eseri, bir sevgi yansımasıdır.
İlâhî isim ve sıfatların tezâhür ettiği bir mazhar konumundaki âlem aynası, bizlere her şeyin bir görüntüden ibaret olduğunu, o yansımanın arkasındaki varlığın hakîkatini yansıttığını haber vermektedir. Nesnel dünyadaki her bir suret, hâdis varlıklar olup sonradan varlık kisvesine büründürülmüş ve muvakkat bir süreyle hayâtiyet kazanmıştır.
Âlem aynası bizlere tek ve mutlak varlığın sadece Allah olduğunu ayan beyan ızhâr kılmaktadır. Aslında birer yokluktan ibaret olan mevcûdâtın O’nun kudret ve irâdesiyle varlık kazandığını beyan kılmaktadır. Allah’ın dışındaki hiçbir varlığın kendine mahsus bir gerçekliği yoktur. Onların her birisi varlık kisvesine büründürülmüş yoklar mesâbesindedir. Onların varlıkları ârızî ve izâfîdir. Her şeyi Hakk’ın tecellîsinden ibaret gören Osman Hulûsi Efendi;
İşit âşıkların sırrını ta’n eyleme ey ihvân
Veren aşk u muhabbeti değil mi Hazret-i Sübhân
Tecellî eder ol Mevlâ cemâl-i yârdan âşıka
Görünen ol gören oldur hemân âşıklara her ân
Görününce kılar cân u dili hayrân cemâline
Cemâl-i zâtını âşık gözüyle eder ol seyrân
Bu zevki nice versin âşık olan hûr u gılmâna
Tecellî eyleyen mahbûba kuldur hurî vü gılmân
Bu ihsâna eren âşıklara hergiz memât olmaz
Ölür mü hîç zülâl-i feyz-i Rabbânî içen bir cân
Hulûsî’ye Hudâ’sı böyle bir ihsân eder ise
Eğer dünyâ vü ger ukbâ dilemez başka bir ihsân[1]
şiiriyle kâinat kitabını hakkıyla okuyabilen âşıkların seyrine bizleri tercüman kılmaktadır. Yaratılışın sırrını aşk ve muhabbette görmektedir. Mevcûdâtın aşktan zuhûra geldiğini, âlemin baştan sona bir rahmet eseri olduğunu, Hakk’ın rahmetiyle varlığa anlam kattığını belirtmektedir.
Âlem aynasında görenin de görünenin de O olduğuna vurgu yapmaktadır. Kâinatta tecellî eden ilâhî hakîkatleri görebilenler bu mükemmelliğe hayran kalmakta, sonsuz güzelliği temaşa kılmakta, Mutlak Güzel’in kemâlini idrâke koyulmaktadır.
Osman Hulûsi Efendi aşkı yaratılışın, hayatın ve varlık serüveninin âdetâ merkezine oturtmuştur. Âlemde var olan her şey bize O’nu hatırlatmaktadır. Âlemin seyrini müşâhede edebilenler mârifetullaha ve muhabbetullaha kolayca ermiş olurlar. Allah’ın âlemde sevgiyle tecellî edişine Hulûsi Efendi şu şekilde dikkatimizi çekmektedir:
Aşk u muhabbet ezelî sıdkı bütünlerde bütün
Sırr-ı ruh-ı lemyezelî sıdkı bütünlerde bütün
İlm ile irfân arasan gevher-i pür-kân arasan
Derdliye dermân arasan sıdkı bütünlerde bütün
Yârı gören dîde-i aşk varı veren sîne-i aşk
Gevher-i sencîde-i aşk sıdkı bütünlerde bütün
Kenz-i Hudâ’nın güheri mâye-i zâtın eseri
“Men aref”in hoş haberi sıdkı bütünlerde bütün
Âdemi ikmâle sebeb lâzım olan cümle edeb
Hulûsî’yâ bak gör ki hep sıdkı bütünlerde bütün[2]
Sıdkı şiâr edinenler aşkın ezelî olduğunu idrak ederler. Sıdkı tam olanlar ruhun ezelî sırrına giriftâr olurlar. İlmin, irfanın, dermanın, müşâhede ehlinin, aşk yolcularının aradığı iksir kenz-i mahfî gerçeğidir. “Men aref” düstûruna giriftâr olanlar hakîkatin seyrine koyulmayı dert edinirler. Beşerken insan olmaya, ademken Âdem olmaya, serâpâ edep kesilip irfan mektebine kaydolmaya özen gösterirler.
Varlık probleminin çözümünü feyz-i ilâhînin idrakine bağlayan Osman Hulûsi Efendi, zât, sıfat, isim ve fiil tecellîsiyle füyûzâtın sürekli bir akış hâlinde olduğundan bahsetmektedir. Her varlık istîdâdı, kapasitesi ve yeteneği oranında bu feyizlerden istifâde etmektedir. Varlık feyzine mazhar olabilmek için vuslat arzusuna giriftâr olmak gerektiğini bizlere beyan etmektedir. [3]
Nesnel dünyanın bir gerçekliğinin olmadığından bahseden, şehâdet âlemini bir gölge, hayal ve vehimden ibaret gören Osman Hulûsi Efendi mahsûsât/duyular âleminin varlığını Hakk’a muhtaç olarak görmekte, sûretler dünyasına aldanmamamız gerektiğini ve sûretler dünyasının gelip geçici bir özelliğe sahip olduğunu vurgulamaktadır.
Mevhûm olan vücûdda ne şuhûd ola
Vücûd olmaz yâr şuhûd bula vücûd ola[4]
hatırlatmasında bulunan Hulûsi Efendi hayalden ibaret nâsût âlamine varlık iddiasında bulunmanın yersizliğine vurgu yapmaktadır. Nâsût âleminin oluş seyrini müşâhede ederek varlığın idrak edilmesini istemektedir. Sûretler âleminin ne denli hayal ve gölgeden ibaret olduğunu ise o şu şekilde dile getirmektedir:
Bu zâhirin âlâyişi derd-i gamı hâli
Bu dağdağanın mülkü evlâd u ayâli
Bu mezraanın harmân-ı mevhûmu hayâli
Ma'lûm iken ey çeşm-i gazâl hicr ü visâli
Ey kâşı keman ya ne içün yâra gücendin[5]
Kâinata rahmet nazarıyla bakan âşıklar eserden müessire giderler. Görünene değil eşyânın künhüne nâil olmaya çalışır. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, yaratılmış bulunan her şey kendinde saklı bulunan cevhere işarette bulunmaktadır. İnsan da kendi mevhum benliğini ortadan kaldırsa içinde sakladığı hakîkat cevherini ortaya çıkarır.
Hulûsi Efendi bid’atlerin girdabına düşenlerin ve idrakten yoksun olanların bir türlü fark edemedikleri ilâhî tecellîlerin farkında olmaya bizleri şu şekilde davet etmektedir:
Eskiler yenilenir hep yeni âdetler gelir
Şer’-i pâke uymayan bin türlü bid’âtlar gelir
Sâni’in her zerrede esrârın fehm eylemez
Küfr ü inkâra düşer Hakk’a cehâletler gelir
Sen Hudâ’nın hikmetin idrâke sarf et himmetin
Çünkü dünyâdır döner şeksiz nedâmetler gelir
Sanma bu devr-i zamânın hâlinin îcâbıdır
Var olaldan kâinât bin türlü san’atlar gelir
Akl-ı insân zerrenin künhüne vâkıf olmadan
Der şuyum buyum susar sonsuz nihâyetler gelir
Vâkıf-ı esrâr olan açmaz mezâhir perdesin
Şeş cihetden görünen varlık o vahdetler gelir
Muhlisân-ı ehl-i ümmetden nedâmetler doğar
Hakk’ı takbîh eyleyen türlü fazâhatlar gelir[6]
Onun bu davetine candan kulak verdiğimizde kâinatın mûcizelerle dolu, hikmetlere sahne, güzelliklere teşne olduğunu belirtmektedir. Zerreden küreye bütün eşyânın hikmetine râm olursa akıl sonsuzluklar karşısında susup hayrete bürünür.
İlâhî sırlara âşinâ olanlar varlık perdesini ortadan kaldırmaz, şeş cihetten görünen varlıkların aslında vahdetten meydana geldiğini, kesrette kaybolmadan vahdetin deryâsına dalmak gerektiğini vurgulamaktadır. Samîmî olanlar gaflet ve perişanlıklarına pişman olurlar. Hak ve hakîkati göremeyenler ise nice zahmet ve sıkıntılara maruz kalır.
[1] Osman Hulûsî-i Dârendevî, Dîvân, s. 225.
[2] Dârendevî, Dîvân, s. 234.
[3] Vahdet-i feyz-i vücûdu hak-şinâs olan dilin
Bu mezâkın âşinâsı vuslat-ı dil-dâra bend. Bkz. Dârendevî, Dîvân, s. 38.
[4] Dârendevî, Dîvân, s. 375.
[5] Darendevî, Mektûbât, s. 16.
[6] Dârendevî, Dîvân, s. 89.
Kadir ÖZKÖSE
Yazar1. Hâlin sînemde lâle tek dağ ilen nişân ederKemân ebrûların kâme yetürüp kaddim kemân eder2. Mest gezdirir fettân mest çeşmin gönlümüRüsvâ kılıp râzını halka dâsitân eder3. Verdi fenâya nakd-i ömrümü...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Allah rahmetiyle âlemleri kuşatmaktadır. Allah’ın rahmeti kullarını çepeçevre sarmalamaktadır. Verici olarak Allah rahmetini sonsuz ve devamlı kılmaktadır. Ancak alıcı olarak insanın rahmeti talep etm...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Daha dünyaya adım atmadan, anne karnına düştükten sonra Allah’ın Rahman isminin tecellîsi olarak annelerimize verilen rahmet ve şefkat duygusu ile sevgi içinde, güzel duygularla dünyaya gelebilmemiz i...
Yazar: Erol AFŞİN
Ahmed-i Yesevî, hikmetlerinde bizlere Kur’ân’ın öngördüğü zikir ibâdetini gündemde tutmakta, inananların zikirle uyanışa ermelerini öngörmektedir. Ahmed-i Yesevî, konuyu özellikle şu beş ana noktada e...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE