Kaygusuz Abdal ve Gönül Eğitimi
Kaygusuz Abdal, Bektaşiyye Tarikatı’nın ve tekke edebiyatının en önemli simalarından birisidir.[1] XIV. yüzyıl sonu ile XV. yüzyılın birinci yarısında yaşayan, Teke ili Alâiye Sancağı Beyi’nin oğlu olduğu söylenen Kaygusuz Baba’nın iyi bir tahsil gördüğü, ata binmek, ok atmak ve kılıç kuşanmak gibi konularda da mâhir olduğu nakledilmiştir.[2]
Kaynaklarda babasının adı, Alâiye Beyi Hüsâmeddin Mahmud dedesinin adı ise Alaeddin b. Yusuf olarak geçmektedir.[3] Menâkıb-nâme ve Kasîde-i Dolab adlı eserlerinden Kaygusuz Abdal’ın adının Alâeddin Gaybî olduğu anlaşılmaktadır.[4]
Kaygusuz Abdal, anlatılan menkabeye göre, Abdal Musa’yı bir av esnasında geyik suretinde görmüş, bu geyiği takip ederek Abdal Musa’nın dergâhına ulaşarak ona mürid olmuştur.[5] Yine anlatılanlara göre şeyhi “Gaybî, kaygıdan reha buldun, şimdiden sonra Kaygusuz oldun.” hitabıyla Gaybî’ye “Kaygusuz” mahlasını vermiştir.[6]
Kaygusuz Abdal, bir müddet dergâhta bulunup icazet aldıktan sonra hac vazifesini yerine getirmiş, bu vazife için Hicaz’a giderken Mısır’a uğramış ve burada tekke açmıştır. Hac ziyaretinden sonra Şam’a uğrayan Kaygusuz Abdal, 1424-1430 yılları arasında Edirne, Yanbolu, Filibe ve Manastır gibi birçok merkezi ziyaret etmiştir.[7]
1444’te vefat ettiğine dair Mısır’daki son Bektaşî şeyhlerinden Ahmet Sırrı Baba’nın (ö.?) verdiği bilgi ihtiyatla karşılanmış, kesin olarak vefat tarihi bilinmemekle birlikte 1425 ile 1431 tarihleri arasında hayatta olduğu yönündeki bilgi tercih edilmiştir.[8] Kabrinin Mısır’da Mukattan Dağı eteklerinde olduğu[9] ve Elmalı’ya bağlı Tekke Köyü’nde bulunan Abdal Musa Türbesi’nde olduğu yönünde iki farklı görüş vardır.[10]
Velûd bir yazar olan Kaygusuz Abdal’ın Dîvân, Gülistan, Mesnevîler,[11] Gevher-nâme,[12] Minber-nâme,[13] Dolab-nâme, Vücûd-nâme,[14] Risâle-i Kaygusuz Abdal, Kitâb-ı Miglata, Saray-nâme,[15] Dil-Güşâ[16] ve Budala-nâme adlı eserleri bilinmektedir.[17]
Kaygusuz Abdal ve Gönül Eğitimi
Kaygusuz Abdal, menkabevî hayat öyküsü, sembolik unsurlar içeren anlatım şekli ve ifadesindeki berraklığı ile geniş kitleleri etkilemeyi başarmış biridir. O vahdet, aşk ve gayret üzerine gönül eğitimi düşüncesini kurgulamıştır. Ona göre abdal, dünyadan habersiz kalacak kadar kendini ahirete, gönlünü Hakk’a veren safderûn kimse demektir.[18]
Derviş ise doğru ve az söz söyleyen,[19] aşk deryasında mesafe kat eden,[20] nefis bataklığından sabırla kurtulmuş,[21] Hz. Ali (k.v.) gibi halvet ve içten yakarış ile kulluk şuuruna ulaşmış kimsedir.[22] Kaygusuz Abdal, manevî bir rehberin kılavuzluğuna başvurmanın öneminden de bahsetmiştir.
Ona göre kişi vâsıl-ı illallah olmak için bildiğinden vazgeçmeli ve bir mürşid-i kâmilin elini tutmalıdır.[23] Ona göre mürşid-i kâmil, özünü bilmiş, Hakk’ı öz şehrinde bulmuş, her şeyi sıfatından kurtarıp Hakk’ın sıfatına girmiş, kabz ve bast ehli olmuş kimsedir.[24]
Mürid, şeyhin elinde dünya ve âhiret marazlarından kurtulmalı ve her hâliyle Hz. Muhammed (s.a.v.)’e benzemelidir.[25] “Zinhâr ögüt bildigini düşme inâda bir pire iriş ki iresin sırr-ı ma‛âde.”[26] ifadelerinde de görüldüğü gibi, Kaygusuz Abdal benlik davasından vazgeçmeden gerçek kulluk sırrına ulaşmanın mümkün olmadığını savunmuştur.
Kaygusuz Abdal’ın bakış açısına göre gönül, ilahî tecellîlerin merkezi ve kişiyi rıza-yı ilâhiyyeye kavuşturacak tek merkezdir.[27] O, “Göz ile görüp gönlüm ile iman ettim.”[28] diyerek gönlü hikmet ve marifet çeşmelerine sahip, kişinin en özel sermayesi olarak gördüğünü ifade etmiştir.[29]
Ona göre, gönlün bildiğini dil ifadeden âcizdir. Gönül, Hakk’ın kendisi için yarattığı bir tecellî mekânı[30] olduğu için burası Hakk’ın gayrısı ne varsa her şeyden temizlenmesi gereken bir yerdir.[31] Kaygusuz Abdal, “Gönlü sana çevir gel gönül gözü ile bak ve gönül kulağıyla dinle.”[32] ve “Ya Rab, bu sır ki gönlümde ayandır.”[33] sözleri ile gönlün yakinî iman ve tecellîlerle bezenmesi gereken yapısına da dikkat çekmiştir.
Abdal’a göre gerçek zâhidlik libas ile değil nefsin elinden kurtulup Allah Teâlâ’ya kul olmakla mümkündür.[34] Kaygusuz Abdal, “Nefsini bilen kişi kâmil insân olur rabbini bi-şekk bilûr âlem-i irfân olur.”[35] ifadesiyle nefsin Hakk’ı bilmenin önündeki en büyük engel olduğunu dile getirmiştir.
O, “Ömür bâkî değil, nefis vefâlı değil.” vurgusuyla da nefsin hîle ve tuzaklarına karşı dikkatli olunması gerektiğini ifade etmiştir.[36] Eşyanın hakikatlerini, özelliklerini, yaratılış nedenlerini, eserlerini, etkilerini bilmek ve ona göre amel etmek anlamlarına gelen hikmet kavramı,[37]
Kaygusuz Abdal'ın özel olarak üzerinde durduğu terimlerden biridir. O, “Muhabbeti aramak iyû hâlidir bunların zıddı harablıkdır andan sonra nâ-hakk işlerden sakın ibret ile bak hikmetle söyle her yirde edeb birle, debren aşagı yukaru gözleyüb hodbinlik eyleme Hakkı her yirde hâzır bil yâre yoldaşa emîn ol câhile hilm ile söyle ârifler katında sâkin ol bir söz ki senden sorulmaya söyleme ve eger sorsalar bilürsende muhtasar söyle ve eger bilmezsen özünden söz düzüb söyleme ve kimseye imtihan ile söz sorma eger sorarsan kabul it inad ve mücâdele itme zira bu sarayun sâhibi var bu sarayda hüdânun hikmeti çokdur bu saray ve bu bâr-gâh anundur eger kul isen edeb bekle kulluk hâlünce depren ve eger sultansan mülk senündür pes imdi emîn ol yohsa sen seni bilmezsen ehl-i diller muhabbetine gir bir mürşid-i kâmile iriş ki sen seni bilesün.”[38] tavsiyelerinde hikmete açılan kapıları net bir şekilde dile getirmiştir.
Buna göre, hikmet denizine dalabilmek, hak olmayan işlerden uzak durmak, ibretle bakmak, kararsız yapıyı terk etmek ve kararlı olmak, Allahu Teâlâ’yı her yerde hazır bilmek, cahile yumuşak söz söylemek, arifler yanında had bilmek, sorulmadan cevap vermemek, soru sorulursa kısa cevap vermek, imtihan için soru sormamak, tartışmaya girmemek, edep ve kulluk bilincine sahip olmak ve kendini bilmekle mümkündür.
Kaygusuz Abdal’ın bireysel ve toplumsal birçok hususa vurgu yaptığı görülmektedir. Hikmet kavramının çok yönlü yapısı, Kaygusuz Abdal’ın hikmete ulaşmak için sıraladığı hususlarda da açıkça görülmektedir.
Kaygusuz Abdal, gerçek varlık ve tecellî fikriyle âlemi temaşa etmiş ve Allahu Teâlâ’nın dışında gerçek bir varlık olmadığı, nihayetinde görünen her şeyde O’nun varlığını ispat eden bir kuvvenin bulunduğu kanaatine varmıştır.
Bunu, şu ifadelerinde beyan etmiştir: “Cümle âlemi kaplayûbdur ya‛ni cümle mevcudâtun vücûdında Hakk mevcûddur.”[39] Yine o, varlık penceresinden gören ve görülenin aynı kimse olduğu ve insan olarak Hakk’ın varlığına en büyük delâleti işaret etmesi bakımından insanın en değerli varlık olarak görülmesi gerektiği gibi konular üzerinde durmuştur.
Dahî hiç gayrı görünmez cihânda
Hemân Hak’dur görünen görünen her mekânda.[40]
Neye baksan görünen ol Kadîm’dir
Dahî kim var hemân Hayyü’l-alîmdir.[41]
Cümle âlem zât imiş
Deryâ-yı hikmet imiş,
Hakk ile vuslat imiş
Lâ ilâhe illallah.[42]
Kaygusuz Abdal, kendi varlığında fânî olmuş, Allah’ta bâkî bulmuş kimse olarak tanımladığı insan-ı kâmil derecesine ulaşabilmeyi ideal hedef olarak görmüştür. Ona göre, Allah Teâlâ, insan-ı kâmil sûretinde dışa tecellî etmiştir. Bu nedenle kişi nefsini bilmeli, irfan âlemine dâhil olarak Rabbini şeksiz bir şekilde idrak etmelidir.
Ona göre, kişi önce ârif, sonra âşık, daha sonra da mâşûk olmalı ki bu şekilde Makam-ı Mahmûd denilen makama ulaşabilsin. O, irfan yolcusunun kuşdilinden başka bir dille anlaşılmasının mümkün olmadığını da söylemiştir.[43]
Netice olarak belirtmek gerekirse, XIV. ve XV. yüzyılda yaşayan Kaygusuz Abdal, her ne kadar Bektaşiyye Tarikatı’na mensup olsa da edebî üslup ve tasavvufî meşrep bakımından Yunus Emre’nin takipçilerindendir. Dilindeki sadelik, ifadelerindeki anlaşılırlık ve ele aldığı konulardaki derinlik ile onun âşık olduğu kadar ârif ve hikmet sahibi bir gönül eri olduğunu da göstermektedir.
O, âleme Hak nazarı ile bakmış, eşyada Hakk’ın varlığını müşahede etmiş, eşyanın sûretinden çok hakikatine ermenin derdine düşmüştür. Ona göre mutlak varlık ancak Allah’tır. Allah’ın dışındaki her şey hayatiyetini de imkânını da O’ndan almaktadır. şehadet âleminin varlık düzeyine bu şekilde bakış açısı sergileyen Kaygusuz Abdal, varlık ağacının çekirdeğini insan-ı kâmil olarak görmektedir. Özetle ona göre insan-ı kâmil, zübde-i âlemdir.
[1] Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal (Alâeddin Gaybî) Menâkıbnâmesi, Türkiye Turizm ve Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1999, s.6.
[2] Kaygusuz Abdal, Dil-güşâ, Haz. Abdurrahman Güzel, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1999, s.11; Nihat Azamat, “Kaygusuz Abdal”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2002, c.XXV, s.74.
[3] Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal”ın Mensur Eserleri, KTB Yay., Ankara 1983, s.37.
[4] Güzel, Kaygusuz Abdal”ın Mensur Eserleri, s.3.
[5] Güzel, Kaygusuz Abdal”ın Mensur Eserleri, s.8.
[6] Azamat, “Kaygusuz Abdal”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXV, s. 84; Abdal, Dil-güşâ, s.24.
[7] Irene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, Çev. Turan A., Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2006, s.285.
[8] Güzel, Kaygusuz Abdal’ın Mensur Eserleri, s.14.
[9] Mehmet Fuat Köprülü, “Mısır’da Bektaşilik”, Türkiyat Mecmuası, Yıl: 1939, c. VI, s.14-16.
[10] İsmet Zeki Eyüboğlu, Kaygusuz Abdal, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul 1992, s.49.
[11] Zeynep Oktay, Kaygusuz Abdal’ın Mesnevî-i Baba Kaygusuz’u: Tenkitli Metin ve İnceleme, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2010, s.5-225.
[12] Mehmet Akalın, “Kaygusuz Abdal”ın Gevher-nâme”si”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, Sayı: X/1, Ankara 1979, s.189-197.
[13] Abdurrahman Güzel, “Minber-nâme ve Salat-nâme”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1984, s.29-35.
[14] Abdurrahman Güzel, “Kaygusuz Abdal’ın Vücud-nâmesi Üzerine”, Türk Kültürü, Yıl: 1979, Sayı:197, s.276-282.
[15] Kaygusuz Abdal, Saray-nâme, Haz. Abdurrahman Güzel, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989.
[16] Kaygusuz Abdal, Dil-güşâ, s.3-11.
[17] Burcu Erdem Yıldırım, Kaygusuz Baba (Abdal)”nın Budalanâme Adlı Eserinin İncelenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep 2011, s.34-40. Kaygusuz Abdal”ın Elif-nâme adlı bir eseri daha vardır. Bu eserinde Kaygusuz Abdal, Elif’ten başlayarak harfler üzerinden Hakk’ın rızasını arzulayan talibe nasihatler vermiştir. Onun bu eseri üzerinde ilk akademik çalışmayı Feridun Hakan Özkan yapmıştır. Bkz., Feridun Hakan Özkan, “Kaygusuz Abdal’ın Elif-nâmesi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, Yıl: 2012, Sayı: LXIV, s.185-198.
[18] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005, s.19; Kaygusuz Abdal, Budala-nâme, s.351.
[19] Abdal, Budala-nâme, s.116.
[20] Abdal, Aynı eser, s.124.
[21] Abdal, Aynı eser, s.137.
[22] Abdal, Aynı eser, s.143. O, şu ifadesinde bu düşüncesini dile getirmiştir:
“Derviş cümle âlemi öz vücudunda ki gördi derviş ilerû varub Hazreti Ali’nin elin öpûb eyitdi. Sultânım ben sana mürîd olurum. Zirâ erkân-ı nûra öğrenmek içûn.” Abdal, Aynı eser, s.142.
[23] Abdal, Aynı eser, s.121.
[24] Abdal, Aynı eser, s.127.
[25] Abdal, Aynı eser, s.130-131.
[26] Abdal, Aynı eser, s.118.
[27] Abdal, Aynı eser, s.98.
[28] Abdal, Aynı eser, s.99.
[29] Abdal, Aynı eser, s.101.
[30] Abdal, Aynı eser, s.102.
[31] Abdal, Aynı eser, s.103.
[32] Abdal, Aynı eser, s.104.
[33] Abdal, Aynı eser, s.146.
[34] Abdal, Aynı eser, s.110.
[35] Abdal, Aynı eser, s.120-121.
[36] Abdal, Aynı eser, s.125.
[37] Mustafa Kara, “Hikmet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.XVII, s.519.
[38] Abdal, Aynı eser, s.108.
[39] Abdal, Aynı eser, s.123.
[40] Abdal, Dil-Güşâ, s.28.
[41] Abdal, Dil-Güşâ, s.32.
[42] Abdal, Dil-Güşâ, s.74.
[43] Abdal, Budala-nâme, s.97-98; 106; 120.
Fatih ÇINAR
Yazarİnsan olarak her zaman doğruluk ve dürüstlükten yana olmalıyız. Özümüz ne ise sözümüz, sözümüz ne ise özümüz de o olmalıdır. İçi ile dışı farklı olan insanlar mutlu ve huzurlu bir hayat yaşayamazlar. ...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Asırlık bir virde durmuş,Güvercin göğsü kubbeler.Can sırrına mühür vurmuş,Ağzı kilitli türbeler.Misafiri hastır amaVârisleri taşa benzer,Taşın bağrındaki yaraGözden düşen yaşa benzer.Göğe uçurmuş huzu...
Şair: Bestami YAZGAN
Tasavvufî sohbetler, bir edeb mektebi olarak gönülleri eğitir. Mürşid-i kâmil bu mektebin muallimidir, gönül yolunun sâlikleri olan ihvanlar ise bu mektebin talebeleridir. Sohbet ortamında, müritler m...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Bayrâmî-Melâmî geleneğinin önde gelen isimlerinden olan Hâşimî Emîr Osman, XVI. yüzyılda faaliyet yürütmüş sûfîlerdendir. Hâşimî, döneminin şartları içerisinde görüşlerini bir usûl dâiresince serdetme...
Yazar: Fatih ÇINAR