Fütûhu’l-Büldân'da Darende ve Malatya
İslâm kültür ve medeniyetinde ortaya çıkan tarih yazıcılığı içerisinde şehir ve bölge tarihlerinin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu alandaki eserler genellikle ele aldıkları şehir veya bölgenin coğrafî durumu, fetih şartları ile buralarda yaşayan önemli şahsiyetlerin biyografileri hakkında bilgi verir.
Bu yönüyle şehir tarihleri siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel yapının yanı sıra dinî ve sivil mimarî eserleri de içeren zengin medeniyet mirasını okuyucuya sunar. Şehirler kültürel birikimin yoğunlaştığı önemli yerleşim birimleri olup fiziksel ve sosyal çevre ile toplumsal hayatın merkezini teşkil eder.
Darende ve Malatya doğal güzelliğiyle, coğrafî konumuyla, stratejik mevkiiyle, kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Tarihî geçmişiyle, ticarî fonksiyonuyla, dinî merkez oluşuyla, toplumsal yapısıyla, kültürel renkliliğiyle, ilmî ve manevî kimliğiyle, mimarî boyutuyla çok önemli özelliklere sahiptir.
Bizim Malatya ve Darende Zaviyesinden gerçek mahiyette üzerinde duracağımız ve izahını yapacağımız eser el-Belâzurî’nin Fütûhu’l-Büldân isimli tarih kitabıdır. Bu eserle ilgili 20. yüzyılda yaşayan son dîvân şairi mutasavvıf ve gönüller Sultanı Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin bir hatırasını nakletmek yârinde olacaktır:
1987 yılında Fütûhu’l-Büldân’ın çevirisi yapılıp eser Kültür Bakanlığınca neşir edilmesi üzerine Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri; “Oğul bu kıymetli bir tarih kitabıdır. Darende’den bahseden ilk eserdir. Darende ve Malatya bu eserde anlatılmaktadır.” buyurmuş ve bu eseri temin ederek Şeyhzadeoğlu Özel Kütüphanesine eklemiştir.
Okumaya ve kitaba çok önem vermesi hususunda çevresindeki insanlara örnek olmuştur. Bu vesile ile Darende ve Malatya’ya ne kadar önem verdiği görülmüştür. Aynı zamanda memleket ve millet sevdalısı olan Hulûsi Efendi Hazretleri çevresinde bulunan insanları yönlendirmiş bu doğrultu da bilinçlendirmiştir.
Bu yazımızda italik yazılan metinler el-Belâzurî’nin Fütûhu’l-Büldân isimli eserinden alınmıştır, diğer kısımlar ise diğer tarihî kaynaklardan istifade edilerek yazılmıştır.
Darende ve Malatya İçin Bizans’la Yapılan Mücadele
Anadolu’nun bir kısmının Bizans’a terk edilmesini takip eden yıllarda Halife Ömer bin Abdulaziz ve ondan sonra halife olan Yezid bin Abdulmelik vefat etti. Yezid’den sonra 105/723’de kardeşi Hişam bin Abdulmelik halife oldu. Bu sırada tahminen 106/724’de Bizans İmparatoru Kostantin Müslümanların elinde bulunan Malatya’ya saldırdı. Şehri zapt ettikten sonra tahrip etti. Müslüman halkı da ağır işkencelerle katlederek geri döndü.
Bu saldırı, hilafet merkezinde çok büyük bir etki yaptı. Müslümanların hedef oldukları şiddete hiddetlenen halife Hişam bin Abdulmelik, meşhur komutan Mesleme’nin idaresindeki büyük bir orduyu 108/726’da Bizans üzerine gönderdi. Mesleme, önce Malatya’yı sonra Kayseri’yi aldıktan sonra hezimete uğrayan Rumları takip etmek için ordusunu iki kısma ayırdı.
Ordunun bir kısmını İbrahim bin Hişam bin Abdulmelik idaresine vererek Ankara taraflarına gönderdi. İkinci orduyu da Muaviye bin Hişam bin Abdulmelik komutasına vererek Darende ve Amasya taraflarına gönderdi. Muaviye bin Hişam’ın mevcut maiyetiyle Kayseri’den Darende’ye doğru hareket ettiğini haber alan Bizans’ın valisi Kostantin karşılık vermiş ise de hezimete uğrayarak Tokat’a oradan da Amasya’ya döndü ve İstanbul’dan yardım isteğinde bulundu.
Muaviye ise bu sırada harpten kaçan Kostantin’i takip ederek Darende ve Tokat beldelerini zapt etti. Muaviye bin Hişam bin Abülmelik, maiyetine aldığı büyük bir ordu ile ikinci defa 111/729’da Anadolu üzerine yürüdü. Beraberinde Battal Gazi unvanı ile tanınmış olan devrin meşhur mücahitleri de bulunmaktaydı.
Anadolu’ya giren ordu Amasya’ya geldi ve şehri büyük bir mücadele sonrasında zapt etti. Savaştan sonra Sivas Bölgesi’nin idaresini meşhur Gazi Abdulvehhab bin Buht’a veren Muaviye, savaştan sonra geri döndü. Abdulvehhab Gazi ise yine ünlü bir mücahit olan Battal Gazi ile birlikte Sivas’a geldi.
139 yılında el-Mansur, Salih b. Ali’ye mektup yazdı ve Malatya’yı yeni baştan yapmasını ve şehri tahkim etmesini emretti. Daha sonra İmam Abdulvehhab b. İbrahim’i, el-Cezîre ve hudutlarına vali tayin etmeyi düşündü. Abdulvehhab, yanın da el-Hasan b. Kahtabe olduğu hâlde, Horasan halkından olan askerlerin başında 140 yılında yola çıktı. El-Mansur, Şam ve el-Cezîre halkının da gönderecekleri asker sayısını tespit etti. Böylece Abdulvehhab’ın yanında yetmiş bin asker toplandı. O, Malatya’da ordugâhını kurdu ve çeşitli şehirlerden işçileri topladı ve Malatya’yı yapmaya başladı.
141 yılında Muhammed b. İbrahim, başlarında el-Müseyyib b. Züheyr’in bulunduğu Horasan askerleriyle birlikte Malatya’ya savaşa gönderildi. Muhammed, düşmanın oraya saldırmaya cesaret edememesi için orada hudut muhafızı olarak kaldı; bu durumu gören şehir halkı, oraya geri döndü. Rumlar, er-Reşîd’in halifeliğinde Malatya’ya saldırmışlarsa da şehri ele geçirememişlerdir. Er-Reşîd (Allah ona rahmet eylesin) onların üzerine yürüdü; onları mağlup ve perişan etti.
Emevîlerin son dönemine doğru, Bizans Anadolu’suna yapılan akınların destan kahramanı Battal Gazi ve Abdulvehhab Gazi Darende çevresinde de gazâlarda bulundular. Hanifi Hoca’ya göre, Battal Gazi’nin babası Hüseyin Gazi ve amcası Hasan Gazi, ordu komutanı sıfatıyla bu tarafa gönderilmiş ve savaş esnasında şehit düşmüşlerdir.
Hüseyin Gazi’nin Divriği Kalesi’nde, Hasan Gazi’nin Darende Kalesi’nin güneydoğusunda medfundur. Abbasî Halifesi Hasan b. Kahtabe’yi 70.000 savaşçıyla Malatya’ya gönderdi ve şehir altı ay içerisinde yeniden inşa edildi. Bizans kuvvetleri bu sırada Malatya’ya yürüdülerse de Müslüman savaşçıların sayıca çok üstün olduğunu haber alıp geri döndüler (140/757).
Malatya, Bizans-Arap mücadelesinde müstahkem surları ve askerî gücüyle dikkati çeken bir sınır şehri özelliği taşıdı. Daha sonra yazılan bazı tarihî ve edebî eserlerde bu dönem Battal Gazi’nin adı ve kahramanlık menkıbeleriyle özdeşleştirildi.
Malatya, Emevîler devrinde, Sugûrülcezeriyye’nin Abbasîler Dönemi’nde ve özellikle Harun Reşit Dönemi’nde Avâsım adıyla oluşturulan bölgenin önemli merkezlerinden biriydi; ayrıca Abbasîler tarafından Horasan’dan nakledilen Türklerin yerleştirildiği şehirlerarasında yer aldı.
Darende ve Malatya şehirleri için çok fazla önem arz etmesi sebebi ile Hasan Gazi ve Battal Gazi’den özellikle bahsetmek istiyoruz.
Battal adının yiğitliğinin, cesaretinin ifadesi olduğu, güç ve kuvvetin sembolü olduğu gazilik unvanının da gazalarda gösterdiği kahramanlıktan dolayı verildiği bilinmektedir. Battal Gazi 8. yüzyılda yaşamıştır. Nitekim Battal Gazi'den bahseden Bizans ve Süryanî kaynaklar da bunu teyit etmektedir.
Battal Gazi'nin tarihî şahsiyetiyle menkıbevî şahsiyeti kaynaklarda ve hafızalarda birbirine karışmıştır. Battal Gazi'den bahseden Yakubî ve Taberî'den başlayarak Evliya Çelebi'ye gelinceye kadar pek çok kaynakta tarih ve menkıbe iç içedir.
Hakkındaki kaynaklara, yani destanlar, mesneviler, menkıbeler ve halk hikâyelerine bakıldığında, kendisinin; Bizans'ın zulmünden bıkan halkın hakkını savunmak için halktan bir ordu topladığı ve Bizans ile savaştığı görülmektedir. Battal Gazi, çalışkanlığı, cesareti ve kahramanlığı sayesinde komutanlığa, hatta Misis şehri valiliğine kadar yükselmiştir.
Battal Gazi bilhassa 717-740 yılları arasında, Emevîlerin Bizans'a karşı yürüttükleri mücadelelerde rol almış ve hem Müslüman hem de Hristiyan kaynaklara yansıyan efsanevî şöhretini bu sırada kazanmıştır. Taberî'de nakledilene göre Battal Gazi, 717 yılında Mesleme bin Abdülmelik komutasındaki İslâm ordularıyla birlikte İstanbul'un hem deniz hem karadan kuşatıldığı sefere katılmış, İmparator Leon'un direnmesi karşısında bu kuşatma 718 yılında sona erdirilmiştir.
Anadolu'da menkıbevî şahsiyet olan Battal Gazi'nin adı etrafında, daha ilk kaynaklardan başlayarak, bir destanlar hâlesi meydana gelmiştir. Onun Rum Seferlerindeki maceraları, Taberî'den başlayarak, Arap tarihçilerinde ve Bizans kronolojilerinde, ya birbirinden nakledilmek suretiyle yahut da birbirini tamamlayacak şekilde anlatılmıştır. Battal Gazi'nin muharebelerini anlatan söz konusu kaynakların zikrettikleri bölge, şehir ve kasaba isimlerine bakıldığında onun başta Malatya, Kayseri, Afyon ve Eskişehir yöresi olmak üzere, el-Cezire ve Suriye Bölgelerinde akınlarda bulunduğu görülür. Hiç şüphesiz bu coğrafya gerçek muharebelerin vuku bulduğu coğrafyadır.
İmar Faaliyetleri
El-Hasan b. Kahtabe, zaman zaman ustaların kendisine verdiği taşları taşıyor; onlara, sabah akşam kendi malından ve mutfağından yemekler yediriyordu. Onun bu durumu, Abdulvehhab’ı kızdırdı. Ebû Cafer’e el-Mansur yazdığı mektupta, kendisinin halkı doyurmasına rağmen, el-Hasan’ın kat kat fazla yemek yedirdiğini; bu hareketiyle onun cömertlikte önde olduğunu; buna karşılık kendisinin yaptıklarını bozmak, israf ve riya yoluyla onu küçük göstermek niyetinin bulunduğunu; ayrıca halkı yemeğe çağırmak üzere davetçilerinin olduğunu bildirdi.
Ebû Cafer el-Mansur, Abdulvehhab’a şu cevabı yazdı: “Ey çocuk! El-Hasan, kendi malından yediriyor, sen ise benim malımdan yediriyorsun. Şikâyetinin sebebi, yalnızca şerefinin küçüldüğünden, himmetinin azlığından ve görüşünün hafifliğinden ileri gelmektedir.” Halife, el-Hasan’a da şu mektubu yazdı: “Yemek yedir; ancak yemeğe çağırmak üzere davetçi kullanma!” El-Hasan, “Şu şerefeye kadar kim önce bitirirse ona şu mükâfat vardır.” diyerek çalışanları teşvik ederdi. Böylece halk, çalışmakta acele etti ve Malatya ile camiinin yapılmasını altı ayda tamamladılar.
Malatya’ya yerleşen askerlerden her arâfeye -on ile on beş arasındaki askeri birlik- iki ev yapıldı; bu evlerin ikisi şehrin aşağısında, ikisi de yukarı kısmındaydı; ayrıca her iki evin arkasında bir de ahır vardı. Biri Malatya’dan otuz mil uzaklıktaki yere, diğeri ise, Fırat’a dökülen ve Kubâkıb denilen ırmağın kenarında olmak üzere silahlıklar yapıldı.
El-Mansur, Malatya’ya dört bin savaşçı yerleştirdi; bu savaşçılar, kendi sınırları olduğu için el-Cezîre halkından seçildi. Bu askerlere, kendi kabilelerinin aralarında yaptıkları yardımlar dışında, her askerin maaşına on dinar zam yapılmış; ayrıca yardım olarak da yüz dinar verilmiştir.
Şehre yeterince silah koydu. Askerlere, ziraat yapıları toprakları ikta olarak verdi. Kalûziye kalesini de yaptırdı. Azgın Konstantin, yüz binden fazla bir orduyla, bu sırada harekete geçti ve Ceyhan’a indi. Arapların sayısının çokluğunu öğrenince korkudan geri döndü.
Bazı kimselerin şunları söylediğini işittim: Bu savaşlarda, Abdulvehhab’ın yanında, Nasr b. Mâlik el-Huzâ’î ile Ensâr’ın azadlısı kâtib Nasr b. Sa’d da bulunuyordu. Bu münasebetle şair şu şiiri söyledi: “Seni iki yardım edici kuşattı; bunlar Nasr b. Mâlik ve Nasr b. Sa’d’dır; senin zaferin, bu yardım ediciler sayesinde aziz oldu." 141 yılında Muhammed b. İbrahim, başlarında el-Müseyyib b. Züheyr’in bulunduğu Horasan askerleriyle birlikte Malatya’ya savaşa gönderildi.
Muhammed, düşmanın oraya saldırmaya cesaret edememesi için orada hudut muhafızı olarak kaldı; bu durumu gören şehir halkı, oraya geri döndü. Rumlar, er-Reşîd’in halifeliğinde Malatya’ya saldırmışlarsa da şehri ele geçirememişlerdir. Er-Reşîd Allah ona rahmet eylesin) onların üzerine yürüdü; onları mağlup ve perişan etti.
Abdulvehhab idaresindeki Abbasî ordusu, 140/757’de önce Malatya’yı, akabinde Kayseri ve Elbistan’ı fethetti. Abdulvehhab, Cafer bin Hanzale’yi Kayseri emaretine tayin ettikten sonra, Hasan bin Kahtabe’yi de Darende ve Amasya taraflarına gönderdi.
Hasan bin Kahtabe, önce Darende’yi, sonra da Amasya’yı zapt etti. Bu sırada Hasan bin Kahtabe bir tane sınır üzerinde bir tane de Tohma suyu üzerinde olmak üzere iki kale inşa etti. Tohma suyu üzerinde kurulan kale, Darende Kalesi olabilir. Emir Abbas, Malatya’da kalmış, Salih bin Ali’yi yeteri kadar bir kuvvetle birlikte Darende ve daha ileride bulunan Amasya üzerine gönderdi.
Yol gösterici olmak üzere, Emir Malik bin Abdullah’ı da beraberinde gönderdi. 144/761 senesi başlarında Amasya Kalesi önlerinde yapılan savaşta, Rumların çoğu esir alınarak perişan edildi. Kale komutanı ve bölge valisi General Yuannis de savaş esnasında öldürüldü.
Bağdat’a giden Amasya eski valisi Yezid bin Esid, mevcut durumu Muhammed el-Mehdi’ye anlattı. Halife, yarısı gönüllü askerlerden müteşekkil olmak üzere yüz altmış bin kişilik bir orduyu meşhur komutan Hasan bin Kahtabe’nin emrine vererek Rumların üzerine gönderdi. Hasan bin Kahtabe, 162/779’da maiyetiyle birlikte Bağdat’tan hareket edip Malatya üzerinden Bizans topraklarına girdi.
Birçok çarpışmalar sonucunda Elbistan, Sivas ve Darende taraflarını ele geçirerek Amasya önlerine geldi. General Manoil, hezimete uğramış olarak Karadeniz sahiline doğru kaçtı. 163/780’de İmparator Leon öldü. Küçük oğlu V. Kostantin, annesi İren’in vesayeti altında imparator oldu.
İren İslâm ordusunun baskısından kurtulabilmek için anlaşma yapmaya mecbur kaldı. Anlaşma sonrasında Yezid bin Esid es-Sülemi de yeniden Amasya valisi olarak tayin edildi. Ali bin Süleyman idaresindeki Abbasî ordusu, 169/785-786’da harekete geçti. Bu ordu, Yezid bin Münzir idaresindeki Haleb ordusu ile Malatya önünde birleşerek Rum tarafına girdi. Birkaç çarpışmayı kazanıp Darende’den ileriye Amasya’ya kadar ilerlediler.
Fetihler ve Mücadele
Iyâd b. Ğanm, Habîb b. Mesleme el-Fihrî’yi, Şimsat’dan Malatya’ya gönderdi; o da şehri fethetti. Sonradan şehir Müslümanların elinden çıktı. Muaviye Şam ve el-Cezîre valisi olunca, Habîb b. Mesleme’yi oraya gönderdi; o da şehri savaşla fethetti, oraya şehrin valisiyle birlikte Müslümanlardan paralı askerler yerleştirdi.
Rum ülkesine gitmek isteyen Muaviye Malatya’ya geldi ve şehri, Şam ve el-Cezîre ile başka yerlerden gelen insanlarla doldurdu. Malatya, Rum ülkesine yazın savaşlar düzenleyen ordunun güzergâhı oldu. Abdullah b. ez-Zübeyr’in hilâfet iddiasında bulunduğu günlerde, Malatya halkı şehirden ayrıldılar. Rumlar şehre hücum ettiler ve orasını yıktıktan sonra terkettiler. Ermeni ve Nabatlı Hristiyanlardan bir zümre şehre indiler.
Rabiülevvel 170/Eylül 786’da Musa el-Hadi vefat edip Kardeşi Harun er-Reşid halife olunca, bölgedeki valilerden Suğûr Bölgesi’ni iyi bilen Mabuf bin Yahya el-Hacunî’yi yeterli bir askeri kuvvet ile birlikte Rum tarafına gönderdi. Mabuf, Rumları işgal ettikleri yerlerden çıkartarak Müslüman esirleri kurtardı.
Bu bölgeyi tahrip ederek geri çekildi. Bizanslıların Abbasî sınırına saldırılarını durdurmak isteyen Halife Harun Reşit, daha sonra kendisi de büyük bir ordunun başında olmak üzere 181/797’de Anadolu’ya bir sefer yaptı. Üsküdar’a kadar ilerleyerek büyük bir zafer kazandı.
Rumların yenilmesi üzerine İmparatoriçe İren’inin isteği ile cizye karşılığında barış yapıldı. Ancak daha sonra Bizans İmparatoru olan Nikefor, kendisinden önce İmparatoriçe İren’in Harun er-Reşid’e verdiği cizyeyi iade etmesini istedi. Harun er-Reşid, 187/803’de vuku bulan bu tehditkâr isteğe çok hiddetlendi. Hemen maiyetine aldığı bir ordu ile bir defa daha Üsküdar’a kadar ilerledi.
Bu esnada Avasım Bölgesi komutanı olarak tayin ettiği oğlu Kasım el- Mü’temin de Darende Bölgesi ile birlikte bu bölgeye akınlar tertip etti. Bu gelişme üzerine Nikefor barış anlaşmasını kabul etti. İslâm ordusu da geri döndü. İslâm ordusunun geri döndüğünü gören Nikefor Fokas, tekrar anlaşmayı bozdu. Fakat bir yıl sonra yani 188/804’de İbrahim bin Cibril komutasındaki diğer bir orduya yenilince Müslümanların hukukunu koruması ve diğer bazı şartlarla yeniden anlaşma yapmak zorunda kaldı.
253/867’de Muhammed bin Muaz, Malatya tarafından Rum topraklarına girdi. Bölgedeki halkın bir kısmını öldürdü, bir miktar esirle geri döndü. Bizans İmparatoru I. Basileios’un Malatya civarındaki karışıklıklar nedeni ile 871 Tephrike (Divriği) ve Taranton (Darende) üzerine yürüdüğü, Zibatra ve Sumeysat’ı imha ettiği, Malatya’yı almak için Çirmikli suyu üzerinde karargâh kurduğu, ancak yeteri derecede tahkim edilmiş olan Malatya’yı alamadığı bilinmektedir.
Abbasî hilafetinde Ahmed el-Mutezid’in; Bizans İmparatorluğunda Leon’un bulunduğu devirde Abbasî sınırındaki İslâm şehirlerine yapılan saldırılar durmayınca, Bizans sınırı (Avasım)’nın meşhur muhafız komutanı Ebu Cafer Ahmed bin İnac et-Türkî, muhtemelen 280/893’de maiyetindeki ordusu ile Tarsus, Elbistan ve Darende üzerinden Amasya’ya giderek şehre girdi. Trabzon’a kadar ilerledi. Rumları barış yapmaya mecbur etti.
KAYNAKÇA
El-Belâzurî, Fütuhu’l-Büldan, (çev. Mustafa Fayda) , Ankara 1987.
Ernest Honingmann, “Malatya”, İA, c. VII, İstanbul 1997.
Hanifi Hoca, Darende Tarihi, ( Osmanlıca Nüsha )
Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi, c.2 İstanbul 1332.
İbn-i Tağriberdi, Nücumu’z-Zâhire fi Mülukı Mısr ve’l-Kâhire, c.I-II, Beyrut 1992.
İbnü’l-Kesîr, El-Bidaye ve’n-Nihaye, c.6, Beyrut 1997.
İbrahim Hasan, Târîhü’l-İslâm, c.2, Kahire-Beyrut 1996.
Resul KESENCELİ
YazarHicretin 6. yılı…Hz. Peygamber (s.a.v.) Müstalikoğullarının Medine’ye baskın düzenlemek için asker topladıkları haberini alır. Yapılan araştırma neticesinde olay doğrulanır. Bunun üzerine Rasûl-i Ekre...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Tasavvuf şiiri irfan ikliminin nesîminden esintiler taşır, gönül kuşunu kanatlandırarak mânâ âlemlerinde pervaz ettirir; rûhânî kokularla mest ü hayrân eder. Yûnus’un, Eşrefoğlu’nun, Usûlî’nin, Ümmî S...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Ağrı Dağı/Nuh’un GemisiAğrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevî özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahi...
Yazar: Resul KESENCELİ
Anadolu, Bizanslıların “Güneşin doğduğu yer” anlamında kullandıkları Grekçe “Anatoli” kelimesinden türemiştir. Ama Elhamdülillah necip Türk milleti İslâm’ın güneşiyle bu toprakları ebedî vatan yapmışt...
Yazar: Oğuzhan AYDIN