Mehmet Nuri Yardım ile Mülakat: İstanbul'un Fethi ve Ayasofya
İstanbul’un Fethi dünyanın en büyük hadiselerinden birisi. Fatih Sultan Mehmed bu fetihle hem Hazret-i Peygamberin müjdesine mazhar olmuş hem de Osmanlı’nın cihanşümul olmasına öncülük etmiştir. Ve Fatih’in şehirdeki ilk faaliyeti Ayasofya’yı ibadete açması ve camiye dönüştürmesi hakikatidir.
Ayasofya bu anlamda fethin remzi, işareti, sembolüdür. Bu konularda yazılar yazan, İstiklalden İstikbale ve Malazgirt’ten Mavi Vatan’a kitaplarında fethe ve Ayasofya’ya geniş yer veren edebiyatçı yazar Mehmet Nuri Yardım ile Somuncu Baba dergisi adına bir röportaj gerçekleştirdik. Yazarımıza sorularımız ve aldığımız cevaplar şöyle:
İstanbul’un Fethi hakkında duygu ve düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul’umuzun “Fethi”nin 570. Yılını idrak ediyoruz. Her yıl takvimler 29 Mayıs’ı gösterdiğinde dünyanın incisi, müstesna şehir, ‘müjdelenmiş belde’ İstanbul, bayramlığını giyer, allanıp süslenir, geçmişin ihtişamını günümüze taşır. Aziz milletimizin büyük bir sevgiyle her yıl yâd ettiği bu ulu, müjdelenmiş fetihten -az da olsa- ne yazık ki hazzetmeyen küçük bir zümre var. Her yıl muştulanan şehrin fetih yıldönümünde rahatsızlıkları artar, içlerini hafakanlar basar.
Bazı karanlık aydınlar, ‘Gezi terörü’nde dişlerini göstermişlerdi ilkin ve “Zulüm 1453’te başladı.” iftirasında bulunmuşlardı. Hâlbuki bütün dünya, İstanbul’a adaletin, sevginin, şefkatin geldiğini o zaman görmüştü. Yeni bir çağ açılmış, insanların yüzleri gülmeye başlamıştı. Sanatçı kisvesi altındaki veya yazar kılığındaki bazı nasipsizler, bu teraneyi seslendirmeyi sürdürüyor.
Ne diyelim, onlara âcilen hazım ilacı tavsiye edelim. Fakat ne hikmettir ki, bu iftirada ısrarcı olanlar, bir türlü bu güzel şehri bırakıp gitmez. Aksine film yapıp para kazanır, rehberlik edip köşeyi döner, kitap yazıp dünyalık elde ederler. Bu da onların ahlaki boyutunu gösteriyor. Adlarını anıp sahte şöhretlerini arttırmayalım.
BİR GÜZEL ŞEHİR AŞKINA YAZANLAR
İstanbul’u eserlerinde anlatan şair ve yazarlar arasında ortak bir özellikten bahsedilebilir mi? Özelde bu kitap için sorayım…
Fethin 550. Yılında İstanbul Şiirleri- Yazıları kitabı İBB Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı tarafından yayımlanmıştı. İstanbul aşkını dile getirenler arasında çok farklı dünya görüşlerine mensup aydınlarımız vardı. Hak geçmesin diye gelen bütün eserler, sahibinin ismine göre alfabetik olarak kitapta yer almıştı. Abdullah Uçman’ın yazısını merhum Abdurrahim Balcıoğlu’nun şiiri izliyordu.
Adnan Özyalçıner’in peşinden Ünal Bolat geliyordu. Ayhan Güldaş ile Mehmet Başaran, İstanbul sevdasında buluşuyorlardı. Ahmed Yüksel Özemre’yi Hüsrev Hatemi takip ediyordu. Ali Budak ve Bahaettin Karakoç karşılıklı sayfalarda selamlaşıyordu. Beşir Ayvazoğlu ile Çelik Gülersoy farklı zaviyelerden İstanbul’u anlatıyordu.
Abdullah Satoğlu ve Melda Özata şiirleriyle okurlarını selâmlıyordu. Orhan Bayrak ve Muzaffer Buyrukçu bu sayfalarda komşuluk etmişti. Sedat Umran ve Sennur Sezer, Boğaz’ı ve İstanbul’u anlatıyordu. Mehmet Zeki Kuşoğlu, hislerine ‘Ayna’ tutuyordu. Uğur Derman ve Üstün İnanç, ustalıklarını gösteriyorlardı.
Suphi Saatçi ve Orhan Duru, İstanbul ortak paydasında selâmlaşıyordu. Recep Bilginer, Servet Kabaklı, Gülten Çiçek Tural ve Sadettin Kaplan, hislerine tercüman oluyorlardı. N. Ziya Bakırcıoğlu ve Fatma Pekşen İstanbul’a farklı tepelerden bakıyordu. Ali Nar ve Mustafa Nutku, Fethin manasını anlatıyordu.
Muhterem Yüceyılmaz nesriyle, Olcay Yazıcı şiiriyle Dersaadet’e güzelleme yapıyordu. Nusret Özcan ve Nurettin Durman, şehrin manevi cephesini dile getiriyordu. Memduh Cumhur ve Nurullah Genç, Fethi gençliğe anlatıyordu. Orhan Okay ile Necati Güngör İstanbul Sevdası’nda bir araya geliyordu.
Mustafa Miyasoğlu ve Mustafa Tahralı, kadim şehrin şiirini yazıyordu. Hüseyin Emin Öztürk ve Ali Erkan Kavaklı, mübarek şehrin ruhuna temas ediyordu. Ayhan İnal ile Asım Gültekin İstanbul’un etrafında dönüp duruyordu. Gürbüz Azak ile Halit Refiğ, Dersaadet’in korunmasına çalışıyordu. Velhâsıl-ı kelâm, kitap boyunca pek çok edip ve şair, İstanbul’a ait hislerini, şehre dair fikirlerini ve belki de ölümsüz hayallerini bu satırlar ve mısralarla dile getiriyordu.
İşte muhteşem Türkiye’miz! Farklı görüşlere, değişik düşüncelere, muhtelif ideolojilere ve dünya görüşlerine bağlı olanlar, İstanbul sevgisinde, Fetih heyecanında, Dersaadet sevdasında buluşuyor ve bir araya gelip müşterek hareket ediyordu.
Sadece oturup konuşmakla yetinmiyor, kalemleriyle de bu ‘birlik ve beraberlik’ ruhuna katkıda bulunuyor, aynı resim karesinde yer alıyorlardı. Bu ülkede al bayrağın gölgesi altında yaşamanın, bu toprağa güvenle basmanın, aynı gemide olmanın huzurunu yaşıyor, bu köklü şuura sahip çıkıyorlardı. Varsın ayrık otu gibi bir iki aykırı ses çıkıversin, ne çıkar?
Türkiye’yi dün ayakta tutan, kökü derinlerde olan, yine bu sağlam ruhtu. Bugün ve yarın da bizi aynı yerli ve millî çizgide buluşturacak olan anlayış yine budur. Gam ve kasavet yok, umut ve sevinç var her zaman. Ezanlar yine okunacak ülkemin dört bir yanında.
Bayraklar dalgalanacak semalarda. İstanbul’u sevenlere, Türkiye sevdalılarına, kalemleriyle ve kelâmlarıyla sağlam duruşlarını gösteren bütün vatansever aydınlara, memleket âşığı edebiyatçılarımıza selâm olsun!
FETİH RUHU YAŞIYOR
Tarihimizde yaşanmış birçok zafer var. Fakat İstanbul’un Fethi daha çok öne çıkıyor. Gönüllerimizde taht kuran bu destan hakkında neler söylemek istersiniz?
Geçmiş yıllarda, yeni bir çağı başlatan İstanbul Fethi, sönük şekilde kutlanırdı. Yaklaşık 20 yıldır en görkemli, en haşmetli, en coşkulu biçimde ve devletimizin en üst kadroları tarafından bu şölenimiz hakkıyla yâd ediliyor. Bazı çevrelere bakın, Türkiye’deki uyumdan, istikrardan tedirgin, hatta rahatsızlar! Olacaklar. Aslında onlar Fetih ruhundan da, büyük dirilişten de, yeniden şahlanıştan da bîzardırlar. Olsunlar. Çünkü onların gözleri görmez, kalpleri mühürlüdür.
Bakın Türkiye’de o kadar gelişme oluyor hiç birini fark etmiyorlar, daha doğrusu görmek istemiyorlar. Yollar açılıyor, havaalanları yapılıyor, savunma sanayiinde, kalkınmada muazzam gelişmeler yaşanıyor. Türkiye dünya siyasetinde söz sahibi. Süper güçlere karşı mazlumların yanında yer alan Türkiye’yi kimi şaşkınlıkla, kimi hayranlıkla seyrediyor. Bazıları bu olumlu gelişmeleri anlamak istemiyor. Pire için yorgan yakmaya kalkanlar var. Ama o gafiller bilmezler ki, başka yorgan, başka çadır, başka vatan, başka Türkiye yok!
Fethin 570. Yıldönümünde cennetmekân Fatih Sultan Mehmed’i ve bu yolda şehit olan mübarek askerlerini rahmetle anıyorum. İstanbul asırlar önce fethedilmişti, ama bugün gönüller de fethediliyor. Allah birliğimizi, dirliğimizi, beraberliğimizi . Şer güçlere fırsat vermesin. Yüreği iman dolu, kalbi heyecanlı ve insanlığa iyilik için çırpınan herkese selâm olsun. Fetih yıldönümümüz kutlu, hayırlı ve mübarek olsun.
FETHİ SEMBOLÜ AYASOFYA
İstanbul Fethi’nin sembolü Ayasofya. Malum bu mabet Fatih’in eliyle camiye dönüştürülmüştü. Uzun yıllar müminlere mabet olan Ayasofya Camii, yakın tarihimizde 86 yıl boyunca müze oldu. Burada okunan ezanlar sustu, namazlar kılınmadı. Ama 2020’de Ayasofya yeniden aslî hüviyetine kavuşturuldu ve cami olarak ibadete açıldı. Bu husustaki hislerini öğrenebilir miyiz?
Fethin en büyük remzi, sembolü Ayasofya’dır. Zira cihan padişahı Fatih, İstanbul’a girdikten sonra Ayasofya’nın önüne geliyor, kiliseyi camiye çeviriyor ve ilk namazı burada kılıyor. 86 yıl bir esaret ve hüzün hâli yaşayan Ayasofya’da şükürler olsun ki, 24 Temmuz 2020 tarihinde Cuma namazımızı kıldık. Uzun yıllar kapalı kalan talihsiz mabet, ibadete açıldı. Ve gündemimizden de gönlümüzden de hiç düşmedi...
Ben çocukluğumdan beri Ayasofya hakkında yazılan yazıları okudum, yakılan ağıtları dinledim. Belki de hiç bir mabet için bu kadar mersiye kaleme alınmadı. Yürek yangınları tutuşan şairlerimiz, hissettikleri ulvi duyguları terennüm ettiler. Bugüne kadar Ayasofya’ya dair yazılan şiir ve yazılardan büyük bir antoloji çıkar.
Bizans döneminde 900 yıl kilise olarak kullanılan bu mabet İstanbul’un Fethi’yle birlikte camiye çevrildi ve yaklaşık 500 yıl cami olarak hizmet verdi. Cumhuriyet devrinde 1931’de ibadete kapatıldı, ardından 1934’te ise bir kararname ile müzeye dönüştürüldü. 86 yıl boyunca cami değil hüzünle dolaşılan bir müze oldu.
Ayasofya’nın bu hâli hakkında tarihçiler, araştırmacılar, edebiyatçılar pek çok makaleler yazıp kitaplar kaleme aldı. Tarihçesi, yaşadıkları, geçirdiği merhaleler uzun uzadıya bu çalışmalarda yer buldu. Ayasofya hakkında yazılmış ilk şiirlerden biri Taşlıcalı Yahya Bey’e ait.
Şairimiz Şâh ve Gedâ isimli mesnevisinde İstanbul’a bir bölüm ayırır ve orada Ayasofya’dan bahseder. İşte o şiirden bir kaç mısra: “Şehr içinde sipihr gibi bülend/ Vardır bir makam-ı bîmânend/ Ayasofya’dır ona nâm-ı şerif/ Olmaz onun gibi makam-ı latîf”
İKİ MANEVİ TEMEL: EZAN VE KUR’AN
Ayasofya’yı gezen Yahya Kemal’in mühim bir yazısı var. Biraz da ondan bahsetsek mi?
Ayasofya sıradan bir cami midir? Hayır! Fethin hediyesi, sembolüdür her şeyden önce. Büyük şairimiz Yahya Kemal, İstanbul’un işgal yıllarında yazdığı “Ezan ve Kur’an” yazısında devletimizin temellerinden bahsederken, “Gerek Hırka-i Saadeti, gerekse Ayasofya’yı gezdikten sonra anladım ki, Osmanlı Devletini ayakta tutan şey, Hırka-i Saadet’te okunan Kur’an’la, Ayasofya minaresinde okunan ezanlardır.” der.
1922 yılında yayımlanan bu yazıda “Bir gün Ayasofya minaresinden ezan okunduğunu işittim.” diyen Beyatlı, 1453 yılından beri günde beş defa okunan çağrıdan çok etkilenir ve şöyle devam eder: “Bu ezanı dinlerken Fatih’i asıl manasıyle ilk defa idrak ettim!” Yahya Kemal, Kur’an ve ezanın Mehmetçiğe en büyük moral kaynağı olduğunu belirttiği yazısını şöyle tamamlar: “Eskişehir’in, Afyon Karahisar’ın, Kars’ın genç askerleri siz bu kadar güzel iki şey için döğüştünüz.”
ŞAİRLERİN AYASOFYA SEVDASI
Ayasofya, belki de hakkında en çok şiir yazılan camimiz. Bu konuda araştırmalarınız var. Edebiyatçıların gözüyle Ayasofya’ya bakabilir miyiz? Bilhassa Ayasofya müze olarak mahzun bir şekilde bulunurken şair ve yazarlarımız konuya nasıl bir hassasiyetle yaklaşmışlardır?
Yerli ve millî hassasiyeti olan bütün şairlerimiz Ayasofya’yı unutmamışlar, mutlaka ona dair şiirler kaleme almışlardır. Şairler Sultanı Necip Fazıl, Ayasofya’nın açılması ve hürriyetine kavuşabilmesi için ilk bayrak açan ediplerimizdendir. Üstad şöyle diyor:
“Ayasofya açılmalıdır. Türk’ün bahtıyla beraber açılmalıdır. Ayasofya’yı kapalı tutmak, Yunanlı'ya ‘Ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!’ demekten farksızdır. Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler. Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!..
Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek... Ayasofya açılacak!.. Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak...
Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak... Ayasofya’yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak... Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın... Sel yakındır.”
Çile şairinin yakın dostu Peyami Safa da Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine üzülenlerdendir. Şöyle der büyük romancımız: “Din mücadelelerinin sona erdiği bir dünyada yaşadığımıza inanmak gaflettir, Kıbrıs davasında da Ortodoksluğun oynadığı büyük rol göz önündedir. Ayasofya’nın müze hâline getirilmesi, Hıristiyanlığın İstanbul üzerindeki emellerini bertaraf etmemiştir. Bilakis cesaretini arttırmış, kışkırtmış ve azdırmıştır.”
BAYRAK ŞAİRİ VE SERDENGEÇTİ ÜMİTVAR
Birçok şairimiz Ayasofya hakkında birbirinden mükemmel, içli ve kederli şiirler kaleme almıştır. Onlardan biri olan Arif Nihat Asya birkaç şiire imza atmıştır. Bayrak şairimizin hüznünü yansıtan “Ayasofya’da Ezan” dörtlüğü şöyledir: “Dünyâ hıristiyanlarının ünlü ma’bedi,/ Gönliyle, ihtidâ ederek, oldu mühtedi/ “Teslis”e seslenip yücelerden -ufuk ufuk-/ “Tevhîde gel!” deyince Ezân-ı Muhammedî”
Büyük fikir, dava ve ideal adamı, millet sevdalısı Osman Yüksel Serdengeçti ise “Ayasofya”ya şöyle seslenir:
Ey İslam’ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi,
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!..
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?..
Ömrünü inancına adayan bu yolda pervasızca konuşan ve yazan Serdengeçti, “Ey muhteşem mabet merak etme!” diye başlayan yazısında Ayasofya’nın “Fatih’in torunları” tarafından yakında camiye çevrileceğine inandığını belirttikten sonra şöyle devam eder:
“Gözyaşlarıyla abdest alarak secdelere kapanacaklar... Tehlil ve tekbir sedaları boş kubbelerini yeniden dolduracak. İkinci bir fetih olacak... Ozanlar bunun destanını, ezanlar bunun ilanını yapacaklar... Sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen tekbir sesleri fezaları inletecek...
Şerefelerin yine Allah’ın ve onun sevgili Peygamberi Hz. Muhammed’in şerefine ışıl ışıl yanacak... Bütün dünya Fatih dirildi sanacak. Bu olacak Ayasofya bu olacak!.. İkinci bir fetih, yeni bir basübadelmevt... Bu muhakkak... Bu günler yakın, belki yarın, belki yarından da yakındır...”
AYASOFYA’YA DAİR YAZILANLAR
Ayasofya’ya dair yazılanlardan sanırım birkaç cilt kitap çıkar. Bu konuda olarak neler söylemek istersiniz?
Şairlerimizin Ayasofya sevdası hiçbir zaman eksilmedi, aksine arttı. Ayasofya için yüreği yananların sayısı o kadar fazla ki bunların şiir ve nesirlerinden rahatlıkla bir kitap çıkar. Ani firakıyla yüreklerimizi yakan aruz şairimiz Memduh Cumhur, “Fetih Câmii Ayasofya” başlıklı dörtlüğünde inananların hislerine şu mısralarla tercüman olur:
“Ebedîleşen fetih mûcizesinde, her nazarda;/ Ezelî Muhammedî hikmeti âşikâr görürsün./ Dede’nin ferahfezâsıyla kanatlanan cihanda;/ Ayasofya’dan ezan sesleri yükselince hürsün.”
Türk Edebiyatı ve Temellerin Duruşması adlı nefis eserleriyle tanınan merhum Şeyhülmuharririn Ahmet Kabaklı, “Yâ Vedûd Sultan Fatih ve Ayasofya” yazısına şu satırlarla başlar: “Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi, o fethin Avrupa’yı Türklüğe açmak gibi bir timsal değeri taşıması ve bu ulu mabedin cami yapılmasındaki ilahi mana, 547 yıl, bizim iman kaynaklarımızdan birisi oldu.
O manaya, o ilahi gerçeğe elbet bir gün döneceğiz, yanlış günler, yanlık hükümler sizlerdeki ümit ve inancı zedelemesin.” Kabaklı Hoca yazısını şöyle bitirir: “Sultan Mehmed orada iki rek’at hacet namazı kılıp, ta dünya yıkılıncaya değin bakımlı ve mağrur ol deyu dua eyledi.”
FETİH VE AYASOFYA SEVDASI
Bir nesli yoğuran ve yetiştiren merhum edip Nuri Pakdil ise Ayasofya hislerini şöyle dile getiriyordu: “Bir siz mi duyarsınız Ayasofya Camii’nin inlemelerini, karanlık dehlizlerde tek başına gece gündüz yaktığı ağıtlarını? Arada sırada boğuk boğuk sesi de gelir Ayasofya Camii’nin; yığılır kalır bilincinizin üzerinde, sorumluluğunuzun üzerinde...”
Pakdil’in yakın dostu Mehmet Akif İnan da Ayasofya’nın ruhumuza nakşolduğunu belirtiyor ve şöyle devam ediyordu: “Ayasofya konusu, dostla düşmanı birbirinden ayırmanın, safları belirlemenin bir ölçüsüdür. Ruhundan köleliği silkip atmanın aktüel ölçüsü, bugün Ayasofya’dan yana olmakla beliriyor.
Ayasofya bir mimari realite değil, bir idrak mihengidir. Ayasofya, ruhumuza nakşolmuş bir davanın anahtarıdır şimdi. Onun kapısını açınca, Fetih görünür ancak.” Yine “Yedi Güzel Adam”dan biri olan şair Cahit Zarifoğlu ise Ayasofya’yı açacak olanların itibarının yükseleceğini ifade ediyor ve bunu şöyle açıklıyordu:
“Ayasofya’yı ibadete açacak olan partinin memlekette fevkalade itibarı yükselir.” Diriliş Nesli’ni yetiştiren sanat ve dava adamı üstad Sezai Karakoç da “Ayasofya’nın açılacağı günün ‘tam bağımsızlık günü’müz olacağını belirtiyor ve şöyle diyordu: “Onu ancak Kafkas kartalları mı zincirlerinden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturur?
Talihimizin dönüşünü haykıracak bir ilan mı olacak minarelerinden yükselecek ezanlar? Bağımsızlığın gerçek sesi ezanlar.” Sadece Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu değil, birçok büyüğümüzün temenni, dua ve dileklerini Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gerçekleştirmiştir.
BAYRAM SEVİNCİMİZ SÜRERKEN
Ayasofya’nın önü her zaman kalabalık. Galiba hükümetimizin son 20 yılda yaptığı en kıymetli hizmet Ayasofya’da yaşatılan bayram. Ayasofya sevinci devam ediyor. Neler söylemek istersiniz?
Ayasofya mabedi, tarihindeki en büyük ilgiyi görmeye devam ediyor. Cami olarak açılışının ardından milyonlarca insan bu kutlu mabedi ziyaret etti, içinde huzur ve şükür içinde namaz kıldı. İstanbul’da yaşayanlar, Sultanahmet semti civarında gezinenler, Ayasofya’nın önünde hep ziyaret kuyrukları olduğunu görüyorlardır.
Ayasofya’yı açarak aziz milletimize en büyük armağanı veren muhterem Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a sonsuz şükran hissimiz, derin hürmetimiz ve büyük dualarımız vardır. Çocukluğumuzdan beri Ayasofya sevdası ile büyüdük.
Ona dökülmüş ağıtlar, yazılmış şiirler, kaleme alınmış yazılarla yetiştik. Takip ettiğim gazetelerde ve dergilerde Ayasofya, mahzun hâli sık sık hatırlatılır, içinde bulunduğu esarete dikkat çekilirdi. Biricik sloganımız, “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın!”dı. Şükürler olsun ki zincirler kırıldı ve Ayasofya açıldı. O, İstanbul ile birlikte fethedilmiş ve gönüllerimize yerleşmişti. Bu ulvi hizmeti gerçekleştiren devlet adamlarımız asla unutulmayacak ve Fatih gibi tarihin şanlı sayfalarında yer alacaklardır.
Verdiğiniz cevaplar için teşekkür ediyoruz.
Ben de İstanbul’un Fethi ve Ayasofya’ya önem verdiğiniz için size çok teşekkür ediyorum. İnşallah bu mülâkatımız, herkesin bu büyük fethin ve Ayasofya’nın gerçek mahiyetini, misyonunu ve ehemmiyetini gerçek manasıyla idrak etmesine az da olsa katkıda bulunur. Size ve Somuncu Baba dergimizin kıymetli yöneticilerine müteşekkirim.
23 Nisan 1960 tarihinde Siirt’te doğdu. Temel eğitiminden sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1985’te mezun oldu.
1978’de Bâbıâli’ye geldi, basın mesleğine girdi. Değişik gazetelerde muhabir, redaktör, editör, bölüm yönetmeni oldu ve köşe yazarlığı yaptı. Hâlen Milat Gazetesi’nde köşe yazarı.
2001 yılında basından emekli olduktan sonra Kubbealtı Akademisi Kültür Sanat Vakfı bünyesinde çıkan Kubbealtı Akademi Mecmuası’nın yazı işleri müdürlüğü görevine 15 yıl devam etti. 10 Ağustos 2006 tarihinde kültür sanat sitesi www.sanatalemi.net’i kurdu. Site, TYB tarafından 2007 yılında “elektronik yayıncılık” dalında Türkiye’nin “en başarılı sitesi” seçildi.
4 Mart 2008 tarihinde bazı yazar, şair ve sanatçı dostlarıyla birlikte kurduğu Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’nin Kurucu Başkanı. Ödülleri bulunan yazar, Ahmet Haşim ve Ziya Osman Saba’nın mezarlarının kayıp oluşuyla ilgili haberi (Mezarı Kayıp Şairler) dolayısıyla “2000 Yılı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Kültür Sanat Başarı Ödülü”ne lâyık görüldü.
Kayıp İstasyon isimli kitabı münasebetiyle de TYB tarafından 2005 yılında “biyografi” dalında “yılın yazarı” seçildi. Çok sayıda yayımlanmış kitapları vardır.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
YazarVasco Da Gama’nın Rehberi Müslüman Denizci: Ahmed İbni MâcidPortekizli denizci Vasco da Gama (1469-1524), Portekiz kralı I. Manuel tarafından Doğu’nun hazinelerine ve Hindistan’a ulaşmakla görevlendir...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Fetih Hakkı ve Sembolü Olarak Ayasofya29 Mayıs 1453 tarihi, bizim açımızdan karanlık bir devrin batışını, yepyeni ve aydınlık bir devrin müjdesini fısıldar kulaklarımıza. Bu tarih, Osmanlı’nın muhteşe...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
- “Balkan” kelimesi nereden geliyor, “Balkanlar” deyince aklımıza hangi coğrafya gelir? “Balkan” kelimesi bu coğrafyaya uzun bir tarihî zaman aralığında göç eden Türklerin armağanıdır. “Balkanlar...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Prof. Dr. Abdullah Kahraman ile Röportaj: Helâller ve HaramlarHelâl deyince biz ne anlıyoruz, sınırları nasıl belirlenmiştir?Helâl Allah’ın kitabında ve Rasûlullah’ın sünnetinde helâl kıldığı veya Kit...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ