Mahşerde Mahcup Olmamak
Yaratılıştaki Yüz Güzelliğini Koruyarak Mahşerde Mahcup Olmamak
İçinde yaşamış olduğumuz şu âlemde, yaratılmış olan bütün güzellikler Cenab-ı Hakk’ın ilâhî güzelliğinin bir yansımasıdır. Çünkü güzelliklerin tamamı O’na aittir. Güzellik; insanın yaratılış tabiatıdır. Fıtratın özelliğidir. İç âlemin insan yüzüne yansıması; kemâlin güzelliğidir. Allah’ın lütfu ile rahmet tecellîlerinin cemâlin gizemliliğidir. Hakîkatteki varlığın beden uzuvlarında özellikle yüz hatlarında zuhûr etme hâlidir.
Hüsn/güzellik mutlak olarak Allah’a aittir ve bu kâinatta görünür olan bütün güzellikler, ilâhî güzellik kaynağından emânettir. Mustafa Takî Efendi, “Târîh-i Nûr-ı Muhammedî” adlı eserinin 8-11. maddelerinde insanın, nûr-ı Habîb’in bir parçası olarak yaratıldığına şöyle işaret buyuruyor:
“Cenâb-ı Hak sonsuz güzelliğinden bir cevher yarattı ve o cevhere binlerce yıl muhabbetle baktı. O cevher Allahu Teâlâ’nın heybetli latif yumuşaklığı ile onun karakteri oldu. O eriyip su oldu. Seven ve sevilen kişinin birleşmesindeki sevgi ve aşkın galebesi ile yedi bin sene cûş ve hurûş etti.
O mübârek cevherin her damlasından bir peygamber rûhu yaratıldı. Ne zaman ki Allahu Teâlâ (c.c) mahlûkâtını yaratmayı istedi o nûr-ı Habîbi dört parça ederek birinci parçadan kalemi, ikinci parçadan levhi, üçüncü parçadan arşı yarattı. Dördüncü parçayı da dörde ayırarak ilkinden hamele-i arşı, ikincisinden kürsîyi, üçüncüsünden geriye kalan melekleri yarattı.
Dördüncü kısmını dört kısma ayırarak ilkinden semâları, ikincisinden yerleri, üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Bunun dördüncü parçasını da dörde böldü ve ilkinden inananların gözlerinin nûrunu ikincisinden kalplerin nûrunu ki, ma’rifetullahtır, üçüncüsünden dillerin nûrunu ki, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resülullah’tır, bunu yarattı.”[1]
Yüce Rabb’imiz Tîn Suresi’nin 4. âyetinde, “Biz insanı sûreten ve mânen olabileceği en güzel biçimde ve şekilde yarattık.” demektir. Çünkü Allah insanı boyu posu düzgün, organları uyumlu, şekli güzel bir biçimde görmektedir. Çünkü Allah başka bir âyet-i kerimede, “Size şekil verip de şeklinizi güzel yapan Allah'tır.”[2] buyuruyor.
Bunun yanında Allah insanı hayat, ilim, irade, kudret, semi' (işitme), basar (görme) ve kelâm sıfatları gibi ilâhî sıfatlarla bezemiş olarak yaratmaktadır. Kaldı ki Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in, “Allah Âdem’i kendi sûretinde yaratmıştır.”[3] hadisi ile işaret buyurmuş olduğu hakîkî ve ilâhî sûret işte bu sıfatlardan ibarettir. Hulûsi Efendi Hazretleri bu güzel yaratılışı beyan eden âyetin hakîkatine şöyle işaret eder:
Yüz döndüremez kimse senin nûr yüzünden
“Kad türfa’u vechuke ahsene’t-takvîm temîmü”
(Kimse senin nur yüzünden yüz döndüremez. (Zira) “Senin yüzün en güzel biçimde kusursuz olarak yaratılmıştır, şanın yüceltilmiştir.”)[4]
“Ahsen-i takvîm”sin esfel yerin
Kadrini bil kâmil ol ekmel yerin
Ölmeden a‘lâya er âfil yerin
Sendedir Âdem demisin
Âdem’in Mazharısın sırr-ı “nefahtü” demin
(Sen en güzel sûrette yaratıldın ancak yerin en sefildir; dereceni bil, kâmil ol, senin yerin en yüksektir; ölmeden önce yücelere ulaşırsan yerin görünmezdir, sen Âdem’in nefesisin, Âdem sendedir, sen Allah’ın Hz. Âdem’i yaratırken rûhundan üflediği “nefahtü” sırrı olan nefesin mazharısın.)[5]
Yüzün âyâtını anlar arîf olan ne mushafdır
Anı zâhid ne bilsin nice sûret nice ma‘nâdır
(Bilgi sahibi olan kimse yüzünün delillerini ve onun nasıl bir Mushaf olduğunu bilir. Zâhit ise onun sûretinin ve mânâsının nasıl olduğunu ne bilsin.)[6]
İnsanın vazifesi yaratılış güzelliğini özellikle ayna misali olan yüz hatlarındaki ilâhî çizgileri koruyup, fıtrat sûretindeki güzelliği çirkinleştirmeden emâneti tertemiz teslim etmektir. Hatta ilâhî bir ayna olan yüz güzelliği ile mahşerde dirilip, cezâ günü huzurda rezil olamamaktır. Bu tembihi Hulûsi Efendi Hazretleri bize şöyle hatırlatıyor:
Değiştirme bu eşkâl ile haşr et Yevm-i Mahşer’de
Beni rüsvâ-yı âlem eyleme Rûz-ı Cezâ yâ Rab
(Yâ Rab! Mahşer gününde beni değiştirmeden bu şekilde dirilt. Beni kıyâmet gününde âleme rezil etme.)[7]
Yukarıdaki beyti daha iyi anlayabilmek için şu İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-Beyân adlı eserinde Kurtubî Tefsirinden naklettiği rivâyete dikkat kesilmek gerekmektedir:
Muaz b. Cebel (r.a), Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'e, “Sûr'a üflendiği gün, bölük bölük gruplar hâlinde Allah'a gelirsiniz.”[8] meâlindeki âyette geçen bölük bölük haşir meydanına değişik zümreler hâlinde gelmenin ne demek olduğunu sorar. Peygamber aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurur:
“Ey Muaz, sen gerçekten çok büyük bir meseleyi sordun.” buyurur. Sonra gözleri dalar gider ve sözüne şöyle devam eder:
“Benim ümmetimden insanlar on zümre hâlinde mahşere gelirler. Kimisi maymun, kimisi domuz biçiminde bazıları yüzüstü ayakları havada sürüklene sürüklene mahşere gelirler. Bazıları kör, bazıları sağır ve dilsiz olarak gelirken, kimileri dilleri göğüsleri üzerine sarkmış onu çiğneye çiğneye gelirler. Ağızlarından irin akan bu insanlardan, mahşere gelen herkes tiksinir ve iğrenir. Bazılarının elleri ve ayakları kesiktir, kimileri cehennem ateşinden bir kütük üzerine asılmıştır. Bazıları leşten daha pis kokar, kimisi katrandan bütün vücudunu kapatan cübbe giymiş olarak gelir. Bu cübbe vücutlarının derilerine tamamen yapışık hâldedir.
Yukarda sıralanan kişilerden mahşere maymun biçiminde gelecek olanlar insanlar arasında koğuculuk yapan, laf getirip götürenler olacaktır. Nitekim koğuculuğun kötülüğüne dâir şöyle bir hikâye anlatırlar:
Adamın birisi pazarda köle satmaktadır. Bu köleye müşteri olan kimse kölenin herhangi bir ayıbının olup olmadığını sorunca satıcı; koğuculuktan başka hiçbir kusuru yoktur der. Bunu duyan müşteri o hâlde râzıyım diyerek bu köleyi satın alır. Köle yeni sâhibinin yanında bir süre geçirdikten sonra bir gün efendisinin hanımına der ki: “Kocan seni sevmiyor, o senin üzerine başka bir dost tutmak istiyor. Eline bir ustura al, uyurken kafasının arka tarafından bir kaç kıl kopar da onlara sihir yapayım ve kocan seni sevsin.” Aynı köle daha sonra efendisine giderek; karın bir dost tuttu, seni öldürmek istiyor, uyur gibi yap gerçeği göreceksin der. Bunun üzerine o efendi kölenin dediği gibi uyur gibi yapar. Karısı elinde usturayla içeri geldiğinde efendi kadının kendisini öldüreceğini zanneder. Derhal yerinden fırlayarak karısını öldürür. Daha sonra kadının akrabaları gelip kocayı katlederler, böylece iki kabîle arasında çatışma meydana gelir ve bu kan davası uzar gider.”[9]
Hadis-i şerifte ifâde edilen mahşere domuz kılığında gelecek olanlar, dünyada iken haram yiyenler olacaktır. Haram anlamında hadis metninde “suht” kelimesi kullanılmaktadır. Kelimenin anlamı, herhangi bir şeyi kökünden sökmek, kökünü kazımak demektir. Haram da dini ve insanlığı kökünden kazıdığı için bu ismi almıştır.
Yüzüstü sürünerek mahşere gelecek olanlar, fâiz yiyenler olacaktır Yüzüstü sürünme anlamına hadis metninde “tenkîs” kelimesi kullanılıyor. Tenkîs, insanın duruşunun baş aşağı kılınması, bir başka ifâdeyle ayaklarının yukarıya başın aşağıya getirilmesi demektir.
Kör olarak mahşere gelecek olanlar, hüküm verirken zulüm yapan kimseler olacaklardır.
Dilsiz olarak haşredilecekler, yaptıkları amelleri beğenen kimselerdir.
Dillerini çiğneye çiğneye mahşere geleceklerdir, âlim ve kassaslar, yani insanlara va’z ve nasihat eden ancak sözleri ile yaptıkları filleri tutmayan kimselerdir.
Elleri ve ayakları kesik olanlar, komşularına eziyet eden kimselerdir.
Cehennem ateşinden kütük üzerine asılacak kimseler, halkı sultanlara gammazlayan kimseler olacaktır.
Leşlerden daha kötü ve pis kokacak kimselere gelince bunlar şehvet ve lezzetlerinin peşinde koşan, bunlara düşkün olanlarla mallarından Allah’ın hakkını vermeyen kimselerdir.
Kapkara ziftten cübbe giyecek kimselere gelince, bunlar kibirlenen böbürlenen, kendini beğenen kimseler olacaktır.[10]
Bu hadis-i şerif önce herkesin mahşere nasıl geleceğini belirtmiş, daha sonra da aynı sıra ile herkesin hangi günahı işlediği için bu şekilde geleceği ifade olunmuştur. İnsanların işledikleri günahlarla mahşerde alacakları biçimler arasındaki ilişki, “tâbir” ilmi incelenecek olursa bulunabilir.
Öte yandan hadis metninde günahkârların alacak olduğu biçimler ve buna yol açan sebepler sıralanmıştır. Kısacası; bedbaht talihsiz kimseler mahşere işledikleri çirkin ameller biçiminde geleceklerdir. Âhiret hayatında mutluluğu elde edecek kimseler ise kendi işlemiş oldukları, güzel amelleri biçiminde haşr olacaklardır.
Tâ ki bazılarının yüzleri ayın on dördü gecesi dolunay gibi veya güneş gibi olacaktır. Nitekim güzel amel işleyenlerin yüzlerinin bu şekilde olacağına dâir sahih rivâyetlerde ifâdeler vardır.[11]
Mahşer gününü tasvir eden başka bir rivâyetle yazımızı tamamlayalım:
Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadisinde mahşer gününde üç kişinin İlâhî huzurda nasıl hesaba çekileceklerini tasvir eder. Bunlardan birincisi, Allah yolunda canını verebilecek kadar fedakârlık gösterdiğini düşünen kişidir. Bunu hesap ederek çok büyük mükâfata mazhar olacağını ümit eden bu kişi, nihâyet büyük hesap için Allah’ın huzuruna getirilir.
Önce, Yaratan’ın ona bahşettiği nimetler bir bir sayılır. O da, sayılan nimetlere mazhar olduğunu itiraf eder. Ardından, “Peki, sen bu nimetlerin karşılığı olarak neler yaptın?” diye sorulur. Allah yolunda canını bile verdiğini düşünerek, “Senin yolunda çarpıştım. Sonunda şehit edildim.” der. Onun gerçekte ne için savaştığını çok iyi bilen Allahu Teâlâ asıl niyetini açığa çıkarır: “Yalan söylüyorsun! İnsanlar sana “cesur” desinler diye savaştın. Zaten bu dileğin de gerçekleşti. İnsanlar, ardından senin ne kadar kahraman biri olduğunu anlatıp durdular.” Allah, meleklerine emir verir ve şehitlik sevabı bekleyen kişi sürüklenerek cehenneme atılır.
Diğeri de ilim tahsil eden, bilgisini başkalarıyla paylaşan, aynı zamanda Kur’an’ı güzel okuyan bir ilim adamıdır. Allah, ona da ikram ettiği nimetleri tek tek sayar. O da bu nimetlerin kendisine ikram edildiğini itiraf eder. Allah ona da sorar: “Peki, bunca nimetin karşılığı olarak ne yaptın?” Adam, “İlim tahsil ettim, bildiklerimi insanlara öğrettim ve senin rızân için Kur’an okudum.” karşılığını verir. Allah önceki gibi onun da riyakârlığını açığa çıkarır: “Yalan söylüyorsun! İnsanlar sana “âlim” desin diye bu ilmi tahsil ettin. Güzel bir Kur’an okuyucusu desinler diye okudun ve bunu dediler.” Allahu Teâlâ emir verir ve melekler bu kişiyi de sürükleyerek cehenneme atarlar.
Sonuncusu, servet sahibi olmuş, dünyalık olarak her istediğini elde etmiş bir zengindir. Allah, ona da ikram ettiği nimetlerini hatırlatır. O da bu nimetlere mazhar olduğunu itiraf eder. Allah ona da sorar: “Peki, sen bunca nimetin karşılığı olarak ne yaptın?” Allah yolunda pek çok infakta bulunduğunu hesap eden adam, sevap beklentisi içerisinde, “Malın harcanmasını istediğin tüm yerlere senin rızân için infakta bulundum. Hiçbirini boş geçmedim/cevabını verir.
Onun da ne maksatla infakta bulunduğunu, bu işleri nasıl gösteriş için yaptığını bilen Yüce Allah, adamın gerçek niyetini ve samimiyetsizliğini açığa çıkarır, onu dünyadaki niyetiyle yüzleştirir: “Yalan söylüyorsun! Sen bütün bunları, insanlar senin için “Ne cömert kişi.” desinler diye yaptın. Zaten bu isteğin de gerçekleşti. Herkes senin için, “Çok cömert bir insan.” dedi.” Allah (c.c.) ardından meleklere emreder ve adam sürüklenerek cehenneme atılır.[12]
Hadiste sözü edilen kişiler bu amelleri Allah rızâsı için yaptıklarını ifade etmelerine rağmen karşılığında âhirette umduklarını bulamamışlardır. Çünkü onların davranışlarına Allah katında amelleri değersiz kılan riyâ karışmıştır.
Riyâ, kişinin, başkalarının beğenisini kazanmak, saygınlık ve çıkar sağlamak amacıyla gösteriş için inandığından farklı davranışlarda bulunmasıdır. Riyâ, gizli yapılması gereken amel ve ibâdeteri başkalarının görmesi amacıyla açıktan yapmaktır. İyilikleri, amelleri veya ibâdetleri sırf başkaları duysun diye yapmak da “süm”a”dır. Bunda da başkalarının duyması vesilesiyle övünme, gösteriş yapma yahut çeşitli menfaatler elde etme amacı vardır.
İnsanı riyâkârlığa sevk eden sebeplerin başında, “ucb”, yani kendini beğenme duygusu gelir. Kötülenmekten korkma, şan, şöhret ve birtakım menfaatlere ulaşma isteği de insanı riyâkâr olmaya iten sebeplerdir. Başkaları tarafından takdir edilme ve beğenilme, insanın nefsini okşayan bir durumdur.
Kişi beğenilme duygusunu kontrol edemezse davranışlarını bu arzu doğrultusunda gerçekleştirmeye çalışır, zamanla insanların yanında başka türlü, yalnızken başka türlü davranmaya başlar ve ikiyüzlü bir kişiliğe bürünür. İnsan bazen de başkalarının kendisini tenkit etmesinden, kınamasından ve ayıplamasından korktuğu için doğru olduğuna inandığı davranışları terk eder.
Yahut birtakım menfaatleri gözeterek doğru olmadığına inandığı davranışları sergiler. Böylece insanlara eylemleriyle yalan söyler ve insanları eylemleriyle aldatır. İnsanları dünyada bu şekilde aldattığını düşünen riyâkârın bu sahte tavrı âhirette elbette önüne konur ve böylece hak ettiği gerçek karşılığı bulur.[13]
[1] Bkz: Mustafa Takî Efendi, Varlığın Nûru -Târîh-i Nûr-ı Muhammedî, (Haz: Fatih Çınar), Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul, 2016.
[2] 40/Mü’min. 64.
[3] Buhârî, İstîzân 1; Müslim Cennet 28.
[4] Nihat Öztoprak, 20. Yüzyıl Mutasavvıf Divan Şairi Seyyid Osman Hulûsî Efendi Divanı (İnceleme-Metin-Nesre Çeviri), Nasihat Yayınları, İstanbul, 2020, c.2, s. 298.
[5] Öztoprak, a.g.e, c: 2, s.201.
[6] Öztoprak, a.g.e, c:1, s. 377.
[7] Öztoprak, a.g.e, c: 1, s. 278.
[8] 78/Nebe, 18.
[9] İmam el-Kurtubî, Kurtubî, Tefsîru’l-Câmiu’l-Ahkâmi’l-Kur'ân, Buruc Yayınları, İstanbul, c. XI, s. 175.
[10] Kurtubî, a.g.e., XI, 175.
[11] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, (Haz: H. Kamil Yılmaz ve diğerleri), Erkam Yayınları, İstanbul, 2016, cilt: 22, s.655-657.
[12] Müslim, İmâre, 152.
[13] Heyet, Hadislerle İslam, DİB Yayınları, Ankara, 2014, cilt: 3, s.596.
Musa TEKTAŞ
YazarFetih; coğrafî açılımın ötesinde kafaların, kalplerin ve müesseselerin İslâm’a açılmasıdır. Fetihle gerçekleşen açılım ancak Hak adına olur. Hak’tan halka açılımın bir diğer ifade biçimidir. Peygamber...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Tasavvufta mârifet; kişinin kendini tanıyarak Rabb’ini tanıması, Allah dostlarına âşinâlık kazanması, hakîkat bilgisine erişmesi ve irfân meclislerine kavuşarak, âriflerin sırrına vâkıf olması şeklind...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Fetih ruhu dirildi,Açıldı Ayasofya.Paslı zincir kırıldı,Açıldı Ayasofya.Melekler pervaz eder,Mü’minler niyaz eder;Dağılsın hüzn ü keder,Açıldı Ayasofya.Esti rahmet rüzgârı,Geldi İslâm baharı;Fâtih’in ...
Şair: Bestami YAZGAN
Ahlak kavramı; “seciye, tabiat, huy” gibi anlamlara gelir. Ahlakın konusu, iyi ve kötü insan davranışlarıdır. Allah her insanı iyi ve kötüyü algılayacak bir kâbiliyette yaratmıştır. Dinî b...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ