İstanbul’un Fethinin 570. Yılında Ayasofya Camii
Fetih Hakkı ve Sembolü Olarak Ayasofya
29 Mayıs 1453 tarihi, bizim açımızdan karanlık bir devrin batışını, yepyeni ve aydınlık bir devrin müjdesini fısıldar kulaklarımıza. Bu tarih, Osmanlı’nın muhteşem bir cihan devletine giden yolunu da ardına kadar açar. Zulme rızâ gösterenler ve zâlimden yana olanlar sahnenin dışına itilir; İslâm’dan ilham alan daha âdil bir dünya nizâmı yeniden şekillenir.
İstanbul, Müslüman Türkler için sıradan bir toprak parçası değildi(r). Eski tabirle Konstantiniyye diye adlandırılan bu şehir, tabir câizse Türklerin kızıl elmasıydı. Peygamber Efendimiz’in, “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” hadisi, bütün Müslüman komutanları bu şehri fethe yöneltmiştir.
Bugün İstanbul’da kabri bulunan ve bir semte adını veren Ebû Eyyûb el-Ensârî bile, seksen yaşlarında, kızgın çölleri geçerek bu müjdeye mazhar olmak için İstanbul’a kadar gelmiştir. Fakat bu kutlu fetih onlarca kişiden sadece Fâtih Sultan Mehmet Han’a nasip olmuştur.
Fâtih Sultan Mehmet, Konstantiniyye’yi fetheder fethetmez, o zamanki adıyla Ayasofya Kilisesi’nin önüne gelerek orada toplanan ve az sonra kellelerinin uçurulacağı vehmine kapılan, bu yüzden de korkudan tir tir titreyen Bizans halkına, tarihte görülmemiş bir hoşgörü örneği sergileyerek, canlarını bağışladı; bunun da ötesine geçerek kendilerinin bundan sonra ibâdetlerinde özgür olacaklarının da garantisini verdi. Onları himâye etti.
Fâtih Sultan Mehmet Han, o gün İslâm’ın engin hoşgörüsünü bütün dünyaya gösterdi. Atından inerek Ayasofya önünde şükür secdesine kapandı. O gün fetih hakkı ve sembolü olarak Ayasofya’yı camiye döndürdüğünü ilan ederek ilk Cuma namazını da burada edâ etti.
Hoca Sadeddin Efendi’nin deyişiyle, “Çan sesleri sustu; yerini tekbir sesleri, gülbank-ı Muhammedî, zemzeme-i penç-i nevbet aldı.” Fethin sembolü Ayasofya asırlarca Müslümanların secdegâhı oldu. Bu kutlu mâbedin yüzü Müslümanlarla gülmeye başladı.
Ayasofya Camii Nasıl Oldu da Bir Oldubittiyle Müze Hâline Dönüştürüldü?
Ayasofya bir mâbetten daha çok şey ifade eder bizler için. O, fethin mânevî şiârıdır. Fetihten 1934’e kadar, Müslümanlara hizmet etti bu sembol mâbet. İstanbul’un işgal altında olduğu 1918-1922 yılları arasında bile Ayasofya cami olarak ilâhî misyonunu devam ettirdi.
Bazılarının beğenmediği Sultan Vahdeddin, o yıllarda Ayasofya’nın kiliseleştirilmesine karşı mücadele verdi. Osmanlı orduları terhis edildiği için savunmasızdı Ayasofya. Vahdeddin, Mondros Antlaşması gereğince kendini koruması için müsaade edilen yedi yüz kişilik askerî birliği Ayasofya’nın emniyetine tahsis etti.
Onlara şu tarihî emri verdi: “Benim hayatımı boş verin, eğer işgalciler aziz İstanbul’un fetih sembolü olan Ayasofya’ya çan takmaya gelirlerse; benden emir beklemeden ateş açın ve son nefesinize kadar Ayasofya Camii için savaşın!”
Peki, Ayasofya Camii nasıl oldu da bir oldubittiyle müze hâline dönüştürüldü? Bunun hikâyesi uzundur. Özetle söylemek gerekirse Ayasofya Camii, 1934’te bir kısım küresel güçlerin sinsi oyunuyla tamir ve restorasyon süsü verilerek geçici olarak ibâdete kapatılır.
Göstermelik bir kısım çalışmalar yapılır. Kapatılış o kapatılış, bu tarihî mâbet bir daha cemaatiyle buluşturulmaz. Bir oldubittiye getirilerek müze hâline dönüştürülür. Ayasofya Camii, Resmi Gazete’de neşredilmeyen, kanunlar karşısında hiçbir geçerliliği olmayan 24.11.1934 tarihli ve 21589 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilir. Öyle de kalır.
Fethin nişânesi olan Ayasofya’nın 24 Temmuz 2020 tarihine dek süren hüzünlü manzarası biz Müslümanlar için tam bir zillet hâliydi. Bu ulu mâbedin 2020’den önceki durumu, bu toprakları kanlarıyla sulayıp bizlere emânet eden mübarek ceddimize vefâsızlığımızın en büyük göstergesiydi.
Bu mâbedin böyle öksüz ve yetim bir hâlde kaderine terk edilmesi Müslümanın izzetine halel getirmişti. Bu öksüz camiyi abdestle değil de, biletle müze olarak gezmek Müslümanların kanına dokunuyordu. Bu durum böyle devam ettikçe tarihe karşı sorumluluklarımızı da yerine getirmemiş olacaktık.
Fâtih, vakfiyesinde bu kadim eseri eski hâline döndüreceklere ta o zamandan bedduâ ediyor; onları lânetliyordu. Allah dostu padişah, ta o günlerden bugünlere gönül gözüyle bakarak büyük bir kerâmet örneği göstererek bugünleri görüyordu. Bir mâbet olmaktan öte derin anlamlar taşıyan bu camiyi tekrar eski hâline (camiye) dönüştürmedikçe bu kadim şehrin fâtihi, Sultan Mehmet Han’ın bedduâsına muhâtap olmaktan ne yazık ki kendimizi kurtaramayacaktık. Bu büyük bir vebaldi aynı zamanda. Bu vebalden kurtulmak için tez zamanda bir şeyler yapılmalıydı.
Artık Biletle Değil, Abdestle Girmek İstiyorduk Fethin Sembolü Olan Ayasofya’ya
Ayasofya’nın mahzunluğu ümmetin mahzunluğu demekti. Artık biletle değil, abdestle girmek istiyorduk fethin sembolü olan Ayasofya’ya. Bugün Ayasofya’nın kanayan yarasına merhem olacak nesiller olmazsak bu sorumsuzluğumuz yarınki nesiller tarafından da sorgulanacaktı. Artık Ayasofya ile Sultan Ahmet Camiileri birbirine tebessüm etmeliydi. Ayasofya’nın o hüzünlü abus yüzü, karşısındaki o görkemli mâbedi üzmemeliydi.
Bazıları “Tarihî Yarımada” olarak nitelendirilen o bölgede onlarca cami olduğundan dem vurarak, bu çevrede camiye ihtiyaç olmadığını belirterek bu kadim kilisenin özgün hâliyle hizmet vermesini öne sürmekteydi. Fakat onlar meselenin özünü bildikleri hâlde hâdiseyi sulandırma yoluna gitmekteydiler.
Bilmeyenler de, en hafif tabirle gaflet içerisindeydi. Biz de biliyorduk o bölgede âcilen camiye ihtiyaç olmadığını. Ayasofya’nın camiye tebdîl edilmesinin o bölgedeki ihtiyaçla doğrudan alâkası yoktu. Böyle sebeplere sığınmıyorduk zaten. Ayasofya camiden öte bir anlam taşıyordu bizler için.
Zira Ayasofya bir semboldü Müslümanlar için. Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesi, sıradan bir kilisenin camiye tebdîl edilmesi kadar basit değildi. Ayasofya, Sultan Fâtih’in bir fetih hâtırasıydı. Bizlere bıraktığı kutlu bir emânetti. Tabir câizse Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, şer odaklarına bir cevaptı, bir meydan okumaydı. Ötesi lâf-ı güzaftı.
Son 20 yılda birçok tabu yıkılmıştı. Bir zamanlar birilerinin kırmızı çizgi olarak gördüğü şeyler dokunulmaz olmaktan çıkmıştı. Nice olmazlar olmuştu. Birçok hassas konuda açılımlar yapılmıştı. Akdamar Kilisesi Ermeniler için; Sümela Manastırı Ortodokslar için senenin belli zamanlarında ayinlere açılmıştı.
Bunu Mersin Tarsus St. Paul Kilisesi, İzmir Meryemana Kilisesi, Antakya St. Pierre Kilisesi, Antalya St. Nikola Kilisesi, Edirne’deki Bulgar Ortodoks Sveti Georgi Kilisesi ve diğerleri izlemişti. Hatta Osmanlı’nın ilk başkenti, serhat şehri Edirne’de Sveti Konstantin ve Elena Kilisesi’nin bahçesine Bulgar Papaz I. Antin’in büstü konulmuştu. Bunlar büyük bir değişimin ve dönüşümün işaret fişekleriydi.
Zaman insânî özgürlüklerin karşılık bulduğu ve geçmişe nazaran tavan yaptığı bir zamandı. Böyle bir zamanda ve zeminde herkese hakkı iâde edilmeliydi. Ayasofya’nın kapılarına kilit vurulduğu zamanlar geride kalmalıydı artık. Sultanahmet’ten geçerken şuurlu her Müslüman’ın yüzünün kızarması gerekirdi.
Ayasofya’nın mahzun yüzü bu dönemde gülmeyecekse ne zaman gülecekti? Ayasofya’nın kilise hâli ve mahzun yüzü, vatan ve bayrak için canlarını veren şehitlerimizin muazzez ruhunu muazzep bir hâle döndürüyordu.
Tarihler 24 Temmuz 2020’yi gösterdiğinde Ayasofya’nın 86 yıllık paslı zincirleri âdetâ mânevî bir balyozla kırıldı, tuz buz oldu. Fethin şiârı olan Ayasofya çok özlediği hürriyetine kavuştu. Hıristiyan dünyasının ayağa kalkması, büyük tepkilerin olması beklenirken birkaç cılız tepki dışında çok da sert tepki olmadı.
Çünkü karşılarında müstemleke değil, ne yaptığını bilen, kararlı ve güçlü bir Türkiye vardı. Öfkeyle ayağa kalktıkları gibi sükûnetle yerlerine oturmasını da bildiler. Böylece kapkaranlık bir devir kapatılarak apaydınlık bir devir açılmış oldu. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve onu gönülden destekleyenler, tabir câizse Yakın Çağ’ı kapatıp iman ve irfan çağını açmış oldular. Böylece bir hicaptan daha kurtulduk.
Ayasofya, Müslüman-Türklerin Kızıl Elmalarından Biriydi.
86 sene boyunca özelde söylemek gerekirse millet, genelde söylemek gerekirse ümmet esârete mahkûm edilen Ayasofya’yla imtihan edildi. Bu topraklarda yaşayan Müslümanlar olarak tavırlarımız sınandı. Nice nesil bu imtihanı kaybetti. Ayasofya’nın ibâdete açılması
İslâm ümmetinin paryalıktan kurtulup uyanışına vesile oldu. Kısmen de olsa çil yavrusu gibi dağılan Müslümanların kenetlenmesi sağlandı. Ayasofya bizi bize bağladı. Yüreklere inşirâh neşvesi kattı. Müslümanlar olarak kaybettiğimiz özgüvenimizi tekrar geri kazandık. Bu müsbet hadisenin gözlerimizin önünde cereyan etmesi bizleri talihli nesil kıldı.
Ayasofya, Müslüman-Türklerin kızıl elmalarından biriydi. Avuçlarımızda tuttuğumuz kordu. Atsak izzetimizi kaybederdik. Yanmayı göze alarak avucumuzda tutmalıydık onu. Nitekim öyle de yaptık. Onun yürek yakan hasretini yaralı gönüllerimize nakşettik.
Ayasofya kapalı durdukça Müslümanlar olarak bizler de hicap duyuyorduk. Çünkü o bize Büyük Fâtih’in fetih armağanıydı. Hakkıyla ve lâyıkıyla muhâfaza edemedik onu. Ayasofya’nın cami hüviyetiyle Müslümanların ibâdetine açılması mü’minlerin hasretini ve Ayasofya’nın gözyaşlarını dindirdi. Mü’minler olarak ilk kez kafamızı kaldırdık yukarı.
Ayasofya, İstanbul’un fetih şiârıydı. Anamızın ak sütü gibi temizdi ve helâlimizdi. Yani bizimdi bu kutlu mâbet. Aslında tekrar cami oluşu bir lütuf değil, çok masum bir hakkın teslimiydi. Üstelik tesliminde geç kalınmıştı bile. Bir kısım ayak oyunlarına kurban edilmişti. Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, bu kutlu mâbedi ibâdete açan devlet adamlarının adı tarihe altın harflerle yazıldı. Tarihten önce de milletin gönlüne yazıldı isimleri.
Birbirinden güzel halılar Ayasofya’nın mermer taşlarına boydan boya serildi. Aslında halı bile sermeye gerek yoktu. Sırtımızdaki ceketi çıkarıp seccâde niyetine kullanabilirdik. Zira neredeyse bir asırlık özlemden sonra soğuk mermerler üzerinde bile namazlarımızı kılmaya râzıydık.
Rabbim bu güzellikleri bizlere nasip etti. Böylece 86 yıllık hasret sona erdi. Hepimiz şükür secdesine durduk. Ayasofya’nın kadim minareleri ve kubbeleri Bilâlî ezanlarla çınladı. Ayasofya’nın açılmasıyla birlikte Müslüman Türk’ün bahtı da açıldı. Elhamdülillah!...
Ayasofya’nın Minarelerinden Beş Vakit Ezan Okunması Bizim İçin Bir Nimet ve İftihar Vesilesidir.
Kelime anlamı "kutsal bilgelik" olan Ayasofya klasik Roma mimarlık ve mühendislik şaheseridir. 1453 yılından beri tam 570 yıl boyunca Osmanlılar tarafından muhafaza edilerek bugünlere sapasağlam bir şekilde getirilmiştir. Aslında mevcut Ayasofya üçüncü binâdır. Bu kadim mâbet Mimar Sinan’ın restorasyon çalışmaları sayesinde ayaktadır. Osmanlı baş mimarı Sinan, 1573’te Ayasofya’nın kubbesini onarmış, binâya takviyeli duvarlar yapmıştır.
Fetihten sonra hemen onarılıp camiye dönüştürülen Ayasofya, zaman içerisinde minareler, şadırvan, sebil, medrese, sıbyan mektebi, kütüphane, türbeler, imâreth3ane ve muvakkithâne gibi müştemilatla zenginleştirilmiş, bir külliyeye dönüştürülmüştür.
Ayasofya, Bizans’tan (Haçlı’dan) sonra İslâm’ın inkişaf ettiği, İstanbul fâtihi II. Mehmed’in milletimize yadigârıdır, çok aziz bir hatıradır. Bu büyük padişahın vasiyetini yerine getirmek İstanbul’un ve İslâm’ın vârisleri olarak boynumuzun borcuydu.
Bir zamanlar kendini Müslüman addeden herkesin en büyük hayali (ideali) olan Ayasofya’nın ibâdete açılması hâdisesi günümüzde gerçek oldu. Aslında bu büyük bir devrimdir Türkiye ve İslâm dünyası için. Fakat bizler bu büyük nimetin kadrini de bilemedik. Bu büyük değişimi ve dönüşümü sıradanlaştırdık. Belki de itibarsızlaştırdık.
Oysa birkaç nesil bunun davasını güttü, büyük heyecanını yaşadı. Gün geldi bir yiğit bu hayalimizi gerçeğe dönüştürdü. Bu, cumhuriyet tarihinde Müslüman Türkler için bir dönüm noktasıdır. Nimetin şükrünü edâ etmek lâzım. Aksi takdirde hiç tahmin edemeyeceğiniz bir zamanda elinizden uçar gider. Ayasofya’nın dimdik ayakta oluşu ve minarelerinden beş vakit ezan okunması bizler için bir nimet ve iftihar vesilesidir. Bunu büyük bedeller ödemeyenler anlayamazlar.
M.Nihat MALKOÇ
YazarBugünkü Gönül Coğrafyamız Mevcut Coğrafyamızdan Çok Daha GeniştirBugünkü bilinen sınırlarımızdan öte, bizim bir de sınır tanımayan gönül coğrafyamız vardır. Gönül coğrafyamız mevcut coğrafyamızdan çok...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Fetih ruhu dirildi,Açıldı Ayasofya.Paslı zincir kırıldı,Açıldı Ayasofya.Melekler pervaz eder,Mü’minler niyaz eder;Dağılsın hüzn ü keder,Açıldı Ayasofya.Esti rahmet rüzgârı,Geldi İslâm baharı;Fâtih’in ...
Şair: Bestami YAZGAN
Ey ümmetin kara yağız yiğidi!İslâm yurtlarının son mücahidiMüslüman yurdundan kov gitsin itiBizim için namus, şeref, ar Kudüs!Kalbimize giden şah damar Kudüs!Bitsin siyonistin Hakk'ı üzmesiPerva...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Tarık bin Ziyad’dan Gırnata Hükümetine yahut Avrupa'da Endülüs'ün SeyriEndülüs İslâm medeniyeti, 711’deki fethinden 1492’deki çöküşüne kadar 881 yıllık bir dönemi kapsamaktadır. İslâm ordusu bu toprak...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ