Deprem ile İlgili Bazı Sorular ve Cevapları
- Hocam, ülkemiz ‘Asrın Felâketi’ denilen büyük bir deprem yaşadı, bu konuda ne söylemek istersiniz?
Hepimiz şu dünyada sınavdayız. Bolluk da darlık da sınav sorusudur; sağlık ve hastalık da. Nimetler de âfetler de sınav sorusudur. Sınav sorularını, sınavın zamanını, sınav süresini Yüce Allah belirler. O, dilediğini yapan, yaptıklarından sorgulanmayandır. “Rabb’in, şüphesiz, her istediğini yapar.”[1] “O, yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır.”[2]
Ama şunu biliriz ki, O’nun her söylediğinde olduğu gibi, her yapıp ettiğinde de sayısız hikmet vardır. Biz, bu hikmetlerin bir kısmını bilebiliriz; bir kısmını bilemeyebiliriz. Hikmetini bilemediğimiz konularda isyan etmeyiz. Belki bir bilen hikmet ehli bulur, sorar ondan öğreniriz, belki de ilerde öğreniriz. Haddimizi biliriz.
Zaten bize ilimden çok az bir şey verilmiştir. O’nun rızâsını kazanmak için, O’ndan gelene râzı oluruz. Çünkü O’nun rızâsını kazanmak, O’na râzı olmakla mümkündür. Bu konuda şu âyetler bizim şiârımız olmalıdır:
“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenlere müjdele.”[3]
“Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabb’imin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; fakat nankörlük eden bilsin ki Rabb’im müstağnîdir, kerem sahibidir.”[4]
- Deprem hakkında Kur’ân ne söyler?
Bildiğiniz gibi Kur’ân’ın bir sûresinin adı “Zelzele”, yani deprem sûresidir. Kur’ân’da depremle ilgili âyetler yer alır. Sözgelimi Hac Sûresi’nin ilk iki âyeti şöyledir:
“Ey insanlar! Rabb’inizden sakının; doğrusu kıyâmet gününün sarsıntısı büyük şeydir. Kıyâmeti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hâmile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır.”[5]
Bu ve benzeri âyetler kıyâmet öncesi meydana gelecek olan depremleri anlatır bize. Bizden önceki bazı toplumların helâki de deprem ile yahut yerin dibine geçirilmek şeklinde olmuştur. Dolayısıyla deprem hayatın gerçeğidir. Yeryüzünde meydana gelen depremler de öncelikle Yüce Allah’ın şu kâinat için koymuş olduğu yasanın gereğidir.
İmam Suyûtî, İslâm tarihinde meydana gelmiş büyük depremlerle ilgili müstakil bir kitap yazmış ve yazdığı bu kitapta Hicrî 94-905 yılları arasında yüzden fazla büyük depreme yer vermiştir.[6]
Hz. Mûsâ (a.s.)’ın meşhur şu duâsını, kavminin yetmiş seçkin kişisiyle tevbe için çıktığı Tûr Dağı’nda yaşadığı bir deprem esnasında yapmıştır. “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin, Allah’ım/ne olur onlar yüzünden bizi helak etme Allah’ım. Bu, Senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırır, dilediğini de hidâyete erdirirsin. Sen, bizim dostumuzsun. O halde bizi bağışla, merhamet et bize. Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de âhirette. Biz sana döndük.”[7]
Demek ki, Hz. Mûsâ Peygamber döneminde de deprem olmuştur. Uhud Dağı üzerinde iken Peygamberimiz de bir depreme yakalanmış ve “Ey Uhud sâkin ol, şu anda senin üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve iki şehit bulunmaktadır.”[8] buyurmuştur.
Adâletin yeryüzüne hâkim olduğu ender dönemlerden biri olan Hz. Ömer zamanında da büyük bir deprem olmuştur. Bütün bunlar, depremin hayatın gerçeği olduğunu bize söyler. İyilerin olduğu coğrafyalarda ve onların yaşadıkları zamanda da depremler olmuştur.
Genel olarak baktığımızda Kur’ân’da kıssaları anlatılan peygamberlerin hemen hepsinin yaşadığı coğrafyanın deprem kuşağı üzerinde olduğunu görürüz. Burada önemli olan depremle yaşamasını öğrenmek, depreme hazırlıklı olmak, depremde zarar görmemek yahut en az zararla depremi atlatabilmek için tedbirleri almaktır.
Bunun yanında yaşanan depremlerin ve aldığımız tedbirlere rağmen yaşadığımız kayıpları birer sınav sorusu olarak bilmek ve ibretle okuyabilmektir. Yaşanan bütün bu depremler bir yandan bize Yüce Allah’ın erişilmez kudretini hatırlatmalı, O’nun o gücü karşısında ne kadar âciz olduğumuzu bize söylemelidir. Yine şiddeti ne olursa olsun yaşanan depremleri, kıyâmet günü büyük depreminin provası olarak müşâhede etmelidir.
- Depremde kaybettiğimiz canlarımız için neler yapmalıyız?
Elbette öncelikle ve her zaman duâ. Şunu bilelim ki bizim hayat düsturumuz Kur’ân, Fâtiha duâsıyla başlar, pek çok duâ örneklerini bize sunduktan sonra yine Felak ve Nâs duâlarıyla sona erer. Duâ âyetleriyle başlayan, duâ âyetleriyle devam eden ve duâ âyetleriyle son bulan bir kitabımız var. Dolayısıyla biz duâsız kalamayız.
Onun için duâ, kerâhat vakti olmayan her zaman yapılabilen ve yapılması gereken bir ibâdet olarak sayılmıştır. Onun için âhirete bizden önce giden o kardeşlerimize duâlar etmeliyiz. Onların hükmî şehitler olduğunu düşünerek onları hayırla anmalı, onlar hakkında hüsn-i şehâdette bulunmalıyız.
Varsa onların borçlarını ödemeye gayret etmeli ve onlar adına yapacağımız hayırlarla onları hep hayırla anmalıyız. Onlara duâ ederken, geride kalanlara en güzel sabırlar dilemeliyiz. Âyetlerde belirtildiği üzere, “Rabb’imiz üzerimize sabır yağdır, kalplerimizi ve ayaklarımızı kaydırma.” duâsını tekrarlamalıyız. Yaralı kardeşlerimizin yaralarını sararken onlara da âcil şifâlar dilemeliyiz. Öte yandan bir daha benzeri âfetlere mâruz kalmamak için duâlar etmeliyiz.
Yüce Rabb’imiz, “Ey inananlar! Sabır ve namazla yardım dileyin. Allah, muhakkak ki sabredenlerle beraberdir.”[9] buyurur. Demek ki ilâhî yardımı hak edebilmek için başımıza gelenlere sabretmeli, bir de namazlarımızı kılmalıyız.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in sıkıntılı bir haber aldığında müezzinine, “Bilal, kalk ezan oku da bizi namazla rahatlat.”[10] buyurması, güneş ve ay tutulması gibi kasvetli zamanlarını namaz ve duâ ile değerlendirmesi, karşılaştığı olumlu olumsuz her olayı duâ fırsatı olarak değerlendirmesi bizim için örnektir.
Dolayısıyla Rabb’imize karşı kulluk vazifemiz ve şükür göstergemiz olan namazlarımızı, canımız çekince değil; Allah ve Rasûl’ünün emrettiği vakitlerde zamanında kılmaya gayret etmeliyiz. “Kazâsını yaparım, ilerde kılarım, yakında başlayacağım.” gibi şeytânî vesveseleri bir kenara bırakarak “dem bu demdir”, “ân bu andır” diyerek hemen başlamalıyız.
Namaz ibâdetinin bir mânevî terapi olduğu bilincinde Huzur’da durarak huzuru bulmaya çalışmalıyız. Bu konuda Hz. Ali ne güzel söyler: “Ey insan, senin için dün geçmiştir, bir daha geri gelmez. Yarına çıkacağını ise hiç kimse bilmez. O hâlde dem bu demdir, içerisinde bulunduğun zamanı en güzel şekilde değerlendirmeye bak!”
Bu konuda Rabb’imiz de bize şu uyarıyı yapar: “Birine ölüm gelip de; ‘Rabb’im! Beni yakın bir süreye kadar ertelesen de sadaka versem, iyilerden olsam.’ diyeceği zaman gelmezden önce, size verdiğimiz rızıklardan sarf edin.”[11]
- Kardeşleri olarak, yaralı kardeşlerimizin yaralarını sararken başka neler yapmalıyız?
Bir tarafta fiziken yaralı kardeşlerimiz var, onlara da duâlar etmeliyiz. İmkân buldukça onları ziyâret ederek sabır ve meâanet dilemeliyiz. Öte yandan evlerini, işlerini, imkânlarını kaybetmiş olan kardeşlerimizin yanında olmalıyız. Fiilî yardımlarımızı onlardan esirgememeliyiz. Bütün mal varlığı olan kumbarasındaki bütün parasını depremzedeler bağışlayan küçük kardeşlerimizi örnek alarak yardımda cömert ve devamlı olmalıyız. Peygamberimiz buyurur ki:
“Mü’minler, birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerine yardım etmede bir vücûdun organları gibidir. Onlardan biri rahatsız oldu mu, diğer bütün beden uyanık kalma ve uyumada birbirine yardımcı olurlar.”[12]
“Kul din kardeşine yardım ettiği sürece, Allah da onun yardımcısıdır.”[13]
“Komşusu açken tok yatan kimse gerçek mü’min değildir.”[14]
Verirsek azalmayacağını, aksine verdiklerimizin bereket, huzur ve sevap olarak dünya ve âhirette bize döneceğini bilmeliyiz. Bölüşürsek kazanacağımızı, bölünürsek kaybedeceğimizi, unutmamalıyız. Arzu ve emellerimizi kontrol altında tutmalıyız. Çok âcil ve zarûrî olmayan isteklerimizi ertelemeliyiz.
İstanbul’da bir caminin adı Sanki Yedim Camii’dir. Bu camiyi yaptıran kişi, çok zengin olmadığı hâlde günlük ihtiyaçlarından kısıp artırarak o camiyi yaptırmaya muvaffak olmuştur. Canı çeken bir şeyi alacakken, “sanki aldım”, “sanki yedim”; giyecek bir şey alacağında “sanki aldım”, “sanki giydim” diyerek alacağı şeyin ücretini bir kenara bırakmış ve sonuçta biriktirdiği paralarla sözkonusu camiyi yaptırmıştır.
Yine mü’minlerin temel özelliğinin infâk etmek olduğunu, infâkın ise zengin-fakir her mü’minin temel özelliği olduğunu bilmeliyiz. Evet zekât, sadaka-i fıtır, kurban gibi ibâdetler gücü yeten zengin Müslümanların belli zaman aralıklarında yerine getirmeleri gereken ibâdetlerdir.
İnfâk ise yarım hurmayı, yarım ekmek bedelini, bir çay parasını vermekten başlayan ve her Müslümanın her zaman yapabileceği bir ibâdettir. Ve infak bizi cehennem azabından kurtaracak en önemli ibâdetlerdendir.
Kesintisiz sürmesi gereken maddî yardımlarımız yanında mağdur durumdaki kardeşlerimizle sıcak ve samîmî ilgi ve alâkayı da ihmal etmemeliyiz. İnancımıza göre hayatın dünyadan ibâret olmadığını, hayatın dünya ve âhiret bir bütün olduğunu, bizim asıl ve kalıcı hayatımızın âhiret yurdu olduğunu hatırlatmalıyız.
Kaybettiğimiz canlarımızla orada buluşacağımızı, yarım kalan hayallerimiz ve hasbihallerimizi orada gerçekleştirebileceğimizi sürekli birbirimize telkin etmeliyiz.
- En mübârek ay olan Ramazan’da hayır hasenatta bulunmak daha mı sevaptır?
Elbette. Ramazan ayı, Kur’ân’da ismi geçen tek aydır. O, Kur’ân ayıdır, oruç ayıdır. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini bağrında barındıran bir aydır. Sevap çarpanı çok fazla olan aydır. Dolayısıyla bu ayda yapılan ibâdetlerin sevabı diğer aylara göre daha fazladır, daha katmerlidir.
Onun için bizler bu Ramazan’da oruçlarımızı daha fazîletli hâle getirmek, Müslümanlığımızı daha kaliteli hâle getirmek için gayret etmeliyiz. Okuyacağımız Kur’ân’lar, tutacağımız oruçlar, kılacağımız terâvihler infâkla taçlanırsa bu ayın feyiz ve bereketinden âzamî ölçüde istifâde etmiş olacağız.
Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Ey insanlar! Sizi büyük ve mübârek bir ay gölgeledi. O ay içerisinde bir gece vardır ki, bin aydan hayırlıdır. O, öyle bir aydır ki; Allah, gündüz orucunu farz, gece ibâdetini nâfile kıldı. O ay içerisinde bir hayır işleyen, diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur. O ayda bir farz işleyen, diğer aylarda yetmiş bin farz işlemiş gibi olur. O sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise cennettir. O yardımlaşma ayıdır. O ayda mü’minin rızkı bereketlendirilir.”
- Bir ayda on beş bin civarında depremle sarsılan kardeşlerimiz için neler tavsiye edersiniz?
Bir kere kul olarak tedbirlerimizi alacağız. Uzmanların tavsiyelerine uyacağız. Bunun yanında Rabb’imize güvenip dayanacağız. O’nun izni olmadan yaprak bile düşmeyeceğini bileceğiz. O’ndan sakınıp korkarak bütün diğer korkuları yeneceğiz. Abdestli olmaya, namazlarımızı vaktinde kılmaya, her an ölebileceğimizin şuurunda devam edeceğiz.
Bol bol Kur’ân okuyacağız. Dilimizden duâları düşürmeyeceğiz. Özellikle şu duâları çokça okumalıyız: Fâtiha Sûresi, Âyet-i Kürsî, İnşirâh Sûresi, Felak-Nâs Sûreleri.
“Hasbünallah ve ni’me’l-vekîl. Ni’me’l-Mevlâ ve ni’me’n-nasîr./Bize Allah yeter, O ne güzel vekil, ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!”
“Rabbi’şrahlî sadrî ve yessir lî emrî/Rabb’im gönlüme ferahlık ver, işimi kolaylaştır.”
“Göklerin, yerin ve büyük Arşın sahibi olan Rabb’im. Biz sana güvenip dayandık. Bizi her türlü belâ ve musîbetten koru. Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyleri yükleme. Bizi Senden başkasına muhtaç eyleme. Biz Senden bize gelecek her türlü hayra muhtacız. Yegâne güvencemiz, dayanağımız Sensin. Bizi Sen’den, Sana kulluktan ayırma. Âmîn.”
[1] 11/Hûd, 107, 85/Burûc, 16.
[2] 21/Enbiyâ, 23
[3] 2/Bakara, 155.
[4] 27/Neml, 40.
[5] 22/Hac, 1-2.
[6] “Zelzele”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Aansiklopedisi.
[7] 7/A’râf, 155-156.
[8] Buhârî, Aṣḥâbü’n-nebî 5; Tirmizî, Menâḳıb 18; Müsned, III, 112.
[9] 2/Bakara, 153.
[10] Ebû Dâvûd, Edeb, 78.
[11] 63/Münafikûn, 10.
[12] Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66.
[13] Ahmed b. Hanbel, II, 252.
[14] Hâkim, II, 15.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
YazarHocam sizi böylesi bir eser yazmaya sevk eden etken nedir?Bu eserin kaleme alınış sebebi, günümüz insanının rol model arayışına cevap verebilmek arzusudur. Osman Hulûsi Efendi aramızdan biridir. Konuş...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Dindeki Sarsılmaz Yeri HakkındaProf. Dr. Enbiya Yıldırım ile RöportajSahâbenin Rasûlullah (s.a.v.)'la ilişkisi nasıldı?Hepimizin mantığı kendi anlayabileceği üzere ashâb-ı kir...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Aziz Türk milleti, asırlardır Ramazan-ı Şerif ayını kendine özgü bir hayat tarzı hâline getirmiş ve bu mübârek ayda yapılan ibadetleri ayrı bir şevk ve heyecanla idrak etmiştir. Yüzyıllardır diğer İsl...
Yazar: Kemal DEMİR
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı ile RöportajDünyevîleşme denilince ne anlamalıyız, dünyevîleşmenin tarifini yapabilir misiniz?Yüce Allah, insanı en güzel bir şekilde yaratmış ve ona sayısız nimetler vermişt...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ