Depremin Yaralarını Nasıl İyileştirebiliriz?
Miladî 1256... Anadolu fay hattıyla birleşen ölü deniz fay hattı harekete geçiyor. Başta Antakya, Şam, Mısır, Filistin ve Hicaz Bölgesi olmak üzere bu koca coğrafyada yıkıcı ve tahrip edici büyük bir deprem oluyor. Binlerce can kaybı, mal kaybı ve yaralılar…
O günlerde bugünkü kadar deprem fay hatları bilinmediği için herkes meseleye farklı yönlerden yaklaşıyor. Kimileri depremi cezâ, kimileri ikaz ve kimileri de imtihan olarak değerlendiriyor. İbn Kesîr, İbnü’l-Esîr ve Mutahhar Makdisî’nin kitaplarına bakıldığı zaman bu büyük depremin ayrıntıları okunabilir.
Miladî 1261 yılında vefat etmiş olan sultanü’l-ulemâdan İzzeddin b. Abdüsselâm Müslüman toplumlar üzerinde hem o günün deprem etkisi oluşturan siyâsî olaylarına ve hem de doğal âfetlerine tanıklık ediyor. Şam’da doğan İzzeddin b. Abdüsselâm, Kâhire’de vefat ediyor.
İslâmî ilimler alanında birçok eseri olan müellifin yaklaşık on kadar da Akâid ve Kelâm alanında kitabı var. İşte yaşadığı dönemde siyâsî ve doğal depremlerin bunalttığı halkı teskin ve tesellî etmek, bir nebze de olsa onların acılarını dindirmek için el-Fitenü ve’l-Belâyâ ve’l-Mihanü ve’r-Razâyâ adlı eserini yazıyor.
Bu risâlede mü’min insan ve mü’min toplumun başına gelen musîbetlerdeki sır ve hikmetler ile mânevî faydalar ele alınıp yorumlanıyor. Bu risâlenin ana konusu, kötülük problemidir. Müellif kötülük problemini, evrenin küllî düzeninde hikmetini tam kavrayamadığımız nice sır ve hikmetlerinin olduğunu Kur’ân’a dayalı delillerle on yedi maddede özetliyor.
el-Fitenü ve’l-Belâyâ ve’l-Mihanü ve’r-Razâyâ adlı bu risâleden yararlanmak suretiyle asrın felâketini yaşadığımız bugünlerde deprem acılarını iyileştirmek ve müellifin musîbetlere hikmet açısından nasıl baktığını ortaya koymaya çalışacağız.
Ben inanıyorum ki, âfet ve kriz durumlarında mânevî danışmanlık ve rehberlik yapmada, depremzedelerde ortaya çıkan derin travmayı tedavi etmede İzzeddin b. Abdüsselâm’ın görüşleri yararlı olacaktır. Başta depremler olmak üzere tabiat olayları (fırtına, sel, gibi âfetler, güneş ve ay tutulmaları, mevsimlerin oluşumu, gece ve gündüzün meydana gelmesi), kıyâmetin kopması, bir insanın anne ve babasını, akrabasını, coğrafyasını, dilini ve ırkını, cinsiyet ve ecelini, rızkını seçememesi gibi durumlar ızdırârî irâde kapsamına girer.
İnsan bu alanlarda sadece tedbir almakla mükelleftir, mutlak takdir yetkisi Yüce Allah’a aittir. Kaldı ki, doğaya hâkim olan kurallar sistemi değişmez, ancak doğadaki biz insanların bu olaylara karşı tedbir bağlamında davranışları değişebilir. Deprem Allah’ın takdiri, ancak tedbir almak da biz insanların görevidir.
İnsanın Başına Gelen Çilelerin Hikmeti
İnsan hayatı tek düze bir hayat değildir; inişleri ve çıkışları olan bir hayattır. Bu bağlamda şer ya da musîbet dediğimiz birçok olaylarla kuşatılmıştır. Esas olan bu ıstırap ve sıkıntıları nasıl dindirebilir ve iyileştirebiliriz? Bunlar da imtihanın bir parçasıdır.
Miladî 13. yüzyılda yaşamış ve kendisine sultanü’l-ulemâ ünvanı verilen İzzeddin b. Abdüsselâm, kötülüğün ve musîbetlerin varlığını eğitim psikolojisi açısından değerlendirir. Ona göre, belâ ve musîbetlerin insanların farklı konumlarına ve kapasitelerine çeşitli faydaları vardır.
Hayır ve lezzetlerin hepsi iyi olmadığı gibi, acı ve ıstırapların hepsi de kötü değildir. Nimetlerin ve felâketlerin tamâmı, insanları ibret almaya ve tefekküre davet etmesi yönüyle maslahat türündendir.[1] İnsan, acılar ve ıstıraplar karşısında eğitilir.
Böylece insan, Allah’ın otoritesinin enginliğini kavramakla birlikte, O’nun kulu olduğunu idrak eder; belâ ve musîbetler karşısında O’ndan yardım isteyerek O’na sığınır. Çünkü acı ve ıstırapları Allah’tan başka giderecek bir güç yoktur.[2] Dolayısıyla musîbetler, dinî ve mânevî eğitimin önemli bir aracı olup iman yönünden insanın olgunlaşmasına, karakter ve ahlâkını düzeltmesine vesîle olurlar.
Kötülük problemine bir imtihan vasıtası olarak yaklaşan İzzeddin b. Abdüsselâm, sabır ve duâ ile Allah’tan yardım istememiz gerektiği üzerinde durur. Ona göre musîbetler insanda hilm duygusunu pekiştirir.[3] Arapçada hilm, öfke anında kişinin güçlü olmakla birlikte teennî ile hareket ederek nefsini gerektiği yerde kontrol altına alması ve doğru bir şekilde yönetmesidir.
Bu bağlamda hilm, cehlin karşıtıdır.[4] Cehil ise, sabırsız kişinin sorumsuz davranışının bir vasfı olduğundan, hilm, öfke patlamasını dizginleyebilen insanın ahlâkıdır.[5] İzzeddin b. Abdüsselâm, hilmin mertebelerinin musîbetlerin büyük ve küçük oluşuna göre de insan hayatında farklı şekillerde tezâhür edeceğine inanır.[6]
Her kötülüğün zımnında bir iyilik olabilir. Acı ve ıstıraplar, nihâî iyiliğimiz için tahammül etmemiz gereken tedaviler gibidir. Dünyadaki doğal âfetlerin yol açtığı acı ve ıstıraplar da insanların daha büyük iyiliklere ulaşmaları açısından gerekli olan kılık değiştirmiş iyilikler gibidir.
Dolayısıyla insanın başına gelen bu musîbetlerin ve çilelerin en önemli hikmetlerinden bir diğeri de başkalarını affetmenin ve onlara merhametle muâmele etmenin erdem olduğunu öğrenmektir. Ancak bunu acılarla eğitilebilenler anlar.[7] Kur’ân sürekli insanları affedici olmaya teşvik eder; “Onlar insanları affederler.”[8] “Kim bağışlar ve barışı sağlarsa onun mükâfatı Allah’a aittir.”[9]
İnsanın başına gelen çilelerin bir diğer hikmeti de insandaki nankörlük duygusunu terbiye etmek suretiyle şükretme alışkanlığını vicdanlara yerleştirmektir. Çünkü felâketler, ibret verici olaylardır. Kendilerine âfet isabet etmeyenler, isabet etmediği için, isabet edenler de daha büyük âfetlere uğramadıkları için hâllerine çok şükretmelidirler. İnsanda en güzel şükür fiillerle Allah’ı senâ etmektir. Hamd ise, Allah’ı sadece esmâ ve sıfatlarıyla övmektir.[10]
Diğer açıdan, Kur’ân’da insanın yaratılış gayesi olarak imtihan edilmesi üzerine sıkça vurgu yapılır.[11] İmtihan kavramının karşılığı olarak da daha çok “fitne” sözcüğü kullanılır. Fitne kelimesi, lügatte; bir şeyin cevherini posasından ayırmak için ateşle muâmeleye tâbi tutmak, içindeki yabancı maddeleri ayırabilmek için altını eritmek anlamına gelir.[12]
İşte belâ da insanın özünü, kötü ahlâkî düşünce ve davranışlardan ayırıp çıkardığı, günah ve hatâlardan arındırdığı için fitne olarak adlandırılmıştır. Şüphesiz, insan hayatında öyle felâketler vardır ki, nice kötülükleri engeller. Özellikle kibir, gurur gibi gizli hastalıkları tedavi eder.[13] Bunun anlamı, belaların, günahlar karşısında insanlara uyanıklık ve disiplin alışkanlığı kazandırmasıdır.
İzzeddin b. Abdüsselâm’a göre musîbetlerle denenme ve eğitilmenin sosyolojik bir boyutu da vardır. Felâketlerle, sadece onlara maruz kalanlar değil, takınacakları tutumların belirlenmesi açısından diğer insanlar da imtihan edilmektedir.
Musîbetlerin toplumsal hikmetlerinin en başta geleni ise, toplumları birbirine yaklaştırmasıdır.[14] Buna göre, karşılaşılan acı ve felâketlerin yardımıyla insanlar birbirlerinin acılarını ve duygularını paylaşarak olgunlaşırlar. Böylesi felâketli günler, toplumlarda iman ve tarih bilincini yükseltmekle kalmaz, medeniyet ve varoluş köklerine dönmelerini ilham eder.
İzzeddin b. Abdüsselâm, bir yerde, kötülük ve iyiliğin bizce sır olan bir yanının da var olabileceğine dikkatlerimizi çeker. Nice kötülük olarak görülen olaylarda bizim bilemediğimiz bir sır perdesinin olduğunu vurgulayarak[15] bu konuda şu âyetleri delil olarak sunar: “Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır ve olur ki bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir kötülüktür...”[16]
“Şayet kendilerinden (kadınlardan) hoşlanmadınızsa, olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda birçok hayırlar takdir etmiş bulunur.”[17] “Haberiniz olsun ki ifk ile gelenler içinizden bir takımdır; onu hakkınızda bir şer sanmayın, belki o hakkınızda bir hayırdır.”[18] Öyleyse insana düşen sorumluluk, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanmakla beraber, şer olarak nitelendirilen fiillerden uzaklaşarak kendimizi hayra adamaktır.
Sonuç olarak, deprem bir kaderdir ve Yüce Allah’ın takdiridir. İnsana düşen görev tedbir almaktır. Kader deyip de tedbiri ve sorumluluğu terk ederek cebriyeci bir akîdeye gitmek bize yakışmaz. Görüşlerinden de anladığımız kadarıyla İzzeddin b. Abdüsselâm mü’minin hayatında her zaman iyiliklerin yaşandığı gibi bin bir türlü çilelerin yaşanabileceğini dile getirmiş, bu çilelerin zaman içerisinde mü’minin hayatında ahlâkî gelişmelere yol açabileceğini verdiği örneklerle açıklamıştır.
O, musîbetlere ahlâkî ve metafizikî açıdan yaklaşmıştır. Olayın insana bakan cihetiyle, belâ ve musîbetler karşısında insanın Yüce Allah’tan yardım isteyerek O’na sığınması gerektiğini tavsiye etmiştir. Çünkü acı ve ıstırapları Allah’tan başka dindirecek ve giderecek bir başka güç yoktur.
[1] Bkz. İzzeddin b. Abdüsselâm, el-Fitenü ve’l-Belâyâ ve’l-Mihanü ve’r-Razâyâ, (tahk. Iyâd Hâlid et-Tabbâ’), Dımaşk, 1992, s. 9.
[2] İzzeddin b. Abdüsselâm, a.g.e., s. 10.
[3] Bkz. İzzeddin b. Abdüsselam, el-Fitenü ve’l-Belâyâ, s. 10.
[4] Bkz. Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul: Kahraman Yayınları, 1968, s. 338.
[5] Krş. 11/Hûd, 75; 37/Saffât, 101.
[6] Bkz. İzzeddin b. Abdüsselâm, el-Fitenü ve’l-Belâyâ, s. 11.
[7] İzzeddin b. Abdüsselâm, a.g.e., s. 11-12.
[8] Bkz. 3/Âl-i İmrân, 137.
[9] Bkz. 42/Şûrâ, 40.
[10] Bkz. İzzeddin b. Abdüsselâm, el-Fitenü ve’l-Belâyâ, s. 13-14.
[11] Bkz. Enfal 8/28; Tegâbün 64/15
[12] Bkz. İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, s. 559.
[13] İzzeddin b. Abdüsselâm, el-Fitenü ve’l-Belâyâ, s. 14.
[14] Bkz. İzzeddin b. Abdüsselâm, a.g.e., s. 14-15.
[15] Bkz. İzzeddin b. Abdüsselâm, a.g.e., s. 14-15.
[16] 2/Bakara, 216.
[17] 4/Nisâ, 19.
[18] 24/Nûr, 11.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarAziz Türk milleti, asırlardır Ramazan-ı Şerif ayını kendine özgü bir hayat tarzı hâline getirmiş ve bu mübârek ayda yapılan ibadetleri ayrı bir şevk ve heyecanla idrak etmiştir. Yüzyıllardır diğer İsl...
Yazar: Kemal DEMİR
Gerçek dostluğun zayıfladığı, her şeyin yarar ve çıkar ilişkileri üzerine kurulduğu bir çağda yaşıyoruz. Öncelikle dostlukların samîmî ve sahih bir temel üzerine yeniden inşâ edilmesi gerekir. İ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oğuzhan Aydın Hocamızın “Seçkin Örneklerle Anadolu İrfanı” adlı eseri okuyucularıyla buluştu. Çok yönlü bir çalışmanın eseri olan kitapta Anadolu’muzun manevî ...
Yazar: Yusuf HALICI
Yaşadığımız yüzyılda, bütün bir Batı dünyası “ümmetleşme” süreci yaşarken, İslâm dünyasında aynı emperyalist batı, etnik ve mezhep bağlamında yapay ayrılıkçı sorunlar üretmektedir. Bütün bunlara rağme...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ