İnsanlığın Hazine Odaları: Müzeler
İnsanoğlu var olduğu günden beri dünyadaki nesneleri bazen merak bazen ihtiyaç gibi çeşitli sebeplerle toplama ve biriktirme hevesi içine olmuştur. Bunda çok kere zamanın yok ediciliğinden kurtarmak ve unutturmamak endişeleri etkili olmuştur.
Bu toplama ve biriktirme merakı bazen hastalık derecesine varmış olsa da, normali müzeciliğin ilk adımı olmuştur. Bu toplama ve biriktirme merakı günümüzde de devam etmekte, “koleksiyon” ve “koleksiyonculuk” kavramlarıyla karşılanmaktadır. Fakat günümüzde işin içine zevk, sanat, gösteriş, kimlik kazanma ve toplumda yer edinme de girerek iş farklı bir boyut kazanmıştır.
Türkiye’de (Osmanlı Dönemi’nde) müzecilik arkeolojik çalışmalarla başlamıştır. Ülkemizde müzeciliğin başlangıcı bazı kesimlerce 1723 yılına dayandırılır. Zira bu tarihte Aya İrini Kilisesi’nde tadilatlar yapılmış ve eski askerî malzeme, burada teşhir edilmeye başlanmıştır.
Bazı uzmanlara göre ise bu tarih 1869’dur. Bu tarihte ilk kez “mecmûa” (koleksiyon) teriminin yerine “müze” terimi kullanılmıştır. 1874 yılında, o zamanlar müze müdürü olan Dethier, ilk Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni çıkarmıştır. Dethier’in ölümünden sonra yerine Osman Hamdi Bey atanmıştır. Osman Hamdi Bey’in Müze-i Hümâyûn’un müdürlüğüne getirilmesiyle Türk müzeciliğinde yeni bir dönem başlamıştır.
Türkiye’de özel müzeciliğin geçmişi 43 sene öncesine dayanmaktadır. Türkiye’deki ilk özel müze Vehbi Koç Vakfı’na bağlı olarak 1980 yılında kurulan Sadberk Hanım Müzesi’dir. Sakıp Sabancı Müzesi, Rahmi Koç Müzesi, Suna İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi onu izleyen yıllarda açılmış özel müzelerdir.
2004 yılında açılan İstanbul Modern Sanat Müzesi de Türkiye’nin modern ve çağdaş sanat sergileri düzenleyen ilk müzesidir. Müzeler koleksiyonlarına göre “genel müzeler, arkeoloji müzeleri, sanat müzeleri, tarih müzeleri, etnografya müzeleri, doğa tarihi müzeleri, jeoloji müzeleri, bilim müzeleri, askerî müzeler ve endüstri müzeleri olarak isimlendirilmektedir. Bağlı oldukları kuruma göre ise devlet müzeleri, yerel yönetim müzeleri, üniversite müzeleri, askerî müzeler, bağımsız ya da özel müzeler, ticârî kuruluş müzeleri diye sınıflandırılmaktadır.
Müzelerin çokluğu, çeşitliliği ve zenginliği ait oldukları milletlerin kültürel zenginliklerinin göstergesidir. Bugün Türkiye’ye bu açıdan baktığımızda, bütün eksikliklere rağmen, güzel bir tablo görsek de bu konuda henüz Batı’yla yarışacak düzeyde değiliz.
Müzeler Bağlı Bulundukları Kültür ve Medeniyetlerin Somutlaşmış Göstergeleridir
Müzeler kültürel değerlerimizin belli bir çatı altında korunduğu, incelendiği, değerlendirildiği ve sergilendiği sıra dışı (özgün) mekânlardır. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere müzelerin vazifesi (işlevi) toplama, koruma (bakım, onarım), belgeleme, sergileme ve eğitimdir.
Bunlardan ilki olan toplama, satın alma ve bağış yoluyla gerçekleştirilir. Koruma ise tarihî önemi hâiz eserlerin ayakta kalma (yaşama) sürelerinin uzatılması için gerçekleştirilen çabaları içerir. Belgeleme; eserlerle ilgili bilgileri yazılı, görsel ve işitsel yollarla saptamaktır.
Sergileme ise müze koleksiyonlarının muhâtaplarına tanıtılması ve gösterilmesini kapsar. Burada eserlerin ziyaretçiler tarafından tekrar görülme isteğinin canlı tutulmasında müzecilere önemli görevler düşmektedir. Bunların yanında müzelerin (müzecilerin) müzelerle ilgili olarak toplumu eğitme (bilgilendirme) görevleri de mevcuttur. Zira bizde yetersiz kalsa da, günümüz dünyasında müzelerin eğitimdeki etkisi her geçen gün artmaktadır.
Müzeler bağlı bulundukları kültür ve medeniyetlerin somutlaşmış göstergeleridir. Bir milleti (veya medeniyeti) tanımak için işe müze ziyaretlerinden başlamak gerekir. “Müzeler, insanlığın hazine odalarıdır. Tüm insanlığın belleği, kültürü, düşleri ve umutları orada saklanır.” (T. Ambrose-C. Paine). “Müze, geçmişi “geçmiş” hâline getiren, daha doğrusu belli bir geçmişin “geçmiş” olarak seçilip algılanmasını sağlayan bir mekân(dır).” (Shaw)
Müzeler bağlı bulundukları (içinden çıktıkları) toplumu etkileyen ve ondan etkilenen kültürel kurumlardır. Müzeler bu yönüyle hem biçimlenir hem de biçimlendirir. Kültürel etkinliklerin odağında yer alırlar. Eğitim adına sosyal ve kültürel çalışmalara katkıda bulunurlar. Müzecilikle koleksiyonculuğu birbirinden ayıran da bu olsa gerek.
Türkiye’de son yıllarda müzecilik kemiyet (nicelik, sayı) ve keyfiyet (nitelik) bakımından önemli mesafeler kat etmiştir. Tabir câizse her geçen gün üstüne koymuştur. Bu kapsamda Türkiye’de müze sayısı 2021 yılında 2020 yılına göre %5,1 artarak 519 olmuştur. Müzelerin 210 tanesi Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde, 309 tanesi ise özel müze kategorisinde yer almaktadır. Yine ülkemizde ören yeri sayısı ise 143 olmuştur.
Müzeler sadece arkeoloji, sanat ve etnografi eserlerinin muhâfaza edildiği ve sergilendiği mekânlar değildir. Bunun ötesinde müzeler formal (resmî) ve informal (resmî olmayan) eğitime katkıda bulunurlar. Bu yönüyle müzeler kültür ve sanat eğitiminde birer uygulama atölyesi gibi kullanılmalıdır.
Böyle bir eğitim daha etkili ve kalıcı olacaktır. Fakat ne yazık ki müzelerin eğitimdeki rolü ne müzeciler ne de eğitimciler tarafından yeterince bilinmektedir. Bilenler de bunu bir külfet (zahmet) olarak görmektedir. Oysa pedagojik açıdan bakıldığında müzelerin etkili ve kalıcı öğretimde önemli bir yer tuttuğu görülür. Bu hakîkat pasif müzecilikten daha aktif (öğretici, fark ettirici) müzeciliğe geçişi zorunlu kılmıştır.
Her köşesi tarih kokan Bursa, müzeleriyle ünlü bir şehirdir.
Bursa, dünyaya nizam veren ve adâlet dağıtan şanlı Osmanlı Devleti’nin ilk payitahtı (başkenti) olan kadim bir şehirdir. Onun içindir ki zengin Türk tarihinin dîbâcesi (ön sözü) hükmündedir. Başta Ahmet Hamdi Tanpınar olmak üzere, birçok büyük şair ve yazarın (edibin) dillerine pelesenk ettiği, öve öve bitiremediği bir şehirdir Bursa. Tanpınar’ın Bursa’sının (g)izini “Beş Şehir” adlı nefis eserinden sürmek gerekir. Bu arada onun bu şehri ilmek ilmek nakşettiği “Bursa’da Zaman” şiirini de unutmamak icap eder.
Osmanlı’dan günümüze uzanan tarihî bir köprü olma özelliği taşıyan Bursa, şairin “Su sesi ve kanat şakırtısından/Billur bir avize Bursa’da zaman” dizeleriyle taçlandırdığı bir kutlu mekândır. O Tanpınar ki “Şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum.
Fethedilmesinden 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştan başa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun mânevî çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tesbit etmiştir. Uğradığı değişiklikler, felâketler ve ihmaller, kaydettiği ileri ve mesut merhaleler ne olursa olsun o, hep bu ilk kuruluş çağının havasını saklar, onun arasında bizimle konuşur, onun şiirini teneffüs eder.
Bu devir haddizatında bir mûcize, bir kahramanlık ve rûhâniyet devri olduğu için, Bursa, Türk ruhunun en hâlis ölçülerine kendiliğinden sahip olduğu söylenebilir. Bu hakîkati gayet iyi gören ve anlayan Evliya Çelebi, Bursa’dan bahsederken ‘Ruhâniyetli bir şehirdir.’ der.”
Müzeler, bulundukları şehirlerin geçmişine tanıklık eden kadim zaman aynaları hükmündedir. Bu yönüyle de bulundukları şehrin hâfızaları mesâbesindedirler. Bütün yaşanmışlıkları bu şehir belleklerinden izleyebiliriz. Müzeler şehirlerin geçmişinde tarihî yolculuklar yapma imkânını sunarlar bizlere. Şehirlerin değişimi ve dönüşümü bu izleri takip etmekle daha iyi anlaşılır. Onlar şehirlerin kadim hikâyelerini kulaklarımıza fısıldarlar. Gelecek nesiller, yarınlara dair yol haritalarını bu iklimden hareket ederek çizerler.
Her köşesi tarih kokan ve tarihten kesitler sunan Bursa, müzeleriyle ünlü bir şehirdir. Bursa’daki müzeleri öyle birkaç saatte, hatta birkaç günde gezip bitirmek mümkün değildir. Günlerinizi ayırmanız gerekir bu zamanda yolculuklara. Ancak bu gezilerden sonra şehri hakkıyla ve lâyıkıyla anlayabilirsiniz. Bu kadim şehir size ancak böyle açar kendini.
Bursa bütün canlılığıyla ve hareketliliğiyle deverân eden canlı bir tarihtir. Şehri bir beden olarak düşünürsek müzeler de onun kan damarlarıdır. Bu damarlardan akan kan hükmündeki tarihtir ona hayat veren. Müzeler bir başka yönüyle de şehir bedenin ruhudur.
Müzeler şehrin kimliğini teşkil eder. Müzesiz şehirlerin kimliği nerden baksan eksiktir. Bursa, tarihî ve kültürel kimliği zengin bir müzeler şehridir. Bursa bu müzelerle dününü yarınlara taşımaktadır. Bu minvalde Bursa’da gezilip görülecek onlarca müze bulunmaktadır.
Bunlar arasında Hünkâr Köşkü Müzesi’ni, Bursa Arkeoloji Müzesi’ni, Karagöz Müzesi’ni, Merinos Tekstil Sanayi Müzesi’ni, Bursa Göç Tarihi Müzesi’ni, Merinos Enerji Müzesi’ni, Bursa Vakıf Kültürü Müzesi’ni, Bursa Kent Müzesi’ni, Bursa Bıçak Müzesi’ni, Bursa Yaşam Kültürü Müzesi’ni, Bursa Sağlık Tarihi Müzesi’ni, Arkeopark Aktopraklık Höyük/Açıkhava Müzesi’ni, Cumalıkızık Köyü Müzesi’ni, Aksu Köyü Müzesi’ni, Hüsnü Züber Evi Müzesi’ni, Tophane Endüstri Meslek Lisesi Okul Müzesi’ni, Tofaş Bursa Anadolu Arabaları Müzesi’ni, Atatürk Müzesi’ni, Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi’ni, Osmanlı Evi Müzesi’ni, Celâl Bayar Müzesi’ni, Bursa Çikolata Müzesi’ni, Muradiye Kur’an ve El Yazmaları Müzesi’ni, Muradiye Mezar Taşları Müzesi’ni, Belenören Müzesi’ni, Karıncalı Müzesi’ni, Zindankapı (Müzesi’ni), Mudanya Mütareke Evi Müzesi’ni, Bursa Türk İslâm Eserleri Müzesi’ni, İznik Nilüfer Hatun İmâreti ve Türk İslâm Eserleri Müzesi’ni, 17. Yüzyıl Osmanlı Evi Müzesi’ni, Ormancılık Müzesi’ni, Basın Müzesi’ni, Nilüfer Fotoğraf Müzesi’ni, Edebiyat Müzesi’ni, İnegöl Kent Müzesi’ni, Dr. Hüseyin Parkan Sanlıkol Müzik Enstrümanları Müzesi’ni ve Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi’ni sayabiliriz. Bunlar içerisinde özellikle göz dolduran müzelerin başında gelen Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi’ne, önemine binâen, ayrı bir paragraf açmak istiyorum.
Bir dünya cenneti diyebileceğimiz Bursa’nın, dört bin yıllık geçmişiyle ve Osmanlı’ya ilk başkent oluşuyla tarihte apayrı bir yeri ve önemi vardır. 6 Nisan 1326 tarihi, Bursa için çok önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu tarih Bursa için bir değişim ve dönüşüm demekti.
Osmanlı, Bursa’yı 23 yıl boyunca büyük bir sabırla fethetmeyi hedeflemiştir. Savaş stratejilerinin üstünlüğü tartışılmayan Osmanlı, bunun için en uygun zamanı ve şartları beklemiştir. Osman Gazi’nin ardından Orhan Gazi’nin 11 yıllık kuşatması 6 Nisan 1326’da çok şükür ki fetihle son bulmuştur.
Bu tarihî hadise gerçekleştirilirken çok şükür ki hiç kimsenin kanı akıtılmamıştır. Zira Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans İmparatorluğu) Osmanlı’ya karşı bir savaşı göze alamamıştır. Şehir Osmanlı ileri gelenlerine teslim edilmiştir. Böylelikle Bursa, küfrün çizmeleri altında yaşamaktan kurtulduğu gibi, ilerleyen süreçte Osmanlı’yı devlet yapmıştır.
Bu yönüyle Bursa, Osmanlı’yı kuran ve devlet yapan bir şehirdir. Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazâde (D. 1400) Bursa’nın fethine ilişkin şunları yazmıştır: ”Bursa cenk ile alınmaz. Sabır gerek. Bir hisar yaptı kaplıca tarafına. İçine kardaşı oğlu Ak Demür’ü kodu. Bir dahi dağ tarafına yaptı. Balabancık derler idi, bir kulu var idi. Bu hisara dahi onu kodu. Ve bu iki hisarı bir yılda yaptı. Köylerini mamur etti. Ve illâ hisardan daşra bir kâfir barmağın çıkartamaz oldular. Bu iki taraftan gâziler vilâyeti zapt ettiler.”
Tarih, milletleri millet yapan ortak özelliklerin başında gelir. Onun içindir ki tarihin özne oluşundan ve tarihin bu birleştirici özelliğinden azamî derecede istifade etmek gerekir. Bu noktada başta geleceğimizi emânet edeceğimiz gençlerimiz olmak üzere, millete ve onun bütün fertlerine, hangi yollarla olursa olsun, tarih şuuru kazandırmak elzemdir. Bu hususta gelişen teknolojiden ve modern anlayışlardan da faydalanmalıyız. Bu noktada İstanbul’dan sonra Bursa şehrimizde de inşâ edilen panoramik müzeler, tarihin insanlara sevdirilmesi ve ondan dersler çıkarılması noktasında önemli işlevler görüyor. “Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi” bu açıdan çok önemli bir eser ve de model olarak karşımızda duruyor.
Şehrin merkezi denilebilecek bir noktasında konuşlanan “Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi”, Bursa’nın beylikten cihan devletine uzanan tarihî yolculuğuna çıkarıyor ziyaretçilerini. Panoramik müze 360 derece dairesel döngü içerisinde fetih gününü resmediyor.
Müzede, Bursa’da medfun bulunan altı Osmanlı padişahını ve onların zamanındaki sosyal hayatı anlatan 16 adet tablo yer alıyor. Bursa’nın 700 yıl önceki hâlinin (6 Nisan 1326 tarihli yıllar) 10 binin üzerindeki 3 boyutlu figürle resmedildiği söz konusu müze, dünyanın en büyük tam panoramik müzesi özelliğini de taşımaktadır.
Dünyanın en büyük tam panoramik müzesi olan “Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi”nin temeli 15 Eylül 2015’te atılmış, 15 Şubat 2019’da resmî açılışı yapılmıştır. Müzenin inşaat alanı 4.500 m², kullanım alanı ise 8.388 m²’dir. Panoramik müze, ana tema canlandırma salonu, sergi salonları, toplantı salonları, kafeterya ve idarî bölümlerden oluşuyor. Ekolojik mimarlık anlayışının gerekliliklerinin harfiyen yerine getirildiği müze, enerji verimliliği ilkesine göre “yeşil bina” formunda inşâ edilmiştir.
“Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi” kubbeli yapılar arasında en büyük kubbeye sahip olan bir yapıdır. Zira müzenin Bursa fethinin resmedildiği 42 metre çapında devâsâ bir kubbesi vardır. Bu ihtişamlı kubbenin altında bin kişilik bir gösteri merkezi yer alıyor.
Müze 6 direk üzerine oturuyor. Bu altı direk Bursa’da medfun altı Osmanlı padişahına (Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi, Murad Hüdavendigar (I. Murad), Yıldırım Bayezid, Sultan Çelebi Mehmed ve Sultan II. Murad) karşılık geliyor. Detaylar arasında yer alan çınar ağacı ise Osmanlı’nın küçük bir beylikten yola çıkarak üç kıtaya hükmetmesini sembolize ediyor.
Müze, genel anlamda şehrin fethine dair her türlü ayrıntıyı büyük bir zenginlikle yansıtıyor. Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi’nin teşekkülünde Prof. Dr. Halil İnalcık başdanışmanlık yapmıştır.
“Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi” Osmangazi Belediyesi tarafından yaptırılmıştır. Birçok özelliğiyle ilkleri üzerinde barındıran bu panoramik müzede 1326 Bursa’sını görsellerle doyasıya yaşamak mümkündür. Hatta Bursa şehri neredeyse 1960’lı yıllara kadar da bu özelliklerini muhâfaza etmiştir. Fakat bugün bu panoramik müzedeki kadim Bursa’yı görmek ne yazık ki mümkün değildir. Onun içindir ki bu yönüyle de müzeyi ziyaret edenler bir anlamda geçmişe yolculuk yaparak derin ve hüzünlü bir nostalji yaşamaktadır.
Bursa’nın fethini yansıtan bu kıymetli müzeyi Bursa’ya kazandıran Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar müzeyi şöyle tanıtıyor: “10 binin üzerinde canlı figürle, kentin 6 Nisan 1326 yılındaki hâlini üç boyutlu fotoğraflarla canlandırıyoruz.
Panorama kısmı, 6 Nisan 1326 yılındaki Bursa’nın ovasını, ağaçlarını, çiçeklerini resmeder. Burada 2 bin 500 metrekarelik 3 boyutlu resimler var. Baktığımız zaman derinlemesine görebiliyoruz. Yine 10 binin üzerinde canlı figür var. Her gelişinizde farklı olaylarla figürleri görmek mümkün.
6 Nisan tarihinde, 23 yıllık kuşatma neticesi Bizanslıların şehri terk ederek İstanbul’a gidişini, Osmanlı Devleti’nin buradaki konaklama sistemini görüyoruz. Tabîî, Bizanslıların da yüzde 40’ı o tarihte burada kalmış; şehri terk etmemiştir. Bütün dünyada bu tür panoramalar savaşı resmeder, burası ise barışı resmediyor. Bunu da buradaki resimlerden fark ediyoruz.”
“Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi”, müze olmanın ötesinde bir kültür merkezi olma özelliği de taşıyor. Söz konusu mekân bu yönüyle de her gün birçok etkinliklere sahne oluyor. Yani burası gün boyu canlılığıyla “yaşayan müze” nitelendirmesini fazlasıyla hak ediyor. Öte yandan yerli ve yabancı on binlerce turistin ilgi odağı olan “Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi”, Bursa’nın turizm destinasyonunda çok mühim bir yer teşkil ediyor.
Somuncu Baba’nın Mübarek ve Muazzez İsmi Darende’yle Âdetâ Özdeşleşmiştir.
Somuncu Baba (Şeyh Hâmid-i Velî-d.1331-ö.1412) deyince akla gelen şehirlerden biridir yedi bin yıllık bir tarihî geçmişe sahip olan Darende. Somuncu Baba’nın mübârek ve muazzez ismi bu şirin diyarla âdetâ özdeşleşmiştir. 14. ve 15. yüzyıllarda, Osmanlı padişahı Yıldırım Bâyazîd zamanında yaşayan Şeyh Hâmid Hamîduddîn-i Velî, nâm-ı diğer Somuncu Baba; Kayseri, Bursa ve Aksaray’da kaldıktan sonra ömrünün son demlerinde Darende’de ikâmet etmiş, irşat çalışmalarına bu güzel beldede daha da hız vermiştir.
Bayramiye Tarîkatı’nın kurucusu Hacı Bayram-ı Velî’nin mürşidi olan Gavsü’l A’zam Şeyh Hâmid-i Velî, Darende’nin, çevre il ve ilçelerin mânevî fethini sağlamıştır. Çoraklaşan gönüllere âdetâ âb-ı hayat olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in 24. kuşaktan torunu olan Somuncu Baba, Bursa’da çilehânesinin yanında yaptırdığı ekmek fırınında somun pişirip çarşı pazar dolaşarak “Somunlar, mü’minler somunlar!..” nidasıyla insanlara ekmek dağıtmıştır.
Zaten kendi adını unutturan “Somuncu Baba” sıfatını da bu vesileyle almıştır. “Diriyiz daim ölmeyiz,/Karanlıkta hiç kalmayız,/Çürüyüp toprak olmayız,/Bize gece gündüz olmaz.” diyen bu hak ve hakîkat dostu, 815/(m. 1412) senesinde Darende’de vefat etmiştir. Mübârek kabirleri, kendi zamanında halvethâne olarak kullanılan Şeyh Hâmid-i Velî Camii içerisindedir. Bu ulu zatın kabri hoş bir görünüme sahip cevizden oyma sandukayla kaplıdır.
Bir maneviyat burcu olan Somuncu Baba’nın (Şeyh Hâmid-i Velî ) hatırasını ve mânevî mirasını yaşatmak için Malatya’nın Darende ilçesinde Somuncu Baba Müzesi kurulmuştur. Bugün Darende’de Şeyh Hâmid-i Velî Somuncu Baba Türbesi ve Külliyesi bünyesinde, 2005 yılında hizmete açılan Somuncu Baba Müzesi her geçen gün yoğun ziyaretçi akınına uğramaktadır. Bu da halkın ona olan teveccühünü göstermektedir.
Şeyh Hâmid-i Velî’nin (Somuncu Baba Hazretleri’nin) hem Kayseri’den ayrıldıktan sonra hem de ömrünün son döneminde Darende’de yaşadığı bilinen bir gerçektir. Başka bir tabirle söylemek gerekirse onun nihâî durağı Darende olmuştur. Tohma Kanyonu içerisinde yaptığı çilehânesi ve Tohma Irmağı kıyısına kurduğu dergâhında halkı irşat etmiştir. Somuncu Baba Hazretleri, 1412 senesinde bu topraklarda vefat etmiş, halîfesi Hacı Bayram-ı Velî’nin kıldırdığı cenaze namazından sonra dergâhın içerisinde defnedilmiştir.
Somuncu Baba Müzesi, Türkiye’de En Çok Ziyaret Edilen Özel Müzelerden Biridir.
Somuncu Baba Türbesi ilk dönemlerde cami olarak kullanılmamış, zâviye ve medrese olarak hizmet vermiştir. Zaman içerisinde türbe hâlini alan bu mekân yıllar içerisinde cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Artan ziyaretçi ilgisine karşı bu camide çeşitli zamanlarda restorasyon ve genişletme çalışmaları yapılmıştır.
Cumhuriyet Dönemi’nde ise cami ve türbe olarak kullanılan külliyede imâmet görevi Somuncu Baba ahfâdına verilmiştir. Somuncu Baba Hazretleri’nin soyundan önce Hasan Feyzi Efendi, ardından oğlu Ahmet Nuri Efendi burada görev yapmıştır. Onların vefatından sonra ise vazifeyi Osman Hulûsi Efendi devralmıştır.
Her yıl binlerce misafiri ağırlayan Somuncu Baba Külliyesi mânevî bir câzibe merkezidir. Külliye içerisinde Somuncu Baba Türbesi, Hulûsi Efendi Haziresi, Somuncu Baba Müzesi, Hamidiye Çarşısı, abdesthaneler, Şeyh Hâmid-i Velî Kütüphanesi, Kudret Havuzu, Somuncu Baba Çilehanesi, Tohma Kanyonu ve mesire alanları bulunmaktadır.
1990-2000 yılları arasında yapılan restorasyon çalışmaları kapsamında Somuncu Baba Külliyesi’nin türbe ve hazîre kısımları aslına uygun bir şekilde yeniden restore edilmiştir. Balıklı havuz ve üst avlu bölümlerinin çevre düzenlemeleri ile caminin alt bölümüne bir kütüphane bir de müze inşâ edilmiştir. 25 Haziran 2005 tarihinde açılışı yapılan “Somuncu Baba Tanıtım Merkezi Müzesi” ve “Şeyh Hâmid-i Velî Kütüphanesi” külliyeye gelen ziyaretçilerin tarih içerisinde uzun bir mânevî yolculuk yapmalarına imkân sağlamıştır.
Somuncu Baba Müzesi, Türkiye’de en çok ziyaret edilen özel müzeler içerisinde dördüncü sıradadır. Söz konusu müzenin tanıtımında şu bilgilere yer verilmektedir: “Tarihten günümüze gelen eşyalar ile Darende’nin tarihinde bir gezintiye çıkabilirsiniz. Geçmişte kullanılan ve zaman içerisinde müzeye bağışlanan bu eşyalar, geçmiş kültürümüzün unutulmamasını ve gelecek nesillere aktarılmasını sağlamaktadır. Ayrıca geçmiş yıllardan kalan fotoğraflar ile Darende’de yaşamış hemşehrilerimizi ve o dönemin kültürünü gözlemleyebilirsiniz.
Öte yandan müzede yer alan geçmiş yıllarda kullanılan kâğıt ve madenî paralar, ahşap malzemeler ve mutfak malzemeleri ile geçmişi yâd ederken, haberleşme araçları ve savaş malzemeleri teknolojinin ne kadar geliştiğini bizlere göstermektedir. Bu hâliyle müze, ziyaretçilere geçmişten günümüze nostaljik zamanlar yaşatmaktadır.
Müze içerisinde yer alan ve farklı ülkelerden gelen emânetler ise sizlere duygu dolu anlar yaşatabilir. Ebva Vadisi’nde Hz. Âmine annemizin mezarından getirilen gül kokulu toprak ile Külliye’ye hediye edilen İmam Rabbânî Hazretleri’nin türbe örtüsü bu emânetlerden sadece ikisidir. Yıllardır Somuncu Baba Tanıtım Merkezi Müzesi olarak hizmet veren müzenin ismi 2017 yılında yapılan başvuru ile yenilenerek “Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Müzesi” ismini almıştır.”(https://somuncubabaturbesi.com/somuncu-baba-muzesi/)
M.Nihat MALKOÇ
YazarTürkiye ile Azerbaycan'ı Özetleyen Güzel Bir Söz: "Bir Millet İki Devlet.”Zamanın Rusya Devlet Başkanı Mihail Sergeyeviç Gorbaçov'un SSCB'de gerçekleştirdiği glasnost ve perestroyka politikalarıyla ek...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Rahmet kapıları açıldı bize,Ayların sultanı ramazan geldi.Rabbimin ihsanı saçıldı bize,Ayların sultanı ramazan geldi.Alıp kokusunu bir gonca gülden,Ruhları sevgiyle sardı dört koldan,Hasretle beklenen...
Şair: Yusuf DURSUN
Kıta Amerika’sı, Kolomb’tan tam 71 yıl önce 1421’de Çin Deniz Kuvvetleri Komutanı Zheng He/Zeng Ho tarafından nihaî olarak keşfedilmiş, haritaları çıkarılmış, yerleşim yerleri oluşturulmuş ve Asya ile...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in ismi anıldığında salâvat getirmek kuşku yok ki dinimizin üzerimize yüklediği bir vazife ve Peygamber Efendimiz’in de üzerimizdeki bir hakkıdır. Kaldı ki; Yüce Allah (c....
Yazar: Aydın BAŞAR