Şihâbüddîn Ahmed Sivasî ve Hakîkat Yürüyüşü
Şihâbüddîn-i Sivasî, Selçuklu Devleti’nden Osmanlı Devleti’ne geçiş döneminde tefsir, hadis, fıkıh, nahiv ve tasavvufî eserleri ile etkin olmuş biridir. Sivasî, aynı zamanda Zeyniyye Tarîkatı’nın Anadolu’da faaliyet gösteren önemli şahsiyetlerindendir.[1]
Şihâbüddîn-i Sivasî, üstâdı Şeyh Muhammed’in (ö.?) Sivas ve çevresindeki faaliyetleri vesilesiyle Zeyniyye Tarîkatı ile tanışma imkânı bulmuştur. Şeyh Muhammed’in halîfesi de olan Sivasî, Osmanlı’nın kuruluşu sürecinde Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona tefsir eden ilk müfessirlerden biri olması yönüyle tanınmaktadır.[2] O, tefsir alanındaki bu şöhretinin yanı sıra, hadis[3] ve tasavvufa dair eserleri ile de döneminde etkili olan şerh geleneğinin önemli temsilcilerindendir.
Hayatı ve Eserleri
Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmeyen Sivasî’nin asıl adı, Ahmed b. Mahmûd’dur. Ailesi ile ilgili de bilgi bulunmamaktadır. Bursalı Mehmet Tâhir’e göre Sivaslıdır.[4] Onun hakkında bilgi veren diğer kaynaklara göre ise Sivaslı birinin kölesidir.[5]
Sivasî, medfûn olduğu yere nisbetle “Ayaslûğî” şeklinde de anılmış ama daha ziyade “Sivasî” nisbesiyle tanınmıştır. Ona, “Şihâbüddîn” lakabı verilmiş[6], İzmir’in Selçuk ilçesinde ise “Şihâbüddin Dede” şeklinde tanınmıştır.[7]
Sivasî, köle olduğu dönemlerde âlet ilimleri ile meşgul olmuş ve kısa sürede ilmî temâyüzü ile akranları arasından sıyrılmıştır. Onun bu süreçte hangi medresede okuduğu veya hocalarının kimler olduğuna dair kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır.
Buna karşın, ilmî gelişiminin ardından üstadı Şeyh Muhammed ile Ayasluğ/Selçuk beldesine göç ettiği ve vefatına kadar burada ikâmet ettiği bilgisi ise hemen her kaynakta yer almaktadır.[8] Sivasî, 1455-56’da Selçuk’ta vefât etmiş ve burada defnedilmiştir.[9] Daha sonra, kabrinin üzerinde küçük bir türbe yapılmıştır. Sivasî’nin türbesi bugün de halk arasında en çok ziyaret edilen yerlerden biri konumundadır.[10]
Velûd bir müellif olan Sivasî, fıkıh, tefsir, Arap dili ve edebiyatı, hadis ile tasavvufî içerikli birçok esere imza atmıştır. Eserlerinde sade ve anlaşılır bir üslup sergileyen Sivasî’nin en meşhûr eseri “Uyûnu’t-Tefâsîr li’l-Fuzalâi’s-Semâsir” adlı çalışmasıdır.[11] “Şerhu Ferâizi’s-Sirâciyye”[12], “Riyâzu’l-Ezhâr fî Cilâi’l-Ebsâr”[13], “Şerhu Lubbi’l-Elbâb”[14], “Risâletü’n-Necât min Şerri’s-Sıfâtı’z-Zemîme” ve “Cezzâbü’l-Kulûb” adlı eserleri de kaleme almıştır.[15]
Şihâbüddîn Ahmed Sivasî’nin Hakîkat Yürüyüşünden Umdeler
Genel olarak Sivasî’nin eseri incelendiğinde ifadelerinin berraklığı, her türlü aşırılıktan uzak ve sade bir tasavvuf anlayışına sahip oluşu ilk anda göze çarpmaktadır. Sivasî’nin eserinde, fikirlerini, İslâm’ın iki ana kaynağı olan Kur’ân ve Sünnet’e dayandırma gayreti dikkat çeken bir başka yöndür. Eserlerinde dikkat çeken bir diğer husus da Sivasî’nin Ehl-i Sünnet çizgisini korumaya gösterdiği özendir.[16]
Sivasî, zâhirî ve bâtınî anlamda temizliğe ulaşmak için şu on şarta riayet edilmesi gerektiğini söylemiştir: “1. Bedenin tamamını guslü gerektiren şeylerden, âzâları hadesi gidermeyi gerektiren hususlardan ve nefsi isyan içeren günahlardan temizlemek. 2. Halvet. 3. Allahu Teâlâ’yı anma/zikir dışında konuşmayı terk etmek. 4. Sürekli oruç tutmak. 5. Kalp huzuruyla sesi yükseltmeden şiddetli bir şekilde dil ile Allahu Teâlâ’yı zikre devam etmek. 6. Allahu Teâlâ’ya teslim olmak. 7. Kalbe gelen duygu ve düşüncelere itibar etmemek. 8. Kalbi üstada/şeyhe bağlamak. 9. Uykuyu terk etmek. 10. Helal olan yemeği azaltmak.”[17]
Sivasî’nin Risâletü’n-Necât min Şerri’s-Sıfâtı’z-Zemîme adlı eserinde nefsi ıslah için dile getirdiği ilk şart bedenin tamamını guslü gerektiren şeylerden, yani hadesten; âzâları, maddî ve mânevî kirliliği gidermeyi gerektiren hususlardan ve nefsi, isyan içeren günahlardan temizlemektir.
Sivasî’ye göre ruh, toprak ile kuşatılmış bir durumda olduğu için öncelikle tâlib ruhunu bu esâretten kurtarmalıdır.[18] Sivasî, nefsi ıslah için ikinci önemli konunun halvet olduğunu ifade etmiştir. Sivasî’nin tarifine göre halvet “ışık girmeyen karanlık bir evde meşgalelerden uzak durma” hâlidir.
Yine Sivasî’ye göre tâlib, halvete riâyet ettiği sürece insan, oyun ve eğlence ile ünsiyet etmeye hazır bir şekilde yaratılan nefsini köreltme imkânı bulabilecektir. Kalp havaslarını açmanın şartının zâhir havaslardan uzak durmaya bağlı olduğunu belirten Sivasî, tâlibin halvete devamla kalbinin delillerini ortaya çıkaracağı ve gayb nûrunun ışığı ile kalbini aydınlatacağı bilgisine yer vermiştir.[19]
“Sürekli oruç tutmak” konusunu, Sivasî dördüncü başlık altında değerlendirmiştir. Sivasî’nin altıncı başlık olarak gündeme getirdiği “Allah’a teslim olmak” konusudur. Sivasî, Allah’a teslimiyet neticesinde tâlibin rızâ, tevfîz ve tevekküle dâhil olacağı kanaatindedir. Ona göre, Hz. Mûsâ’nın Rabb’ini görme isteği üzerine Allah’ın dağa tecellî edip dağın param parça olması ve Hz. Mûsâ’nın mânevî bir sarhoşluk hâli yaşaması gibi[20] teslimiyetin neticesinde tâlipte bir depreşme hâli meydana gelir.
Bu hâl ile tâlipte, rahmet, fazilet ve atfın uzantıları Rabbânî bir şekilde ufukta yükselir ve rûh ile beden arasında çekişmeye sahne olan vahdaniyetin parıltıları ortaya çıkar.[21] Müellife göre tâlip, şek ve şüphenin askerlerini Allah’a olan teslimiyeti ile yenebilir. Bu, tâlibin kalbine peyderpey iner ve nûr damlaları ile birlikte rahmet bulutları yağmaya başlar. Tâlibin kalbi sevinç ve mutluluk verici şeylerle dolar ve dili bu durumu ifade etme noktasında âciz kalır. Sivasî, “O dönemde dil kalp ile okur.” ifadesi ile dilin bu noktadaki kifâyetsizliğini ifade etmiştir.[22]
Sivasî’nin en kapsamlı değerlendirmeleri yaparak geniş bir şekilde üzerinde durduğu konu “Havâtır”, yani “kalbe Allah’ın dışında gelen duygu ve düşüncelere tâlibin itibar etmemesi gerektiği” meselesidir. Sivasî’nin sekizinci başlık altında değerlendirdiği bu husus, ona göre, tâlibe en ağır gelen ve tâlibin yoğun bir şekilde mücâdele etmesi gereken bir konudur. Sivasî, havâtırı “nefs ve şeytanın işbirliği içerisinde tâlibi Hak’tan uzaklaştırmak için başvurdukları bir yol” olarak tanımlamıştır.[23]
Sivasî’nin nefsi ıslah sürecinde tâlibin riâyet etmesini tavsiye ettiği dokuzuncu şart “tâlibin uykuyu terk etmesi”dir. Sivasî’nin ifadesine göre, beden mücâhede ile yorulduğunda tâlip az bir uyku ile istirahat etmelidir. Çünkü bu ikisi, yani mücâhede ve uyku bir araya gelmeyen birbirinin zıddı olan şeylerdir. Fakat uyku havâs olan kimselerde zâhirlerinde olan şeylerin önüne geçmek için bir etkendir. Bir başka ifadeyle beden ve âzâlarının istirâhati havâssın kalbini açmak içindir.
Hatta Sivasî, uykunun havâs ehlinin süflî cisimde olağan dışı/tuhaf etkiler yaparak ve onu meşgul eden uykunun faydaları çeken ve zararları uzaklaştıran ıslahı ile kutsî ruh, Rabbânî latîfe ve nefs-i nâtıkanın olumsuzluklardan uzaklaşacağının belirtildiğini nakleder. Ona göre, bu hâli yaşayan bir kimse yakaza haline devam edip uyuduğunda aslî mekânına döner ve ledünnî hazinelere kavuşur. İstirahat eden tâlip rûhu ile karşılaşması vesilesiyle gayb ve mânâların mârifetine ulaşır.
Bu giderilme hâli ile karşılaşınca rûh mânâ âleminden melekût âlemine yükselir. Burada rûh, şehâdet âleminde olanların benzerlerini görür.[24] Sivasî, nefsini ıslah etmek isteyen kimselerin uyku ile istirâhata geçtiğinde yaşayacağı tecrübeleri dile getirmiştir.[25]
Sivasî’nin sâliklere yaptığı onuncu ve sonuncu tavsiye ise “helâlinden yemeyi azaltma” konusudur. Sivasî, yemede sâlikin aşırı ve çok az arasında bir orta yol tutması gerektiğinden bahsetmiştir. Müellife göre, aç veya şişinceye kadar yemede bir hayır yoktur. Çünkü işlerin hayırlısı orta yollu olanıdır.
Şihabüddîn-i Sivasî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in; “Mü’min bir mideyle (bir kişilik) yer (içer), kâfir ise yedi kişilik yer (içer).”[26] ve “Midenin üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes için ayırın.”[27] sözlerinin özellikle seyr u sülûk sürecinde dikkate alınması gerektiğini belirtir.
Sivasî, “İnkâr edenler dünyada zevklenirler (dünya hayatının zevkini düşünürler) ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların kalacakları yer ateştir.”[28] âyeti ile çok yiyenlerin kınandığını hatırlatarak tıka basa mideyi doldurmanın birçok âfetinin olduğunu dile getirmiştir.
Ona göre, çok yemek kalbin katılaşması, perdelerin kalınlaşması, müşâhedenin perdelenmesi, atâlet ve tembelliğe sebep olması ve temizliğe riâyeti zorlaştırması gibi birçok âfete sebep olmaktadır. Sivasî, çok yemek temizliği giderdiği için meleklerin böyle kimselerden uzak durduğu kanaatindedir. Ayrıca çok yemek, zamanın zâyî olmasına, zikir, Kur’ân okuma ve namaz kılmaktan uzak durmaya da sebep olmaktadır.[29]
Netice olarak ifade etmek gerekirse Şihâbüddin Sivasî, ilme düşkünlüğü sebebiyle kölelikten kurtularak ilim dünyasında söz sahibi hâline gelen, Osmanlı’da Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona tefsir eden müfessirlerin ilklerinden olduğu kabul edilen birisidir.
Sivas’tan Ayasluğ’a/Selçuk’a göç eden Sivasî, tefsir, hadis, fıkıh, Arap dili ve tasavvufî içerikli eserler kaleme alan seçkin bir din bilginidir. Sivasî, tasavvufî görüşlerini dile getirirken kavramlar arasında çok ince ilişkiler kurmuştur. Bu ilişkileri bazen kavramların dayandığı kelimelerin yakın anlamlarından bazen de kavramların içeriklerinden hareketle şekillendirmiştir.
Sivasî’nin eserlerinde kullandığı sade, anlaşılır ve samîmî üslup onun en belirgin özellikleri arasında yer almaktadır. O, eserinde kavramları izah ederken zaman zaman kelimelerin kök anlamlarına da işaret etmiş ve bazı âyetlerin işârî yorumlarına da değinmiştir.[30]
[1] Reşat Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler, İnsan Yayınları, İstanbul 2003, s.95.
[2] Mustafa Öztürk, Osmanlı Tefsir Mirası, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2012, s.69.
[3] Sivasî’nin hadis alanındaki çalışması için bkz.; Harun Reşit Demirel, “Şihâbüddin es-Sivasî’nin Hayatı, Eserleri ve Hadis Usulüne Dair “Riyâdu’l-Ezher fi cilai’l-ebsar” İsimli Eseri”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas 20005, Sayı: IX/2, s.107–124.
[4] Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, c.I, s.90.
[5] Şemseddin Sami, Kâmûsu’l-A’lâm, İstanbul 1311, c.IV, s.2886; İzzet-zade Abdülaziz Mektûbî, Teracim-i Ahvâl-i Ulema ve Meşayih, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, TY No:2456, vr. 9b.
[6] Mehmet Süreyya, Sicilli Osmânî, İstanbul 1308, c.III, s.176.
[7] Dartma, “Şihâbüddin es-Sivasî”, s.97.
[8] Mecdi Mehmed Efendi, Hadâiku’ş-Şekâik, (Neşreden: Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, c.I, s.55.
[9] Sivasî’nin vefat tarihi konusunda çok farklı bilgilere rastlanmaktadır. Onun hakkında bilgi veren eserlerde, 780/1378, 803/1400, 860/1455 ve 880/1475 gibi aralarında büyük uçurumlar olan birçok tarihi görmek mümkündür. Bahattin Dartma, çeşitli tarihi verilerden ve Bursalı Mehmet Tahir’in Sivasî’nin kabrini ziyaret ederek kabir taşı üzerinde “2 Rebiülevvel 860” tarihini görmesinden hareketle vefat tarihini 860/1455–56 olarak kabul etmektedir. Diğer ihtimalleri de göz ardı etmeden eldeki verilerle, Sivasî’nin vefat tarihinin 860/1455–56 olduğu kanaatini biz de paylaşmaktayız. Taşköprü-zade, eş-Şekâik, s.31; Mecdi Efendi, Hadâik, c.I, s.55; Saduddin, Mecelletü’n-Nisâb fi’n-Nesebi ve’l-künâ ve’l-Elkâb, c.II, s.415; Ahmed b. Muhammed, Tabakatu’l-Müfessirîn, vr.70a; Ahmed Midhat Efendi, Mufassal Tarih-i Kurûn-i Cedide, İstanbul, 1331/1912, s.589–590.
[9] Hüseyin Vassaf da bu kanaati paylaşmaktadır. Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2006, Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, c.I, s.327. Vefat tarihi ile ilgili tartışmalar için bkz; Bahattin Dartma, “Beylikler Devrinin Mümtaz ve Mütevazı Bir Şahsiyeti: Şihâbüddin es-Sivasî”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s.226–227; Hasan Sarıtaş, “Köleleri Âlim Yapan Sultan, Şehrin Kutup Yıldızlarından: Şihâbüddin Ahmed es-Sivasî”, Sultanşehir, Sivas 2009, Yıl:3, Sayı:10, s.58–61.
[10] Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı: Zeynîler, s.70; Dartma, “Şihâbüddin es-Sivasî”, s.94. Bir çalışmasında, Şihâbüddin es-Sivasî hakkında bilgi sunan Abdullah Kaya (“Selçuklular Dönemi Sivas’ta İlmi Hayat ve İlim Adamları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal Of International Social Research Volume 1/2 Winter 2008, s.212–242) sehven olsa gerek, Sivasî’den hem “Ahmed b. Mahmud” (s.224) hem de “Şihâbüddin Ahmed b. Mahmud Es-Sivasî” (s.226–227) şeklinde iki ayrı kişi olarak bahsetmektedir. Hâlbuki verilen bilgiler incelendiğinde de görülecektir ki, bu iki şahıs aynı kişidir. Yazar, “Ahmed b. Mahmud” başlığı altında bilgi verirken eserlerini sıralamakta, (s.224) “Şihâbüddin Ahmed b. Mahmud es-Sivasî” başlığı altında ise eserlerine hiç değinmemektedir. (s.227) Ayrıca Ahmed b. Mahmud’un eserlerini sıralarken “Riyadu’l-İrhad” isimli bir eserinden bahsetmektedir ki bu eserin doğrusu Riyâdu’l-Ezhâr” şeklindedir. Bahattin Dartma’nın çalışmalarından özetle bilgi sunduğu anlaşılan yazar, “Ahmed b. Mahmud” isimli kişiden bahsederken vefat tarihine değinmemiş, (s.224) “Şihâbüddin Ahmed b. Mahmud es-Sivasî”nin vefat tarihini ise 780/1378 olarak kabul etmenin daha uygun olduğunu belirtmiş fakat geçerli bir sebep ifade edememiştir. (s.227) Ancak, Sivasî’nin vefatı ile ilgili bilgi verirken de değindiğimiz gibi, onun üstadı ile ilişkilerinden ve mezar taşında yazan ifadeden hareketle vefat tarihinin 860/1455–56 olarak kabul edilmesi daha uygun olacağı kanaatindeyiz.
[11] Dartma, “Şihâbüddin es-Sivasî”, s.98-105; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul 1974, c.II, s.572; Süleyman Mollaibrahimoğlu, Süleymaniye Kütüphanesinde Bulunan Yazma Tefsirler, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul 2002, s.265-270. Sivasî’nin bu tefsirinin yüzlerce yazması olduğu için nüshalarını vermedik.
[12] Koca, “el-Ferâizü’s-Sirâciyye”, s.368.
[13] Harun Reşit Demirel, “Şihâbüddin es-Sivasî’nin Hayatı, Eserleri ve Hadis Usulüne Dair “Riyâdu’l-Ezher fi cilai’l-ebsar” İsimli Eseri”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas 20005, Sayı: IX/2, s.107–124.
[14] Yusuf Şevki Yavuz, “Beyzâvî”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1992, c.VI, s.102.
[15] Fatih Çınar, “Bir Mutasavvıf Olarak Şihâbüddin es-Sivasî ve “Cezzâbu'l-Kulûb” İsimli Eseri Bağlamında Bazı Tasavvufî Görüşleri”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İzmir 2013, c. I, Sayı: XXXVII, s. 239-266; “Şihabüddin es-Sivasî’nin “Risâletü’n-Necât” Adlı Eseri Bağlamında Nefsin Islahına Dair Görüşleri”, CÜİFD, Sivas 2014, c. XVII, Sayı. 2, s.19-44.
[16] Saduddin Mesud İbn Ömer İbn Abdillah Taftazanî, Şerhu’l-Makâsıd, Beyrut 1989, c.V, s.72; Ebu Ceyb Sadi, el-Gâmusu’l-Fıkhıyye, Dımeşk 1988, s.390; Mehmet Necip, Kenzü’l-Ferâid fî Mesâili’l-Akâid, Kanaat Matbaası, İstanbul 1914, s.54–56.
[17] Sivasî, Risâletü’n-Necât, 90a-100a.
[18] Sivasî, Risâletü’n-Necât, 90a.
[19] Sivasî, Risâletü’n-Necât, 90b. Sivasî’nin Gazalî’nin bu konuya dair görüşlerine paralel ifadelere yer verdiğini görebilmek için bkz; Gazalî, İhyâu Ulûmiddîn, Tercüme: Mehmed A. Müftüoğlu, Tuğra Neşriyat, İstanbul Tarihsiz, c.II, s. 525-545.
[20] “Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi.” Araf 7/143.
[21] Salik bu halde sanki kıyamet kopmuş ve “Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altında tutan Allah’ındır.” (Mümin 40/16) âyetine muhatap olmuş gibi tecrübe yaşar. Sivasî, Risâletü’n-Necât, 93a-93b.
[22] Sivasî, Risâletü’n-Necât, 94a.
[23] Ona göre, “Yakup, “Nefisleriniz sizi bir iş yapmağa sürükledi.” dedi” (12/Yûsuf, 83), “Şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş ve kendilerini boş ümitlere düşürmüştür.” (47/Muhammed, 25) ve “Bir de şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücâdele etmeleri için mutlaka fısıldarlar.” (6/En’âm, 121) gibi âyetler bu konuya işaret etmektedir. Yine Hz. Peygamber’den (sav) nakledilen şu hadisler de bu noktaya dikkat çekmektedir: “Şeytan Âdemoğlunun damarlarında akan kan gibi dolaşır. Onun yollarını açlık ve susuzluk ile daraltın. Onun kalplerinize bir şey atmasından korkuyorum.”[23], “Şeytan Ömer’in gölgesinden kaçar.” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, c.II, s.154); “Her doğan çocuk boynunda kendisine ait şeytan ile dünyaya gelir. Senin de mi ya Resulallah! Dediler. Evet, benim için de böyledir. Ancak Rabbim bana yardım etti de benim şeytanım müslüman oldu, buyurdu.” (Müslim, Münafıkun, 11) Sivasî, Risâletü’n-Necât, 94a-94b.
[24] Sivasî, a.g.e., 98b-99a.
[25] 6/En’âm, 153. Sivasî, a.g.e., 99a-100a.
[26] Buhârî, Et’ime 12.
[27] Tirmizî, Zühd 47.
[28] 47/Muhammed, 12.
[29] Sivasî, Risâletü’n-Necât, 100a-100b.
[30] Sivasî’nin tefsirinde de aynı metodu kullanması ile ilgili olarak bkz; Dartma, “Şihâbüddin es-Sivasî”, s.100.
Fatih ÇINAR
YazarKaradenizli Olan Ve Karadeniz’de Faaliyet Yürüten Şemsiyye (Sivâsiyye) Meşâyihi Anadolu’da etkin olan önemli tarîkatlardan biri Halvetiyye’dir.[1] Dört ana şubesi ve birçok alt kolu ile Halvetiyye Tar...
Yazar: Fatih ÇINAR
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in ismi anıldığında salâvat getirmek kuşku yok ki dinimizin üzerimize yüklediği bir vazife ve Peygamber Efendimiz’in de üzerimizdeki bir hakkıdır. Kaldı ki; Yüce Allah (c....
Yazar: Aydın BAŞAR
Nakşbendî Tarîkatı’nın önde gelen isimlerinden olan Mehmed Raîf Efendi’nin hayatı hakkında detaylı bilgi bulunmamaktadır. İstanbullu olduğu bilinen Raîf Efendi, İstanbul’da 1309/1891’de vefât etmiştir...
Yazar: Fatih ÇINAR
Adı Abdullah’tır. Babası Eşref’in adıyla şöhrete ulaşmıştır. Babası, Mısır'dan İznik'e göçmüştür. Eşrefoğlu Rumî İznik'te doğar. Doğum tarihi belli değildir. Hicrî 889 (m.1484) yılında İznik'te vefat ...
Yazar: Oğuzhan AYDIN