Amelleri İbâdete Çeviren İksir: Niyet
Yüce Allah İsrâ Sûresi 84. âyette şöyle buyurmaktadır: “De ki; ‘Herkes kendi karakteri ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda olduğunu Rabb’iniz daha iyi bilir.”
Bu âyette herkesin kendi karakteri ve niyetine göre iş yapacağı ifade edilmektedir. Şüphesiz ki, kimin doğru yolda olduğunu en iyi bilen Yüce Allah’tır.
İnanan insan, daima Allahu Teâlâ’nın murâkabesi altında olduğunu bilir ve bu şuurda iş yapar. Zira o çok iyi bilmektedir ki, Allah dâimâ onu gözetlemektedir.[1] Her yaptığını görmekte[2] ve her söylediğini işitmekte, hatta kalbinden geçen duygu ve düşünceleri dahi bilmektedir.[3]
Dolayısıyla mü’min, dâimâ niyetini hâlis tutar. Her yaptığını Allah rızâsını gözeterek yapmaya çalışır. Her söylediği sözü Allah’ın rızâsını düşünerek söylemeye gayret eder. Allah Rasûlü, bu şuuru, “ihsan” olarak değerlendirmekte ve şöyle buyurmaktadır: “İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına ona ibâdet etmen/kulluk etmendir. Sen onu görmesen de o seni görüyor ya.”[4]
Allah’ın her yerde kendisini gördüğünü, her sözünü işittiğini, hatta kalbinden geçen duygu ve düşünceleri dahi bildiğini bilen ve bu şuurda yaşayan bir mü’min, Allah’ın emirlerine aykırı bir davranışta bulunabilir mi? Elbette bulunamaz. İşte Allah Rasûlü, Müslümanları ihsan şuurunda yaşamaya davet etmektedir.
İnsan hayatında en önemli şey, hiç şüphesiz ki imandır. İmandan sonra ise niyet gelir. Çünkü insanın bu dünyada yaptığı işler niyetine göre değerlendirilir.
Arapça sözlükte “yönelmek, ciddiyet ve kararlılık göstermek”[5] gibi anlamlara gelen niyet kelimesi ıstılâhî olarak; “Allah’ın rızâsını kazanma arzusuyla ve O’nun hükmüne tâbi olmak üzere fiile yönelen irâde” şeklindeki tarif edilmiştir.[6]
Ameller niyetlere göre değer kazanır. Yani bir insanın niyeti selim ise ameli sâlih olur. Ameli sâlih olanın âkıbeti de hayır olur. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ameller niyetlere göre değer kazanır. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah’a ve Rasûl’üne hicret ederse o gerçekten Allah’a ve Rasûl’üne hicret etmiş olur. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse hicreti, hicretine sebep olan şeyedir.”[7] buyurmuştur.
Bazı Kur’ân âyetlerinin inişine sebep olan olaylar ve sualler olduğu gibi ki, bunlara tefsir ilminde “nüzûl sebepleri” denilmektedir. Hadislerin de söylenmesine sebep olan “esbâbu vurûdi’l-hadîs” denilen sebepler vardır. Nitekim İbn Hacer Askalânî (ö. 852/1449), Fethu’l-Barî adlı eserinde bu hadisin sebeb-i vürûdunu şöyle açıklamaktadır:
“Rasûlullah’ın Medine’ye hicret etmesi üzerine, Müslümanlar Mekke’yi terk ederler. Muhâcirlerden bir hanım sahâbî olan Ümmü Kays da, Medine’ye hicret etmek ister. Bu arada bir sahâbî Ümmü Kays’a evlenmek için tâlip olmuş, kadın da, “Benimle Medine’ye hicret edersen seninle orada evlenirim.” demiştir.
Bu sahâbî Medine’ye hicret etmeye gönlü olmadığı hâlde, sırf o kadınla evlenmek için Medine’ye hicret etmiş ve sonra da orada evlenmişlerdir. Sırf Ümmü Kays’la evlenmek için hicret eden bu şahsın niyeti sahâbe arasında bilindiği için bu kişiye; “Muhâciru Ümmi Kays” (Ümmü Kays’ın muhâciri) lakabı takılmıştır.”[8] İşte Hz. Peygamber (s.a.v.) de bu hadisi bu olay üzerine söylemiştir.
Doğru ve kuvvetli bir iman, insanı sâlih ameller işlemeye yönlendirir. Amel ise bir niyetin neticesinde gerçekleşmektedir. İman amelle, amel ise niyetle bütünleşir ve Allah katında değer kazanıp insanın kurtuluşuna vesile olur. Niyet o kadar önemlidir ki, günahı sevaba, sevabı günaha dönüştürebilir. Zira niyet, âdî bir hareketi ibâdete çevirebildiği gibi riyâ/gösteriş için yapılan bir ibâdeti de günaha çevirebilir.
Bir hadis-i şerifte “Mü’minin niyeti amelinden daha hayırlıdır.”[9] buyrulmuştur. Aynı ameli yapan iki kişi niyetleri farklı ise birbirine zıt iki farklı karşılık görebilirler. Riyâ/gösteriş ve dünyevî menfaat için amel eden kişinin ameli geçersiz olurken, Allah’ın rızâsını niyet ederek amel eden kişinin ameli ise makbul olur. Dolayısıyla niyetin amelden daha önemli olduğu böylece ortaya çıkmaktadır.
Yüce Allah, Hac Sûresi 37. âyette “Kesilen kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat ona sadece sizin takvanız ulaşır.” buyurmak suretiyle niyetin önemine vurgu yapmıştır. Her türlü amel ve ibâdette niyetin çok önemli olduğu anlaşılmaktadır. İnsan, yaptığı her işinde ve ibâdetinde Allah rızâsını esas almalı, riyâdan/gösterişten sakınmalıdır. Zira riyâ/gösteriş, ateşin odunu yakıp kül edip yok ettiği gibi insanın amellerinin boşa gitmesine sebep olur.
Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), niyetin ilmin üçte biri olduğunu söylemektedir. Bununla niyetin ahkâmın çıkarıldığı üç temel esastan biri olduğunu kastetmektedir.[10]
Şöyle ki, birinci esas, niyet hadisi; “Ameller niyetlere göredir.”[11], ikinci esas, bid’at hadisi; “Bizim emrimize uymadan yapılan bir amel merduttur.”[12], üçüncü esas ise hüküm hadisi; “Helal bellidir, haram bellidir. Aralarında şüpheli şeyler vardır. Şüpheli şeylerden kaçının. Bir Müslüman şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve ırzını korumuş olur.”[13] şeklindedir.
Niyet dinin üçte birini oluşturmaktadır. Bazı İslâm âlimleri ise niyetin dinin dörtte birini oluşturduğunu söylemişlerdir.[14]
Burada konuyla ilgili Uhud Savaşı öncesi meydana gelmiş bir olayı aktarmak istiyorum. Olay, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in dayısının oğlu Sa‘d b. Ebî Vakkâs ile halası Ümeyye’nin oğlu Abdullah b. Cahş arasında geçmiştir.
Peygamber Efendimiz, Sa‘d b. Ebî Vakkâs’a, “Senin duan Allah katında makbuldür.” demişti. Bunu bilen Abdullah b. Cahş, Uhud Savaşı öncesinde Sa‘d b. Ebî Vakkâs’a, “Gel kardeşim birbirimize duâ edelim.” diye teklifte bulunur.
Bunun üzerine Sa‘d b. Ebî Vakkâs ellerini açar ve “Ya Rabbi! Savaş başlayınca benim önüme güçlü bir düşman askeri çıkar, onunla çarpışayım, ben onu öldüreyim, neyi varsa her şeyini ganimet olarak alayım. Rasûlullah’ın önüne getireyim ve böylece Allah Rasûlü’nü bununla memnun edeyim.” diye duâ eder.
Abdullah b. Cahş, “Âmin” dedikten sonra elini açar ve şöyle duâ eder: “Allah’ım benim önüme de güçlü bir düşman askeri çıkar, o benimle savaşsın, ben de onunla savaşayım. Sonra o beni öldürsün, benim kulağımı, gözümü, burnumu, elimi, ayağımı ve bütün uzuvlarımı birer birer kessin.
Hesap gününde Allahu Teâlâ bana, ‘Ey Abdullah, uzuvlarını ne yaptın?’ diye sorunca ben de, ‘Ya Rabbi, o uzuvlarımı sana getirmeye utandım, günahlarıma kefâret olarak Uhud’da bıraktım.’ diyeyim şeklinde duâ eder.”
Sa’d b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Cahş’ın bu duâsına âmin demekten çekinir. Abdullah b. Cahş eliyle onu uyardıktan sonra; “Hani seninle anlaşmıştık, niçin âmin demiyorsun?” diyerek zorla ona “âmin” dedirtir.
Uhud Savaşı başlayınca Hz. Peygamber (s.a.v.), bir grup sahâbe ile yiğitçe çarpışmakta olan mücâhidleri seyretmektedirler. O sırada sahâbîlerden biri; “Ya Rasûlallah! Şu askeri görüyor musun ne yiğitçe savaşıyor! O senin halanın oğlu Abdullah’tır.” der. Hz. Peygamber (s.a.v.), “İnşallah o cennetliktir.” der.
Başka bir cepheye baktıklarında düşmanla yiğitçe çarpışan Hâris’in oğlu Kuzman’ı görürler. Bir sahâbî, dokuz kâfiri yere sermiş ve yaralı bir şeklide çarpışmakta olan Kuzman’a işaret ederek: “Ne kadar yiğitçe çarpışıyor ey Allah’ın Rasûlü!” deyince Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yüzünün rengi değişir ve kaşlarını çatarak, “O cehennemliktir.” der. Sahâbîler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu sözünü işitince şoke olurlar ve buna anlam veremezler.
Savaş sununda sahâbîlerden biri ağır yaralı olan Kuzman’ın yanına gelir; “Ey Kuzman! Sana müjdeler olsun. Allah ve Rasûlü için bu meydanda kılıç salladın, ne mutlu sana, eğer ölürsen cennetliksin.” der.
Kuzman, o anda içinde sakladığı niyetini açıklayarak; “Ey İbn Katâde, beni buraya getiren ne Allah’ın dini ne de Muhammed’in şerefiydi, beni buraya getiren Medine’nin hurmalıklarıydı. Ben buraya Medine’nin hurmalıklarını savunmak için geldim.” der.
En sonunda Kuzman, çektiği acılara dayanamayarak, bir ok alıp kalbine saplar ve oracıkta ölür. İbn Katâde, hemen koşup Rasûlullah’ın yanına gelerek olayı anlatır. Sahâbîler, o zaman Peygamberimiz (s.a.v.)’in sözünün anlamını idrak ederler.[15]
Allah’ın dini için cihad etmiş olan Abdullah b. Cahş, niyet ve duâsına uygun bir vaziyette; her uzvu kesilmiş olarak şehit olur. Uhud şehitleri Hamza ve Mus’ab b. Umeyr ile birlikte şehitler arasında yatmaktadır. Kuzman’ın mezarı ise nerede olduğu belli değildir.
Demek ki, niyeti Allah rızâsı olan ve Allah’ın ismini ve dinini yüceltmek için ölen şehit olur ve cennete gider. Ancak dünya malı ve şöhret için çarpışıp ölen ise bu amacına dünyada kavuşur, ama âhirette cehenneme girer.
Netice olarak diyebiliriz ki, insan, bir hayır, bir iyilik yapmaya niyet ederse hemen bir iyilik sevabı yazılır. O, niyetini gerçekleştirir ve iyiliği yaparsa ihlas ve samimiyetine göre on, yetmiş, yedi yüz, hatta daha fazla sevâba nâil olabilir. Bir kötülük yapmaya niyet eden kişi ise, o düşündüğü kötülüğü yapmadığı sürece bir günah yazılmaz. Ancak niyet ettiği kötülüğü fiiliyata dönüştürür de yaparsa o zaman sadece bir günah yazılır.[16]
Böylece niyetin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu dünyada yaptığımız her işte ve söylediğimiz her sözde niyetimiz Allah rızâsı olmalı, dâimâ sâlih ameller yapmaya gayret etmeliyiz. Amellerimizi riyâ ve gösterişten uzak tutmalıyız ve günahlardan titizlikle sakınmalıyız.
İnsan yaptığı amellerde niyetine dikkat etmeli, niyetini kontrol ederek dâimâ nefis muhâsebesini yapmalıdır. Bu dünyada sık sık nefis muhâsebesi yapan ve niyetini düzelten kişi, âhirette ebedî kurtuluşa erişen bahtiyar kullardan olacaktır.
Niyet muhâsebesi yapılırken şu ilkelere dikkat edilmelidir:
Allah niyetlerimizi sâlim, amellerimizi sâlih, bizleri rızâsına uygun yaşayan ihlaslı kullarının zümresine ilhak eylesin. Âmin.
[1] 89/Fecr, 14.
[2] 57/Hadîd, 4.
[3] Bk., 4/Nisâ, 63; 9/Tevbe, 64; 48/Fetih, 18.
[4] Buhârî, Tefsîr, (Lokman) 2.
[5] İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, “nvy”; Ebü’l-Feyz M. Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcü'l-ʿArûs min Cevâhiri'l-Ḳāmûs: Şerḥu'l-Ḳāmûs, I-X, (Kahire: 1306-1307), “nvy” mad.; İsfahânî, Müfredât, 831.
[6] İbrahim Kâfi Dönmez, “Niyet”, TDV İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: 2007), 33/169.
[7] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1, Eyman, 23; Müslim, İmâret, 155; Ebû Dâvûd, Talâk, 11; Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd, 16.
[8] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, (Kahire: 1986), 1/24.
[9] Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 2/194.
[10] Canan, Kütübü Sitte, 16/ 8.
[11] Buharî, Bed’ü’l-Vahy, 1, Eyman, 23; Müslim, İmâret, 155; Ebu Davud, Talâk, 11; Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd, 16.
[12] Buhârî, İ’tisâm, 20, Buyû, 60; Müslim, Akdıye, 17, 18; İbn Mâce, Mukaddime, 2; Ahmet b. Hanbel, el-Müsned, VI, 146, 180.
[13] Buhârî, “İman”, 39; Müslim, “Müsâkât”, 107.
[14] Mehmet Soysaldı, “Amelleri İbadete Çeviren İksir: Niyet”, Somuncu Baba Aylık İlim-Kültür ve Edebiyat Dergisi, Malatya, Eylül 2012, Yıl: 19, Sayı: 143, 51.
[15] Buharî, Cihâd, 77, Kader, 4, 5; İbn Hişam, es-Siyretü’n-Nebeviyye, 3/93, 94.
[16] Buhârî, Rikâk, 31: Müslim, İman, 206-207.
Mehmet SOYSALDI
YazarYüce Allah, İsrâ Sûresi 35. âyette şöyle buyurmaktadır: "Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir."İslâm dininde can, ak...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Yüce Allah Furkan Sûresi 77. âyette şöyle buyurmaktadır:"(Rasûl’üm!) De ki; ‘(Kulluk ve) duânız olmasa, Rabb’im size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Size Rasûl'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Yüce Allah, Hûd Sûresi 112. âyette şöyle buyurmaktadır: “Seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir....
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Bin dört yüz senedir artan bir hızla,On bir aya gerçek bir sultan geldi...Kur’ân ikliminde namaz-niyazla,Sayfalara sığmaz bir destan geldi...Sabırlı ol dostum, gafletten uyan,Sınıfını geçer, düstûra u...
Şair: Halil GÖKKAYA