Bağışlanma Vesîlesi: Sünnet
Asıl adı Mehmed olan Fuzûlî, hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz şairlerdendir. 1400’lü yılların sonunda Kerbelâ’da doğduğu ve Türk asıllı olduğu bilinmektedir. Fuzûlî mahlasını kelimenin bilinen gereksiz, yersiz anlamlarından dolayı başka biri tarafından mahlas olarak tercih edilemeyeceğini düşünerek seçmiştir.
Aynı zamanda kelimenin fazilet kavramı ile olan köken birlikteliği, şairin bu kelimeyi mahlas olarak seçme sebeplerinden biridir.[1] Kanûnî Sultan Süleyman’ın Bağdat’ı fethetmesiyle Osmanlı Devleti tarafından itibar ve maddî destek gören Fuzûlî, 1556 yılında Bağdat’ta ortaya çıkan veba salgınında vefat etmiş ve ölümüne “Geçdi Fuzûli” ibaresi tarih düşülmüştür. Eğitim hayatı, itikadî görüşleri ve sûfî olup olmadığına dair konular ihtilaflardan azade değildir.[2]
Şair Fuzûlî Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinde eser verdiği gibi eserlerinde bu dilleri karışık olarak kullanmıştır. Dîvân, Leylâ vü Mecnûn, Heft Câm, Rind ü Zâhid, Hüsn ü Aşk eserlerinin en bilinenleridir. Şairin Türkçe Dîvân’ında Hz. Peygamber (s.a.v.)’i metheden 4 kaside 6 gazel vardır.[3]
Bunlardan en bilinen Su Kasidesi adıyla maruf şiir olup Fuzûlî, “Yâ Habîballah yâ hayra'l beşer müştakınam / Eyle kim leb-teşneler yanıp diler hemvâra su” dizesinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e olan hasretini aşırı susamış bir adamın suya olan iştiyakına benzetmiştir.
Bu hasretle ölmesi hâlinde ise mezar toprağından yapılacak bir testi ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’e su takdim edilmesini, böylelikle O’nun elini öpebileceğine şairane bir muhayyile ile şöyle ifade etmektedir: “Dest-bûsi ârzûsuyla ger ölürsem dostlar/Kûze eylen toprağum sunun anınla yâra su.” Bu yazımızda bahsi geçen na‘t-ı şeriflerden seçilen beyitler kısa açıklamalarla konu edilecektir.
Ayağın toprağını yerden alır ta ‘zîm ile
Galiba düzmek diler başına bir efser sabâ
(Ey Nebî. Sabâ rüzgârı, galiba başına taç yapmak için ayağının toprağını saygı ile yerden alır.)
Âsumâna kadr ile çıksa ne hâsıl çün değil
Ana kâbil ola kapunda hâk-i der sabâ
(Ey Nebî. Sabâ rüzgârı, gökyüzüne kadar çıkabilse de onun arzusu senin kapı eşiğinde toprak olmaktır.)
Fuzûlî bu iki beytinde sabâ rüzgârını yükseklere çıkan doğasına atıf yapmaktadır. Fakat şair aynı zamanda sabânın diliyle bu durumdan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirir. Zira yükselmek sevgilinin eşiğinde durmayı nimet sayan âşık için aynı zamanda ayrılık anlamına gelir.
Dolayısıyla birçok varlık için imkânsız olan gökyüzüne yükselme işi sabâ için her ne kadar mümkün olsa da o, sevgilinin boyundan yukarı çıkmak istemez. Bu yüksekliği de ancak sevgilinin başına taç olarak takılmak ve dolayısıyla sevgilisine yakın olmak gayesiyle kabul eder.
Ey gül-i bâğ-ı Rusûl bir taze gülşendür kapın
Kim dem-i Cibrîl’e ol gülşende ta‘n eyler sabâ
(Ey peygamberler bağının gülü! Senin kapın taze bir gülşendir. Sabâ rüzgârı ise o gülşende Cibril’in (a.s.) varlığından rahatsız olur.)
Klasik şiirimizde sabâ rüzgârının en büyük görevi aşığa sevgiliden haber getirmektir. Bu özelliğinden dolayı sabâ bir bakıma vahiy meleği Hz. Cebrail’i kendine rakip olarak görmekte, başka birinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e haber getirmesini adeta kıskanmaktadır. Sabânın bir görevi de goncanın açılmasını ve gül olmasını sağlamaktır. İlk mısrada da sabâ, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bağındaki gülleri açtırmak benim vazifemdir demektedir.
Yâ Nebî lütfun Fuzûlî’den kem etme ol zamân
Kim olur teslîm-i miftâh-ı der-i gufrân sana
(Ey Peygamber! Fuzûlî’den lütfunu noksan etme, zira bağışlanma kapısının anahtarı sana teslim edilmiştir.)
Sünnetin mağfiret esbabına minhâc-ı husûl
Taatin masiyet emrâdına tedbir-i ilâc
(Sünnetin, bağışlanma sebeplerini elde etmenin yolu ve yöntemidir. Sana itaat etmek, günah hastalıklarının tedavisi ve ilacıdır.)
Bu beyitlerde şair Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şefaatini Allah’ın rahmet tecellisi olarak telakki etmektedir. Hesap vakti geldiğinde kendisine Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından şefaatin lütfedilmesini isterken ikinci beyitte bu şefaate erişmenin yönteminden söz etmektedir. Buna göre şefaat hak fakat hiçbir şey yapmaksızın şefaati beklemek aldanmaktır. Şaire göre müminler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in izinden gitmek, emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmakla bağışlanma namzedi olabilirler.
Vaslın bana hayât verir firkatin memat
Sübhâne hâlikin halaka’l-mevte ve’l-hayât
(Kavuşmamız hayat, ayrılığımız bana ölüm verir. Ölümü ve hayatı yaratan Allah, bütün noksanlardan münezzehtir.)
Fuzûlî ilk beyitte vuslatı ve hayatı önce zikrederken ikinci beyitte Mülk Sûresi ikinci âyeti[4] iktibasla ölümü önce dillendirmektedir. Vuslat önce zikredilmiştir çünkü vuslatı olmayanın firkati olmaz. Bir beyti Türkçe bir beyti Arapça yazılan bu mülemma beyit, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in varlığını, inananlar için manevi bir hayat kaynağı olarak tavsif etmektedir.
Felek hem ol gece bulmuş safâ ki sûfî tek
Karar tutmayıp olmuş bu bezmde rakkâs
Şair burada sûfî ve safâ kelimeleri arasındaki köken ve anlam benzerliğine atıf yaparken, manevi sarhoşlukla raksa gelen sâlikleri feleklere benzetmektedir. Ayrıca feleklerin hareketini de bir hüsn-i ta‘lîl ile anlatmaktadır. Buna göre gökyüzünün hareketi, evine kutlu bir misafir gelen ev sahibinin yaşadığı sevinçten dolayı kendisinden zuhur eden mutluluk alametlerine benzemektedir. Böyle bir ev sahibi ne yapacağını bilmeyen, misafirini en iyi şekilde ağırlamak için sağa sola koşturan tavrıyla sürekli raks eden ve dönen gökyüzüne benzemektedir. Gökyüzü Hz. Peygamber (s.a.v.)’in miraç hadisesinde böyle tatlı bir telaş yaşamıştır.
Fuzûlî şairane bir muhayyile ile eli boş gidilmez gidilen yere fehvasınca öldüğünde kabir ehline na‘t-ı şerif armağan etmek arzusundadır. Son söz onundur:
Şehâ Fuzûlî dil-hâstem bihamdillâh
Reh-i şerîatına tâbi‘ emrine me’mûr
Murûr-ı ömrü senâ-yı Resûl ilen geçirem
Ölende idem ânı armağân-ı ehl-i kubûr
(Ey Şâh! Hakk’a hamdolsun ki Fuzûlî, senin şeriat yoluna giren ve emrine uyan bir gönül, seni methetmekle geçen bir ömür istemektedir.)
Es-salâtü ve’s-selâmı aleyke Yâ Şâh-ı Rusûl.
[1] Ali Nihat Tarlan, Fuzûlî Farsça Dîvânı (Istanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1950), 6-7.
[2] Hayatı hakkında geniş bilgi için bk. Abdulkadir Karahan, “Fuzûlî”, (Erişim: 15.03.2023).
[3] Bahsi geçen kaside ve gazeller için bk. İsmail Parlatır, Fuzûlî Türkçe Dîvânı (Ankara: Akçağ Yayınları, 2014), 48-58., 183, 186-187, 206, 213, 269, 357.
[4] “O, ölümü ve hayatı yarattı…” el-Mülk, 67/2.
Hamit DEMİR
YazarTürk edebiyatının önemli isimlerinden Şeyhî, Kütahyalı olup 15. yüzyıl şairlerindendir. Memleketindeki ilköğreniminden sonra İran’da edebiyat, tasavvuf ve tıp alanlarında tahsil gördüğü anlaşılan Şeyh...
Yazar: Hamit DEMİR
Dede Ömer Rûşenî, 15. yüzyılın ilk yıllardan Aydın’da dünyaya gelmiştir. Ailesi hakkında net bilgiler bulunmasa da soyu, Osmanlı’dan önce bölgede hüküm süren Aydınoğulları’na dayanmaktadır. Şiirlerind...
Yazar: Hamit DEMİR
1. Yâ Rab ne olur derd-i dili yâra ulaşdırBu bülbül-i nâlânı o gülzâra ulaşdır2. Hasreti anın açdı nice yara bu dildeBîmâre dili sen ana tîmâra ulaşdır3. Bu âşık-ı bî-çâreye kılsın meded artıkGûş etdi...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Miladî 1256... Anadolu fay hattıyla birleşen ölü deniz fay hattı harekete geçiyor. Başta Antakya, Şam, Mısır, Filistin ve Hicaz Bölgesi olmak üzere bu koca coğrafyada yıkıcı ve tahrip edici büyük bir ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ