Evlerimize Dönmeliyiz
Bu yazıyı hazırlarken İstanbul’da yaşayan ve çok kıymetli romanlara imza atan bir yazarımızı aradım. Telefonda biraz dertleştik. Biraz da sitem edercesine evden dışarıya çıkmadığını söyleyince şu cevabı verdi: “Sorma, artık eskisi gibi pek dışarı çıkamıyorum. Bende bir sokak fobisi oluştu. Evden bırak çarşı pazara, sokağa bile çıkmak istemiyorum. Galiba bu korku, koronavirüs salgınından bana miras kaldı.”
İki yıl devam eden salgının hemen akabinde Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem hepimizi çok üzdü. Yüzyılın değil, binyılın afetiydi. Şükürler olsun devlet ve millet olarak yaralarımızı sarıyoruz. Fakat elbette bu korkunç zelzele, büyük travmalar da meydana getirdi.
Bilhassa çocuklarımızda, gençlerimizde, hatta yetişkin insanlarımızda… Yine de karamsar olamayız, ümide sarılıp çözümler üreteceğiz. Bu iki muazzam hadiseyi değerlendiren bir depremzede, şu nükteyi yapmıştı: “Koronada evden dışarı çıkamıyorduk şimdi ise korkudan evlerimize giremiyoruz.”
Gerek salgın, gerekse deprem, bize evlerimizi hatırlattı. Biricik ocağımızı, sığınağımızı, ilticagâhımızı… Biraz ihmal mi etmiştik hanelerimizi. Evler acaba bizden intikam mı alıyor, bilinmez. Herkes istediği gibi yorum yapabilir ama ev merkezli düşüncelere biraz ağırlık vermemiz gerekiyor.
Çocukluğumdaki Ev
Hepimiz çocukluk yıllarımızı özleriz. Bilhassa içinde koşturduğumuz ilk evlerimizi. İlk sevinçleri duyduğumuz, ilk acıları yaşadığımız, ilk konuşmayı ve yürümeyi öğrendiğimiz, ilk oruçlarımızı tuttuğumuz, ilk okumaları yaptığımız o canım ahşap, kâgir veya kerpiçten evleri…
Genelde tek veya en fazla iki katlı olan o mutluluk yuvalarını… Bizim memleketteki evimiz de iki katlıydı ve sokağın başındaydı. Karşısında bir türbe bir de küçük bir mescit vardı. Mahalledeki kavşağın, dört yolun başındaydı. Pencereye çıktım mı gelen giden, geçen koşan herkesi görürdüm. Sadece sokakta oynayan çocukları değil, işten eve dönen amcaları, sokak satıcılarını, bohçacı kadınları… Bir film seyreder gibi sokaktaki hayata bakardım.
Sonra İstanbul’a geldim. Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, Akatlar’da, Karagümrük’te, Bahçelievler’de, Fatih Çarşamba’da velhasıl İstanbul’un belli başlı semtlerinde ikamet ettim. Oturduğum ve içinde yaşadığım bütün evler apartman daireleriydi.
Müstakil evde oturamadım, zira yoktu. İstanbul, apartmanlardan meydana gelen koca bir şehirdi. Galiba 1940’lı yıllarda başladı modern anlamdaki bu yapılaşma. Hatta adlarına şarkılar yazıldı, tiyatro eserleri kaleme alındı: “Şişli’de bir apartıman” diye başlayan şarkıyı duymuşuzdur hepimiz.
Yalılarda, köşklerde, konaklarda ve ahşap evlerde oturanlar pey der pey oturdukları sıcak evleri terk edip soğuk beton apartmanları tercih ettiler. Bu bile isteye bir seçimdi. Konforuna, şaşaasına, modernliğine aldanmış, güzelim bahçeli evlerimizi terk edip kendimizi apartman katlarına atıvermiştik. İyi mi yaptık? Ne gezer!
Behçet Necatigil “Apartman” şiirinde bu soğuk yapılara sert davranır: “Aydınlık karanlıkta şimdi daha belirgin / Yabancı bakışlara bir şey söylemeyen resim.” Şimdi eski evlerimizi özlüyoruz. Arada bir köylerimize, kasabalarımıza gidip geçmişle hasret gideriyoruz. Neyse olan oldu. Bari bundan sonra biraz ev konusunda titiz davranabilir miyiz?
Edebiyatçılarımızın Gözüyle Evler
‘Ev’ kavramı bizde hep müspet manada kullanılmıştır. Hatta Avrupa’ya gittikten sonra değerlerine, medeniyetine ve tabii ki memleketine dönüş yapan Yahya Kemal için bilindiği gibi “eve dönen adam” sıfatı yakıştırıldı. Dönmeyip kıymet hükümlerine sırtlarını çevirenler ise “eve dönemedi.”
Eve yani inanç değerlerine, irfanî dünyalarına… Yahya Kemal yalnız değil bu dönüş yolunda olan, Cemil Meriç de var, İsmet Özel de. Tabii gözü dışarıda olan ve ‘evden kaçma’yı seven de var. Onlar ayrı bir bahis ama mevzu uzun, geçelim.
Bu konu hakkında zihnimi yorarken Türk edebiyatında ‘ev’ temalı şiir ve yazıların çok fazla olmadığını gördüm. Doğrusu Dîvân edebiyatımızda bu konuda çok fazla şiir olmadığını söyleyemem. Zira alanın uzmanlarının bu konudaki eserlerini inceleyemedim Benim kastım Tanzimat’tan sonraki yeni edebiyatımızdır.
Elbette tek tük bazı şairlerimiz ev eksenli şiirler kaleme almışlardır. Bilhassa Cumhuriyet Devri’nin iki iyi şairi Ziya Osman Saba ile Behçet Necatigil, ev’i ihmal etmemişler, sıcak yuvalarımıza övgüler düzmüşlerdir.
Ziya Osman’ın Ev Sevgisi
Ziya Osman Saba ev’e düşkün, ailesine bağlı öncü ve örnek sanatkârlarımızdandır. Onun da Necatigil gibi birçok ev şiiri vardır. Mesela “Geçen Zaman” şiiri şöyle başlar:
Hiç olmazsa unutmamak isterdim!
Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar…
Yalnız bırakmayın beni hâtıralar!
Az yanımda kal, çocukluğum,
Ah, ümit dolu gençliğim,
İlk şiirim, ilk arkadaşım, ilk sevgim…
Bir tek kapının sesini.
Arıyorum aklımda bir ninni bestesini…
Şairimizin en çok sevilen şiirlerindendir “Beyaz Ev”… Mehmet Kaplan Hoca bu eserin, “Türkçede yazılmış en güzel saadet şiirlerinden biri” olduğunu yazar. Hakikaten şiirin ilk mısraları bile bizde böyle bir kanaat uyandırıyor:
Gözlerimin önünde hep aynı beyaz ev,
Her dağ yamacına kurduğum
Beliren her su kenarında,
Pembe damlı, yeşil pancurlu balkonlu
Balkonuna tırmanan sarmaşık,
Gece, pencerelerinden sızacak ışık,
Kışın tütecek bacası.
Necatigil ve “Dışarda”
Behçet Necatigil diyebiliriz ki ‘ev’ kavramını şiirlerinde en çok işleyen şairimizdir. Hatta kendisine “ev şairi” unvanı bile lâyık görülmüştür. Bütün eserlerini inceleyince bu vadide çok kıymetli şiirlere rastladım. Bu eserlerin en güzellerinden birisi “Dışarda” adını taşıyor. Okuyalım:
Yandı sokak lâmbaları mum alevi pervane
Şeytanca sırıtır fosforlu camlar
Gördüm zifir sarısını dükkân vitrinlerinde
Belliydi biliyordu bezgindi
Evimize gidelim.
Alay eder küçümser eziliriz girsek
Hep paraya saygı camlar
Camların ardı sırnaşık kirli
Yapışkan çarpar
Evimize gidelim.
Bir yanı var ömrümüzün kırık
Farlar büyültür gecede
Garipsi türkülere üzgün
Başlamadan yollar
Evimize gidelim.
Mısralardan anlaşıldığı gibi şair, kötülüklerden uzaklaşmak, günahlardan ırak durmak için evi bir sığınma yeri olarak görür ve “Evimize gidelim.” cümlesini sık sık tekrarlar. Çünkü ev, insanın hislerini ve düşüncelerini kontrol ederken makul sınırlarını da belirler. Yasakları hatırlatır, hudutları aşmasına mani olur. Merhum hocam Mehmet Kaplan Şiir Tahlilleri adlı eserinde bu şiiri şöyle yorumluyor:
“Dışarda şiiri, muhteva, şekil ve üslûp bakımından ustaca kurulmuş bir tezada dayanıyor: İlk bakışta görülen, ‘sokak’ ile ‘ev’ arasındaki tezattır. Şair sokaktan nefret ediyor, korkuyor ve evine dönmek istiyor. Yanında karısı olması muhtemel birisi var. Misafirlikte canı sıkılan bir çocuğun, annesine durmadan ‘evimize gidelim’ diye tutturması gibi, o da evine kaçmağı arzuluyor.”
Necatigil meskeni önemseyen, ‘ev’e değer veren bir şair. “Eski Sokak” şiirinde bu hislerini şu mısralarla açığa çıkarıyor:
Küçük ahşap bir dizi evlerdi
On yıl önce o sokak.
Sonra geniş caddelere çıktık
Apartman… sizden uzak.
Çocuklar orda büyüdü
Orda okula gitti,
Komşunuzduk ama görüşemedik
Hiç vakit yoktu.
Şair burada özellikle büyük şehirlerde Anadolu’daki gibi yaşanamayan komşulukları özler ve bu yakınlığın bitmesine üzülür.
Behçet Necatigil’in eve ve aileye dair kaleme aldığı şiirler, yeni değil, eskilere dayanır. İnsan dergisinde yer alan “Aile” şiiri, 22 Nisan 1943 tarihinde yayımlanır:
Sağ çıkıp günlük savaştan,
Evin yolunu tutmuşum.
Yemek yedik, çocuklarım uyudu.
İniyor üstüme yavaştan
Allah’ın beyaz bulutu,
Kederlerimi unutmuşum.
Hayatta olduğuma
Seviniyorum şimdi:
Kavuştum çoluk çocuğuma,
Koltuğuma uzandım, rahatım.
Kahvem içime sindi,
Başladı gecelik saltanatım.
“Evler”, “Evcik”, “Evin Hâlleri”, “Evlerle Savaş”, “Perili Ev”, “Varsa Ev”, “Ayrı Evlere Çıkmak”, “Ev Çölü”, “Yollar ve Evler”, şairimizin diğer bazı şiirleridir.
Diğer Edebiyatçılara Göre “Ev”
Tabii sadece Saba ve Necatigil’in ‘ev’i ele aldıklarını söylersek haksızlık etmiş oluruz. Onlar kadar olmasa da bu temi eserlerinde işleyen başka şair ve yazarlar vardır. Beş Hececiler’den Yusuf Ziya Ortaç’ın “Evim” başlıklı şiiri vardır. Hakkı Devrim ise “Evimiz” isimli bir hikâye yazar. Saba da beğendiği bu hikâyeyi tahlil eder. Baki Süha Ediboğlu ise “Babamın Sesi” şiirinde karanlık çökerken eve gidişin hikâyesini anlatır:
Bir gölge uzaktan bana seslenir:
“Karanlık çöküyor haydi eve koş”
Akşamlar gönlümde dert tazelenir,
Evimiz kimsesiz, odalar bomboş.
Apartmana Reddiye
Başta rağbet gören apartmanlar, daha sonra şairlerin eleştirisine maruz kalır. Artık bu ‘eski sevgili’ler istenmeyen yapılardır. Mesela Şairler Sultanı üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Çile isimli eserinde, “Apartman” adlı bir şiiri vardır. 1973 yılında yazılan şiir şöyledir:
Sır vermeye alışkan
Pencereler aydınlık.
Duvara şüphe çakan
Gölgelerde şaşkınlık.
Üst üste insan türü,
Bu ne hayat, götürü!
Yakınlıktan ötürü
Kaçıp gitmiş yakınlık…
Üstadın “Odalarım”, “Evim”, “Çek Perdeyi” bu yolda yazılmış diğer şiirleri… 1978’de kaleme aldığı “Ahşap Ev” bütün meseleyi hülasa etmektedir:
Tek tek kalktı eşyanız, ahşap ev bomboş kaldı;
Güneş gözünü yumdu, has odalar loş kaldı…
Üstad, Ahşap Konak isimli piyesinde de değerlerinden kopan bir toplumun serencamını dile getirmektedir. Mütefekkir yazar Sâmiha Ayverdi’nin, Osmanlı’nın son devrine ayna tutan İbrahim Efendi Konağı romanını da elbette unutamayız.
Karakoç’a Göre Balkon
Ev’e güzelleme yapan şairlerin yanı sıra modern evlerdeki tehlikelere dikkat çeken sanatkârlarımız da vardır. Mütefekkir şair üstad Sezai Karakoç’un “Balkon” isimli şiiri, çok düşündürücü, hatta uyarıcıdır. Düşünülmeden apartman katlarına eklemlenen balkonların ölümün keşif kolları olduğunu hatırlatır. Şiire şöyle başlar:
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde.
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde
Şaire göre, balkonlar bilhassa çocuklar için birer kanlı tuzaktır ve büyük acıları yaşatırlar evlerde yaşayanlara. Bunun için balkonsuz evlerin yapılmasını ister. Bu yürekten talebini şiirin son mısralarında şöyle dile getirir:
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeğe gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların.
Evler… Evlerimiz… Galiba onları uzun zamandan beri unutmuş, nisyana terketmiştik. Hâlbuki onlar, hayatımızın büyük bölümünü içlerinde geçirdiğimiz müstesna mekânlarımızdır. Keşke mimarlarımız artık ev yaparken veya apartman dikerken önce zeminlere dikkat etseler. Deprem riskini unutmasalar. Sonra en doğru biçimde bu yapıları inşa etseler. Hem vatandaşlarımız, hem de müteahhitlerimiz ve mühendislerimiz hırslara kapılıp gökyüzüne sıçrarcasına dikey mimariye tamah etmeseler.
Güzelim yapıların içinde ailelerin huzurla oturacağı meskenler inşa etseler. Bazen “kahırdan lütuf doğar.” Belki hepimizi büyük hicranlara sürükleyen bu deprem toplumu da sarsar, daha makul düşünmemizi sağlar diye düşünüyorum. İnşallah diyelim ve evlerimizi en doğru şekilde yapacak iyi mimarlara dua edelim.
Mehmet Nuri YARDIM
YazarBalkanlar’da bizim sesimiz bizim nefesimiz vardır. Hâlâ o dağlarda Osmanlı akıncılarının sesi yankılanır, Tuna’da ve diğer nehirlerde Türk denizcilerinin “Vira Bismillah”ını duyarsınız biraz kulak kab...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Sıkılmış bunalmış bir halde iken Yollarım taş, kaya; yollarım diken Kötülük yerine güzellik eken Gönüllere yağdı rahmet yağmuruOlup bitenleri bakıp fikredenHer şeyde Hakk'ı görüp akledenDilde Hak kela...
Şair: Hulusi TATAR
Edebiyatımızda Saat/Vakit VurgusuTürk edebiyatında saat ve vakit vurgusu birçok eserde, şiirlerde, hikâyelerde, romanlarda geniş şekilde yer almıştır. Hatta bu tema, sadece bu ana türlerde değil hatır...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in ismi anıldığında salâvat getirmek kuşku yok ki dinimizin üzerimize yüklediği bir vazife ve Peygamber Efendimiz’in de üzerimizdeki bir hakkıdır. Kaldı ki; Yüce Allah (c....
Yazar: Aydın BAŞAR