Peygamberimize( s.a.v.) Olan Muhabbetin Tezahürleri
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in ismi anıldığında salâvat getirmek kuşku yok ki dinimizin üzerimize yüklediği bir vazife ve Peygamber Efendimiz’in de üzerimizdeki bir hakkıdır. Kaldı ki; Yüce Allah (c.c.) ve melekleri de ona salât etmektedir.
Bir ayet-i kerimede Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “Allah ve melekler peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler, siz de ona salât ve selam okuyun.”[1] Âlimlerin bildirdiğine göre Allahu Teâlâ’nın salât etmesi rahmet etmesi; meleklerin salât etmesi şanının yüceltilmesini dilemeleri; mü’minlerin salât etmesi ise dua etmeleri anlamını ifade eder.
Sâlat ve çoğulu salavatın nasıl olması gerektiğine dair birçok rivayet bulunmaktadır. Bu konuda Ebî Leyla’dan gelen rivayet şöyledir: “Ka’b bin Ucra ile bir defasında karşılaştım, bana şöyle dedi: Sana Peygamber Efendimiz’den işittiğim bir hediye vereyim mi?
Peygamber Efendimiz bizim yanımıza geldi. Biz ona ‘Ya Rasûlallah! Bizler sana nasıl selam okuyacağımızı öğrendik. Fakat sana nasıl salât okuyacağız?’ diye sorduk. Rasûlullah(s.a.v.) bize şöyle buyurdu: “Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine, İbrahim ve onun ailesi üzerine salât ettiğin gibi salât et! Şüphe yok ki, sen çokça hamdedilen ve şanı yüce olansın. Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine, İbrahim ve ailesine bereket ihsan ettiğin gibi bereket ihsan eyle! Şüphesiz ki, sen çokça hamdedilen ve şanı yüce olansın.“[2]
Mahlûkat Dahi
Hiç kuşku yoktur ki bütün mahlûkatın Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile çok özel bir iletişimi vardır. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde; “Biz Uhud’u severiz, Uhud da bizi sever!”[3] buyurmuşlardır.
Mütevatir olarak gelen rivayetlere göre Mescid-i Nebevi’deki bir hurma kütüğü, Peygamberimiz’in hasreti ile inleyip ağlamıştır.[4] Yine bir hadis-i şerifte; “Cinlerin ve insanların âsîleri hâriç, yer ile gök arasında var olan her şey, benim Allâh’ın Resûlü olduğumu bilir.”[5] buyurulmuştur.
Bu ve benzeri rivayetlerden anlaşılacağı üzere bütün mahlûkat Efendimiz (s.a.v.)’i tanımaktadır. Allah ve melekleri dahi ona salât ederken, hiç mümkün müdür ki mahlûkat onu tanıyıp bildiği halde ona sâlat etmesin… Yunus Emre’miz ne kadar güzel söylemiştir:
Ay dahi, Güneş dahi,
Nûrundan Muhammed’in
Cümle şekerler tadı,
Tadından Muhammed’in.
Demek ki bütün mahlûkat lisan-ı halleri ile ona salât ederler. Semada felekler, denizde semekler ona salât ederler. Karıncadan kuşa, ağaçtan kum tanelerine kadar, ne kadar mahlûkat varsa hepsi ona salâvat getirerek meleklere eşlik ederler.
Nebiler, veliler, mü'minler, muvahhitler, mücahitler, âlimler, arifler ve cümle âbitler ona selat-ü selam ederler. Çünkü o varlığın müstesna gülü ve kâinatın göz bebeğidir. Çünkü o Kur’an-ı Kerim’in mükemmel ifadesiyle "Rahmetel'lil Alemîn" yani âlemlere rahmettir. Bundan dolayıdır ki onun ismini ne kadar çok ansak ve ona ne kadar çok salâvat getirsek azdır.
Bu Konuda Hassastır
Şanlı ecdadımız Peygamber sevgisinin bir tezahürü olarak salâvat konusunu çok ciddiye almış ve Habib-i Kibriya (s.a.v.) Efendimiz'in ismini anarken salâvat getirme konusunda çok dikkatli davranmışlardır. Her türlü edebe riayet hususunda hassasiyet gösteren ecdadımız, ilmi derslerine, sohbetlerine, vaazlarına, ilmi ve içtimai toplantılarına kısacası bütün hayırlı işlerine besmele, hamdele ve salvele ile başlama geleneğini nesilden nesle intikal ettirmişlerdir.
Ecdadımız edebiyat ve sanat alanında da Peygamber sevgisini en güzel işlemişlerdir. Mevlâna ve Yunus Emre gibi mutasavvıf şairlerimizin eserlerine baktığımız zaman, onların salavatı adeta şiirlerine derç ettiklerini görürüz. Bu konuda Vehbi Vakkasoğlu’nun güzel bir tespiti vardır; der ki:
“’Adı güzel kendi güzel Muhammed’ mısraı bir nevi salavatın Türkçe karşılığıdır. Yani o fonksiyondadır. Yalnız kelimeleriyle değil, ritmiyle, sesiyle de. Anlam ve sesin kuruluşunun uyandırdığı genel etkiyle, bıraktığı esas izle. ‘Her kancaru bakar isem/Gördüğüm Seni sanayım’ beyti de ‘Yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin orda Allah’ın yüzüyle karşılaşırsınız.’[6] ayetinin anlamından bir ilham değil midir?”[7]
Bizim güzel ecdadımız, salâvatın her harfinden kat kat sevap almayı umarak, onu yazı dilinde de ihmal etmemişlerdir. Ne yazık ki içinde yaşadığımız modern zamanlarda bu hassasiyeti sürdürme noktasında bazı yontulmamış yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Bazı ham kimseler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ismini kuru kuruya anmayı adeta bir marifet zannediyorlar. Ona salavat getirmeyi yağcılık olarak niteleyecek kadar ilimden irfandan yoksun olanlar bile var.
Oysaki inceliklerde ve faziletlerde her zaman örnek ve öncü olan şanlı ecdadımız, Efendimiz (s.a.v.)’in ismi anıldığında salâvat getirmenin yanı sıra "Seyyid-i Kainat, Fahr-i Cihan ve Sultan-ı Enbiya" gibi birbirinden güzel terkiplerle ona olan muhabbetlerini ifade etmişlerdir.
Ecdadımız bu güzel ifadeleri kullanarak hem Peygamber Efendimiz'i övme sevabını almışlar hem de sözlerine ve sohbetlerine üslup zenginliği katmışlardır. Söz gelimi bu övücü kelimeleri kullanan bir vaizin hitabeti daha samimi ve etkileyici olacağından, muhatabına daha güzel tesir edecektir. Ya da bir şair Peygamber Efendimiz’i överek mısralarına kıymet katmış olacaktır.
Müstesna Örnekler
Bunun en güzel misallerini Süleyman Çelebi'nin Mevlid-i Şerif’inde görüyoruz. Bu milletin asırlar boyunca bu özel şiire kıymet vermesi boşuna değildir. Milletimizin fıtratı incelikleri, güzellikleri deren, toplayan ve fark eden bir yapıdadır. Böyle bir coşkunluğa, böyle bir ahenge, dünya edebiyatında acaba kaç şair ulaşabilmiştir.
Merhaba ey âl-i sultan merhaba
Merhaba ey kan-i irfan merhaba
Merhaba ey sırr-ı furkan merhaba
Merhaba ey derde dermân merhaba
Darendeli Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri de ecdadımızın naat geleneğini sürdüren önemli mutasavvıf şairlerdendir. Bir na’tında Efendimiz’in nübüvvetin biricik ve son varisi olmasından mülhem olarak “vâris-i yekta” terkibini kullanarak ona olan hasretini şöyle ifade etmiştir:
Firkat oduna yakma bu cânımı efendim
Ol vâris-i yektâ Ahmed-i Muhtâr'a ulaşdır
Kıtmîrliğe şâyeste kıl anın kapısına
Rahm eyleyüben ol der-i dil-dâra ulaşdır
Can Gelsin
Ecdadımız ve onların yolundan giden gönül ehlinin eserlerinde bu inceliklere her zaman rastlamak mümkündür. Onlar çok güzel ve sıcak bir gönül dili inşa etmişlerdir. Gelin bizler de bu gönül dilini yaşatalım. Gelin bu konuda biz de ecdadımızın gösterdiği bu güzellikleri, bu incelikleri yeniden yaygınlaştıralım.
Yazılarımızda, sohbetlerimizde, konuşmalarımızda ecdadımızın önemsediği bu incelikleri hayata geçirelim. Nebiy-yi Muhterem Efendimiz (s.a.v.)'den bahsederken de "Hazreti Peygamber" deyip geçiştirmeyelim. Hem övücü kelimeler kullanalım hem de salavatı ihmal etmeyelim. Yazılarımıza ve sözlerimize kan gelsin, can gelsin, ifadelerimizin benzi açılsın.
Derleyebildiğimiz kadarı ile geleneğimizde kullanılan övücü kelimelerden bazıları şunlardır: Fahr-i Âlem, Fahr-i Cihan, Seyyid-i Kainat, Kân-ı Kerem, Kân-ı İrfan, Mefhar-i Mevcudat, Dûrr-i Yekta, Âl-i Sultan, Habîb-i Kibriya, Rakibu’l-Burak, Rasûlu’r-Rahme, Server-i Asfiya, Kân-ı Şefaat, Kân-ı Mürüvvet, Sultan-ı Enbiya, Şâh-ı Mümecced, Şâh-ı Risalet, Hatem-i Enbiya, Habib-i Edip, Rehber-i Ekmel, Hace-i Kainat, Risalet Penah, Muhbir-i Sadık, Andelib-i Zişan, Şems-i Kevneyn, Rasûl-i Segaleyn, Peygamber-i Zişan, Nebiy-yi Muhterem, Rasûl-i Mücteba, Rûh-u Seyyid’il Enâm, Rahmetelli’l-Âlemin, Hayru’l-Murselin, Aleyhi Ekmelü’t-Tahaya…
Kıymetli Hadis âlimi Prof. Dr. Yaşar Kandemir Hocamızın da tavsiyeleri bu yöndedir. Eyüp Sultan Cami-i Şerif'inde yapmış olduğu Şifa-i Şerif derslerinde hocamız daima bu güzel kelimeleri kullanarak, bizim de ufkumuzun açılmasına vesile olmuştur. Aynı zamanda hocamızın eserlerinde de bu terkipler çok sık kullanıldığı için çok samimi bir anlatımı söz konusudur.
Değerli dostlar, değerli okuyucular. Gönül dilinin akademik yazılardan da çıkarılmasına müsaade etmeyelim. Salâvatlar ve dualar gibi Efendimiz (s.a.v.)'i öven güzel ifadeler de ilmî yazılarımızı terk etmesin. Bu güzel geleneklerimizi sürdüren çok kıymetli hocalarımızın olduğunu biliyoruz ve onlara teşekkür ediyoruz.
Şimdiye kadar her ne sebeple olursa olsun güzeller güzeli Fahr-i Cihan Efendimiz'den bahsederken belki bu hassasiyeti göstermemiş olabiliriz. Ama unutmayalım ki bizim onu övücü kelimeler kullanmamız, onun derecesini yükseltecek değildir. Bu ifadeleri kullanmak, bizim ümmet olarak Efendimiz'e olan aşkımızın, sevdamızın, bağlılığımızın bir ifadesi olarak, onunla Liva-i Hamd sancağı önündeki buluşma özlemimizi ve kararlılığımızı perçinleyecek bir davranıştır.
Dünyevî bir amaçla bile bir insana iltifat ettiğimizde bu ifadelerimiz bir yakınlık vesilesi olabiliyorken, sevabını Cenab-ı Hak'tan bekleyerek onun Habib-i Kibriyası'nı güzel sözlerle övdüğümüzde, inşaâllah bu niyetimiz de bir yakınlık ve bir şefaat vesilesi olacaktır.
[1] Ahzâb, 56.
[2] Buhârî, Enbiya, 10.
[3] Buhârî, Cihâd, 71.
[4] Bkz. Buhârî, Menâkıb 25.
[5] Ahmed, III, 310.
[6] 2/Bakara, 115.
[7] Vehbi Vakkasoğlu, Yunus Emre, İstanbul, 2000, s. 48.
Aydın BAŞAR
YazarAdı Abdullah’tır. Babası Eşref’in adıyla şöhrete ulaşmıştır. Babası, Mısır'dan İznik'e göçmüştür. Eşrefoğlu Rumî İznik'te doğar. Doğum tarihi belli değildir. Hicrî 889 (m.1484) yılında İznik'te vefat ...
Yazar: Oğuzhan AYDIN
Kuşkusuz ki camiye, cemaate, hacıya, hocaya, imama, müezzine hürmet etmek bir anlamda dine hürmet etmek demektir. O yüzdendir ki kalbinde iman kıvılcımı olan herkes dini sembollere karşı hassasiyet gö...
Yazar: Aydın BAŞAR
Cemi’-i enbiyâlardanMuhammed cümlenin şâhıYüzü nurundan almışlarFelekler şems ile mâhıYedi kat gökleri geçtiKadem arş üstüne bastıErişdi kâbe kavseyneTavâf eyledi dergâhıAnın seyr ü sülûkundanMelekler...
Yazar: Vedat Ali TOK
Hepimiz etrafımızdakilerin bizi sevmesini arzularız. Beraber olduğumuz insanlarla aramızda sorunlar yaşanmasını istemeyiz. Bizden bahsedilirken meziyetlerimizin dile getirilmesinden memnun kalırız. Bu...
Yazar: Enbiya YILDIRIM