Sorumlulukları Yerine Getirerek Hakları Hak Etmeli
İslâm, sorumlulukları önceleyen dindir. Sınav dünyasında önce sorumluluklarımızı bilmeli ve onları yerine getirmeliyiz ki, haklarımızı konuşabilelim. Başka kültürlerde haklar öncelenir, sorumluluklar yerine getirilsin getirilmesin, herkes önce haklarını gündeme getirir. Aslında karşılıklı olarak sorumlulukların yerine getirilmesi, hakların da ödenmesi anlamına gelir. Sorumlulukların yerine getirilmesi, beraberinde bir kısım hakları hak etmiş olma demektir.
Şöyle ki bir işyerinde, işveren sorumluluklarını yerine getirse çalışanının haklarını ödemiş olacaktır. Aynı şekilde işçi sorumluluklarını yerine getirdiğinde işverenin haklarını ödemiş olacaktır. Yine bir aile içerisinde karı koca, birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirseler, haklarını da ödemiş olacaklardır. Benzer şekilde anne baba sorumluluklarını yerine getirse, çocukların hakları ödenmiş; çocuklar sorumluluklarını yerine getirse anne babalarının haklarını ödemiş olacaklardır.
Hâl böyleyken çoğu kimse sorumluluklarını bilmeden ve gereklerini yerine getirmeden hak talebinde bulunur, “Hakkım da hakkım!” der durur. Oysa hak sahibi olabilmek için, sorumlukları yerine getirmek, hak etmek, müstahak olmak lazımdır. Elbette hak sahiplerine herhangi bir karşılık beklemeden haklarını vermek insaflı ve erdemli olmanın gereğidir. Bu aynı zamanda kullarına, karşılık beklemeden sayısız nimetler bahşeden Yüce Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaktır.
Dinin bir tanımı da Allah’ın hakları ile varlıkların haklarını yerine getirilmesi şeklindedir. Buna göre insanların Yüce Allah’ı tanımaları, O’nu tek olarak kabul etmeleri, O’na herhangi bir şeyi ortak koşmamaları, O’na karşı ibâdetlerini yerine getirmeleri, O’nun emirlerini tutmaları, yasaklarından kaçmaları Yüce Allah’ın hakkıdır.
Yüce Allah’ın, bu sorumluluklarını yerine getiren kullarına dünyada yardım etmesi, koruması, onlara nimet vermesi; âhirette onları cehenneme atmaması, onları cennetle ödüllendirmesi kulların hakkıdır. Diğer varlıkların hakları bağlamında ahlak kitaplarımızda anne-baba hakkı, karı-koca hakkı, çocuk hakkı, kardeşlik-dostluk-arkadaşlık hakkı, fakirin hakkı, akraba hakkı, komşu hakkı, misafir hakkı, hayvan hakkı, diğer varlıkların hakları vb. pek çok kalem sayılabilir. Din bütün bunlarla ilgili sınır ve sorumlulukları belirlemiştir. Burada önemli olan her hak sahibine hakkını vermektir ki, bu da adâletin/hakkâniyetin gereğidir.
Kadın Erkek Bir Bütünün İki Yarısıdır[1]
İnsanlık dini İslâm, kadın erkek bütün insanlığa gelmiştir. Kur’ân’ın pek çok âyetinde “Ey insanlar!” hitabı yer alır. Yirmi üç yıllık nübüvvetinin özeti mesâbesindeki Vedâ Hutbesi’ne de Peygamberimiz, bu genel hitap ile başlar. Bu ifadeye kadın erkek dâhildir.
Yine istisnâyı gerektiren bir delil yoksa Kur’ân’ın seksen dokuz âyetinde tekrarlanan “Ey iman edenler!” ifadesi, kadın-erkek herkesi kapsar. Cemâate katılma, cihada çıkma gibi bazı hükümlerde farklılık olsa bile Allah’a kul olma ve O’nun emirlerine muhatap olma bakımından kadın erkek birdir. Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği dünya ve âhiret nimetlerine müstahak olma yahut O’nun cezâlarına duçar olma bakımından da kadın-erkek arasında fark yoktur.
Kur’ân âyetleri Arap dilinin genel kuralı doğrultusunda çoğu zaman eril kalıplarla gelmiştir. Nitekim bu kullanımla ilgili olarak bazı Saâdet Çağı hanımları, “Ey Allah'ın Peygamberi! Yüce Allah'ın âyetlerinde hicret konusunda kadınları andığını duymayacak mıyız?” şeklindeki sorular sormuşlar ve onlara cevap olmak üzere şu âyetler inmiştir:
“Sizden erkek olsun kadın olsun, hiç birinizin çalışmasını boşa çıkarmayacağım. Zaten siz birbirinizdensiniz…”[2]
“Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü’minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar; doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çokça anan erkekler ve kadınlar… İşte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.”[3]
İnsanlık tarihinde genel olarak erkek olsun kadın olsun insanlık sorunları, hatta dramları hep yaşanmıştır. Cinsiyetine bakılmaksızın analarından hür doğdukları halde köleleştirilen, ezilen, dövülen, sömürülen, hakları gasp edilen insanlar olmuştur.
Bu hak gasbında en fazla payı da kadın almıştır. İhtiyar dünyamızda ezilen, dövülen, hakları elinden alınan kadınlar hep olmuştur. Ancak bütün bunlar dinden değil, din dışılıktan, dini doğru anlamamaktan, eksik ve yanlış anlamaktan kaynaklanmıştır.
Sözgelimi, İslâm, ilim talep etmeyi, okuyup öğrenmeyi, dinin emirlerine muhatap olmayı kadın erkek herkese emretmiştir. Ne var ki insanlık, bunları büyük ölçüde kadınlara yasaklamıştır. Son dönemlerde çağdaşlık(!) adına, okumak ve sosyal hayatta yer almak isteyen kadınlarımıza, başörtüsü ve benzeri şeyler gerekçe gösterilerek kadının öğrenim ve sosyal hayatta yer alma hakkı gasp edilmiştir.
İslâm’ın helalleri ve haramları kadın erkek herkesi bağlar. Ancak gelenek, zina gibi bazı günahları erkeklere göz yumarken, kadınlar için aslâ affetmemiştir. Erkeğin yaptığı fuhuş erkeklik(!) sayılırken, kadının yaptıkları, toplumdan dışlamalar, bir kısım yaftalar yahut töre cinâyetleriyle anında cezâlandırılmıştır.
İslâm’a göre Müslüman bir kadına delilsiz olarak zina isnadında bulunmak büyük günah kabul edilerek, çok ağır cezâlar öngörülmüşken; toplumumuzda sövgülerin çoğu kadınların namuslarına ta’n edici mâhiyettedir ve bunlar hep cezâsız kalmaktadır. İslâm’ın ayakları altına cenneti serdiği ana, sövgü malzemesi olmuştur.
İslâm, kadına mal edinme, evlenmede söz sahibi olma, diğer konularda fikir beyan etme hakkı tanımış; ancak çoğu uygulamalar kadının bu haklarını tamamen yahut kısmen gasp etmiştir. Başlık parası, kadına mehir vermeme yahut mehrini elinden alma, mirastan kadına pay vermeme, zengin kadına zekât, kurban ve tasadduk hakkı vermeme gibi yaygın uygulamaların hiç birisi İslâm’a uygun şeyler değildir.
Akabe bey’atlarında, Hicret’ten önce ve sonra Peygamberimiz, kadınların da bey’atini alarak onlara seçme hakkı tanımış. Ancak yirminci asra kadar insanlık kadına böyle bir hak vermemiştir.
Peygamberimiz çeşitli konularda kadınların görüşlerine başvurmuş, onlarla istişâre ederek onların teklifleri doğrultusunda hareket etmiştir. Ancak günümüzde bir kısım insanlar kadınlara danışmayı, onlarla fikir alışverişinde bulunmayı ihmal eder olmuştur.
Peygamberimiz, “Kadınlara mescidleri yasaklamayın.”[4] buyurmuş, Peygamber Mescidi’nde kadınlar hiç eksik olmamış, Peygamber Mescidi’nin bir kapısı hâlâ Kadınlar Kapısı/Babü’n-Nisâ ismiyle anılır olmuş; ancak sonraki dönemlerde kadının cadde ve sokaklarda arz-ı endam etmesine ses çıkarmayan gelenek, camileri kadınlara yasak etmiş, bugün pek çok camide kadının Cuma, bayram namazı, hatta vakit namazı kılabileceği ortamlar yahut cemâate iştirak eden kadınlar yoktur.
İslâm, insanın eşini anasına yahut bacısına benzeterek, onu boşamaya yeltenme şeklindeki câhiliye âdeti zıharı kaldırmış, hâlâ bu âdete bulaşanlara ağır kefâret cezâlarıyla yaptırımlar koymuştur. Allah’ın en sevmediği helallerden sayılan boşama konusunda Kur’ân’da pek çok âyet yer almış, talak/boşama ismiyle müstakil bir sûre yer almış ve bu konu istismara fırsat vermeyecek düzenlemelerle sınırlandırılmıştır.
Ne var ki bu inceliği bilmeyen, hanımlarını Allah’ın emâneti olarak görmeyen anlayış basit sebeplerle boşamayı/yuva yıkmayı alışkanlık haline getirmiş ve normal görür olmuştur.
Maddeleri çoğaltabiliriz.
Annelik, Babalıktan Üç Adım Öndedir
Peygamberimiz (s.a.v.)’e, insanlar içerisinde kendisine iyi davranmaya en lâyık olanın kim olduğu sorulmuş, o cevabında üç kere “Annen!” buyurmuş, dördüncü soruluşta ise “Baban.” diye cevap vermiştir.[5] Nitekim bu konudaki âyetlerden birisi de şöyledir:
“Biz, insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası, onu sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içerisinde olur. İşte bunun için, önce bana şükret; sonra da ana-babana teşekkür et, diye öğüt vermişizdir. Dönüş ancak banadır. Eğer onlar seni, hakkında bilgi sahibi olmayan bir konuda bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itâat etme. Dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber vereceğim.”[6]
Yazımızı şu özet cümlelerle bağlayalım:
Dine muhatap olma, onu anlama ve gereklerini yerine getirme konusunda kadın erkek birdir. Kulluk yarışında cinsler arasında bir fark yoktur.
Hikmetin gereği olarak kadın olsun erkek olsun kişilere, farklı sınav soruları sorulabilir, kişilerin farklı yükümlülükleri olabilir. Ama sonuçta, her iki cinsin asıl hedefi de Allah'ın hoşnutluğunu kazanıp cennetine girebilmek olmalıdır.
Bu yarışta kadın erkek herkes yarışmalı, çalışıp gayret etmelidir. Zira âhiret yurdunda cennet ve cehennem/ödül ve cezâ da kadın erkek herkes içindir.
İnsan yetiştirme sanatı olan annelik, kadının ayakları altına cenneti seren büyük bir rütbedir.
İslâm'ın ilk döneminden itibaren bu kutlu yarışta erkekler kadar kadınlar da yerlerini almışlardır. Tarihin görünen sayfalarına kadın kahramanların isimleri çok fazla yazılmamış olsa bile, elde edilen başarı ve başarısızlıklarda erkekler kadar, görünmeyen ya da görmezden gelinen kahramanlar olarak kadınların da katkısı ve sorumluluğu vardır.
İslâm kadını, dişiliği ile değil, kişiliği ile ön plana çıkarandır. Kur’ân, pek çok âyetinde inanan ve inanmayan kadınları söz konusu ederek şahsiyetli İslâm kadınlarının yetişmesini hedeflemiştir.
[1] Ebu Davûd, Taharet, 94; Tirmizî, Taharet, 82; Darimi, Vudû’, 76; Müsned, VI, 256, 377.
[2] 3/ Âl-i İmrân, 195.
[3] 33/Ahzâb, 35.
[4] Müslim, Salat, 135.
[5] Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1, 2.
[6]31/ Lokmân, 14-15
Ali AKPINAR
YazarBöyle afet hiç görmedim hayatta,Enkazlar içinde kaldı Türkiye’mSabah gün doğmadan altı şubatta,Dipsiz dehlizlere daldı Türkiye’m…Bu nasıl bir cinnet, nasıl hareket,Dört yanda feryatlar, her yerde cese...
Şair: Halil GÖKKAYA
Bu başlık, bizim yıllar önce yaptığımız bir kitap çalışmasının başlığıdır. Bu çalışmamızda biz kültür dünyamıza damgasına vurmuş dinî motifleri ve bunların başında da Kur’ân izlerini tesbit etmeye çal...
Yazar: Ali AKPINAR
Hâfız Abdülezel Paşa, Sultan II. Abdülhamid Han Dönemi’nin gözde kumandanlarındandır. 1828/1829 yılında Konya’nın Hâdim ilçesinde dünyaya geldi. Babasının adı Osman’dır. 15 yaşına kadar Hâdim’de ve Ko...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Oturdum ekranın tam karşısınaGözyaşını döktüm döktüm ağladımHem sokaklarına hem çarşısınaGözlerimi diktim diktim ağladımŞurası herkesin geçtiği yerlerPınardan suları içtiği yerlerFeleğin insanı biçtiğ...
Şair: Hulusi TATAR