İslâm’ın Kadına Bakışı
İslâm’ın Kadına Bakışı Üzerine Prof. Dr. Ramazan Altıntaş ile Bir Mülâkat
- Değerli Hocam, İslâm gelişiyle birlikte kadınlara ne gibi haklar vermiştir, örnekler vererek açıklayabilir misiniz?
Teşekkür ederim. Bilindiği gibi İslâm öncesi döneme “Cahiliye Dönemi” denilir. O dönemde kadının adı yoktu, kadının ailede bir görüşü söz konusu değildi. İslâm gelince, kadına bir hukûkî şahsiyet olarak büyük bir değer verdi. Seçme ve seçilme hakkı verdi, ona mirastan pay ayırdı.
Câhiliyede, “Kadınlarla istişâre edin ama tersini yapın.” diye bir söz vardı. İslâm bu aşağılayıcı ve kadını itibarsızlaştırıcı zihniyeti değiştirdi. Aile, anne, baba ve çocuklardan oluşur. Elbette kadının da bu aile yuvasında söz hakkı olmalıydı. İslâm gelişiyle birlikte bu anlayışı tersine çevirdi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) kadınlarla istişâre etmenin ne anlama geldiğini bizzat aile hayatında eşleriyle istişâre ederek bütün insanlığa gösterdi. Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisine ilk vahiy geldiği zaman evine dönmüştü ve başından geçen olayları eşi Hz. Hatice Vâlidemizle paylaşmıştı.
Onun görüşleri doğrultusunda adım atılmıştı. Hatta kızı Zeynep’in evliliğinde hem onunla ve hem de eşiyle istişâre ederek birlikte karar vermişlerdi. Daha başka birçok örnek olay gösterilebilir. Kur’an’da geçen Mücâdele Sûresi hukuk alanında hakkını savunan bir kadının hakkını almasının en büyük delilidir. Aynı şekilde Kur’an’da Nisâ ismiyle mâruf bir sûre de vardır. Ayrıca örnek aile ve örnek İslâm kadınlardan övgü ile bahsedilir.
- Hocam, son zamanlarda basında ve sosyal medyada kızların evlilik yaşı konusunda bir takım tartışmalar yaşandı. Bu konuda İslâm, kız ve erkeklerin evlilik yaşları konusunda bir kural getirmiş midir?
İslâm’da evlenme ehliyeti, başkalarının izin ve onayına ihtiyaç olmadan evlenebilme ehliyeti demektir. Evlenme ehliyeti için evlilik çağına gelmiş kızlarda 17, erkeklerde ise 18 yaş sınırı getirilmiştir. Zaten günümüz modern hukuk sisteminde de bu uygulama esas alınmaktadır.
İslâm’a göre anne ve babalar, evlenme ehliyetine ve evlilik şartını hâiz olmayan çocuklarını evlendiremezler. Varsa böyle bir durum, geçerli olan hukuk sistemi buna şiddetle itiraz etmeli ve şen’î olayı sonlandırılmalıdır; bu işe bulaşanları da cezalandırmalıdır. Çünkü bu en ağır bir insanlık suçudur.
Esasen reşit çağına gelmemiş, adı üzerinde çocukların evlendirilmesini onaylayan veya hukûkî çerçevesini çizen âyet ya da hadis bulunmamaktadır. Evliliğin hukûkî ve ahlâkî çerçevesini çizen âyet ve hadislere bakıldığında onların yetişkin bireyleri hedef aldığı görülür. Buradan hareketle küçüklerin evlendirilmeleri İslâm’ın genel amaçlarıyla aslâ uyumlu bir uygulama değildir.
Maalesef dünyada küçüklerin evlendirilmesini meşrû gören yaklaşımlar toplumların gelenek ve örfleriyle alakalı yanlış uygulamalardır. Konu dinî değil, toplumsal ve dolayısıyla da dönemsel bir karakter taşımaktadır. Zira evlenmenin esas hedefi, mutlu bir aile yuvası kurarak birlikte huzur içinde yaşamak ve nesli devam ettirmektir. Küçüklerin evlendirilmesi bunların hiçbirini gerçekleştirmeyeceği gibi birçok sorunu da ortaya çıkaracaktır.
- Hocam, ülkemizde evlilik yaşlarında artışlar var. Gençlerimiz evlilikten kaçıyor. Gençlerin yuva kurmaktan uzak durmalarının önüne nasıl geçilecektir?
Bilindiği gibi ülkemizde kadınlar iki sınıfa ayrılıyor: Ev kadını ve çalışan kadın… Çalışan kadından maksat ya resmî bir kurumda memurdur ya da özel her hangi bir iş sektöründe çalışmaktadır. Bu ya işçi statüsünde ya da kendi işini kurduysa işveren statüsünde olmaktadır. Bunlara bir diyecek yok.
Asıl mesele, ev kadını statüsünde bulunan kadın profiliyle ilgilidir. Artık evlilik tercihlerinde çalışan kadına öncelik veriliyor. Kapitalizm öylesine bizi her alanda esir almış ki, “Tek maaşla geçinilemez, mutlaka kadınlar da iş hayatına katılmalıdır.” mesajı veriliyor ve buna da zorlanıyor. Sanki ev kadınları iş hayatının dışındaymış gibi… Kendi ayakları üzerinde duran kadın figürü köpürtülüyor.
Aksine ev kadınları ise, kocasının sırtında bir kambur, bir yükmüş gibi telakkî ediliyor. Diğer yandan, “güçlü kadın” olmak pompalanıyor. Feminizm rüzgârları çalışan kadınları, “Senin maaşın var, erkeğinin kölesi değilsin.” telkinleriyle erkek düşmanı hâline getiriyor. Bununla da kalınmıyor, ufak bir anlaşmazlık karşısında bu anlaşmazlıklar mobing olarak yorumlanıyor, sonuçta koca, mahkeme kararıyla evden uzaklaştırılma cezâsı alıyor.
Bu durum pireyi deve yapıyor, az da olsa var olan karı-koca arasındaki sevgi köprüleri tamamen atılıyor. Maalesef akraba bağları zayıfladığı için karı-koca arasındaki anlaşmazlıkları uzlaştırma görevi de ihmal ediliyor. Eften-püften meselelerden dolayı boşanmalar baş gösteriyor, istenmeyen olaylar yaşanıyor.
Sözün özü, bu sorunların çözümüne katkı sağlayacağı varsayımından hareketle “ev kadını” statüsünü değiştirmeliyiz. Ev kadını dediğimiz hanımlarımız sabahtan akşama kadar ev işleriyle uğraşıyor. Ayrıca çocuklarının bakımı ve yetiştirilmeleri doğal olarak ev hanımlarına ihale edildiği için bu fedakârlıklar da çalışma kapsamı içerisinde yer alıyor.
Nasıl ki bugün ev hanımı olmasına rağmen ev ya da iş yerlerinde temizlik yaparak geçimini sağlayan kadınlarımıza sigorta yaptırma mecburiyeti getirilerek onlar sosyal güvence altına alınmışsa aynı şekilde devlet, ev kadınlarımıza sigorta yaptırmak suretiyle onların haklarını güvence altına almalıdır.
Artık ev kadını yok, çalışan kadın var. Dolayısıyla ev kadınlarımız da çalışan kadın statüsünde değerlendirilmeli, sosyal güvence altına alınmalı ve onlara asgarî ücret de olsa bir maaş takdir edilmelidir. Eğer bu yapılırsa, Türkiye’de işsizlik oranları düşecek, karı-koca arasında anlaşmazlık sebepleri de azalacaktır.
- Hocam, mutlu bir aile hayatının sürdürülmesinin olmazsa olmaz ilkeleri var mıdır? Bunlar nelerdir, örneklerle açıklar mısınız?
Evlenmiş olan bireyler; kadınıyla erkeğiyle belli bir olgunluk düzeyine gelmiş olan kimselerdir. Elbette aralarında tâlî düzeyde görüş ayrılıkları olabilir. Esas olan görüş ayrılıklarının olması değil, aralarındaki sosyal iletişim kanallarını açık tutmalarıdır. Eğer sorun varsa, iki yetişkin birey olarak oturup uygar bir biçimde aralarında konuşmalarıdır.
Bugünün en büyük sorunu, eşler arasında iletişimsizlik sorunudur. Eğer bu yöntem işletilmiyorsa, akraba çevrelerinden üçüncü kişiler hemen devreye girmelidir. Zaten Kur’an’ın emri de budur. Aralarında anlaşamayan aile bireylerinin meselelerini çözüme kavuşturmak için bir kişi hanım tarafından, bir kişi de erkek tarafından hakem olmalı ve sorunları çözmelidirler.
Maalesef bugün İslâm’ın bu emir yerine getirilmiyor. Tartışmalar, aile mahremiyetinin dışına çıkıyor, kapanması güç yaraların açılmasına sebebiyet veriyor. Gittikçe de mesele kangrene dönüşüyor. O hâlde yapılması gereken boşanma davası açmadan önce Kur’an’ın öngördüğü hakemlik sistemine işlerlik kazandırmaktır.
- İslâm, kadınların eğitimine ve çalışmasına nasıl bakmaktadır?
İslâm’da ilim, kadın ve erkek her Müslümanın üzerine farzdır. Dolayısıyla kız çocukları eğitim hakkından mahrum bırakılmamalıdır. Zaten ülkemizde kadınların eğitimini kısıtlayıcı bir sorun yaşanmamaktadır. Herkes istediği eğitim kurumunda okuma hakkına sahiptir. Eğitim, anayasal bir haktır. İslâmî açıdan şartlar uygun olduktan sonra kadının çalışması noktasında bir sınırlama yoktur.
Kadınlar kendilerine uygun olan işlerde çalışabilir, zaten çalışmaktadırlar da. Hz. Peygamber (s.a.v.) Dönemi’nde de kadınların çalıştıklarını görüyoruz. Öğretmenlik yapan, hastanelerde çalışan, hatta pazar yerlerinde denetleyici olan, ayrıca camilerde vâizelik yapan kadınlar vardı. O dönemde de İslâm uygun, ahlâkî-etik kurallara riâyet etmek suretiyle kadınlar çalışabiliyordu.
- Hz. Peygamber (s.a.v.) Vedâ Hutbesi’nde, “Kadınlar size Allah'ın emânetidir.” buyuruyor. Günümüzde insanoğlu, emânetine sahip çıkabiliyor mu?
Emânet, korunması gereken bir değerdir. Makamlar bizlere bir emânettir, çocuklarımız bize bir emânettir, çevre bir emânettir, eşlerimiz bize bir emânettir. Emânet demek, kişinin kulu kölesi olmak mânâsına gelmiyor. Yani korunması, üzerinde titrenmesi gereken bir değer olarak görülüyor.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de 120 bin sahâbenin önünde okumuş olduğu vedâ hutbesinde, kadınların haklarını koruma konusunda temel ilkelerin altını çizmişlerdir: “Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz onları, Allah’ın emânıyla aldınız.”
Ayrıca Rasûl-i Ekrem, çeşitli konuşmalarında kadınlara hüsn-i muâmelede bulunmamız gerektiğini tavsiye etmişler, hiçbir zaman kendileri eşlerine karşı, sözlü, fiilî ya da psikolojik şiddet uygulamamışlardır. Çünkü şiddet, bir insanlık suçudur. Eğer bugün yaşadığımız toplumlarda kadınlarımıza karşı şiddet uygulanıyorsa, bunun müsebbibi İslâm değil, aksine İslâmsızlığımızdır.
- Teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
YazarNakşbendiyye, Anadolu topraklarında büyük çaplı etkisi ile dikkat çeken tarikatlardan biridir. Bu yolun ilme ve âlime bakışı, aşırılıklardan uzak durmaya yönelik tavrı gönüllerde makes bulmasına sebep...
Yazar: Yusuf HALICI
Bir mü’minin İslâm’la bağını daima güçlü tutan tek ibâdet namazdır. Çünkü namaz her gün kılınır. Gündelik hayatın içine serpiştirilmiş olduğundan, kulun Rabb’ini sürekli hatırlamasını sağlar. Onu kont...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Bunu böyle bilmeliİlâhî bir îkazdırKendimize gelmeliİlâhî bir îkazdırEmre tâbî olmalıHakîkatı bulmalıİslâm ile dolmalıİlâhî bir îkazdırAllah'ın Kitâbı varİnsana hitâbı varUyarı, îtâbı varİlâhî bir îka...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Osmanlı Devleti, hâkim olduğu her alanda inşâ ve ihyâ faaliyetlerini geliştirmiş, o bölgeyi ulaşım ve ekonomi adına kalkındırmıştır. Osmanlı egemenliğine giren topraklarda çok sayıda köprü inşâ edilmi...
Yazar: Resul KESENCELİ