1897 Yunan Harbi Kahramanı Hâfız Abdülezel Paşa
Hâfız Abdülezel Paşa, Sultan II. Abdülhamid Han Dönemi’nin gözde kumandanlarındandır. 1828/1829 yılında Konya’nın Hâdim ilçesinde dünyaya geldi. Babasının adı Osman’dır. 15 yaşına kadar Hâdim’de ve Konya’da ikâmet etti. Bu süre zarfında hâfızlık eğitimi aldı ve hâfız oldu. Bundan dolayıdır ki, isminin başına “Hâfız” unvanı eklendi.
Abdülezel Paşa, daha 16 yaşındayken 1842-1843’te Osmanlı Ordusu’na alındı. Alaydan gelme bir subay olmasına rağmen kendisini çok iyi yetiştirdi. 12 yıl kadar Arabistan bölgesinin çeşitli vilâyetlerinde görev yaptı. Üstün bir gayret, liyâkat ve başarı göstererek önce subaylığa, sonra da paşalığa kadar yükseldi. Uzun boylu, geniş göğüslü, aslan gibi yiğit, gayet cesur, tecrübeli ve mübârek bir kumandandı.
Dinin emir ve yasaklarına uymada son derece hassastı. Küçük yaşlarda ezberlediği Kur’an-ı Kerim’i çokça okurdu. Kendisini tanıyanların söylediklerine göre çok kuvvetli bir hâfız olup, son elli yıl her gün bir hatim indirirdi. Güzel sesiyle Kur’an okuması, askerlerin gönüllerine neş’e ve huzur verirdi.
1853-1856 Kırım Savaşı’nda, bilhassa 8 Temmuz-10 Aralık 1877’deki Plevne Savunması’nda büyük gayret ve yararlılık gösterdi. Plevne Komutanı Gazi Osman Paşa’nın en yakın silah arkadaşıydı. Komutasındaki “Hâfız Bey Tabyası” ile Abdülezel Paşa da Plevne destanına hatırı sayılır bir katkı sağladı. Kahramanlıkları, Sultan Abdülhamid’i oldukça memnun etti; mirlalay (albay) rütbesi ve Plevne madalyasıyla onurlandırıldı.
Daha sonra Anadolu’da bazı mühim memuriyetlerde bulunduktan sonra Hicaz Vilâyeti jandarma teşkilatına atandı. Hac farîzasını da edâ eden Abdülezel Paşa buradaki vazifesini tamamladıktan sonra İstanbul’a döndü. Îfâ ettiği hizmetlerine mükâfaten 5 Şubat 1888 tarihinde mirlivalığa (tuğgeneral), yani paşalığa terfi etti.
Ömrü savaş meydanlarında geçti; askerlik kariyerini birbirinden muhteşem yiğitlik tabloları ve başarılarla bezedi, rütbe, nişan ve madalyalarla donattı. Yetmiş yaşındayken katıldığı yirmi altıncı ve son savaşı olan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda ortaya koyduğu ve şehitlik rütbesiyle taçlandırdığı kahramanca mücadelesi başlı başına bir destandı.
Tarih, onun şehâdete yürürken sergilediği örnek hâl ve hareketlerini ve ölümsüz sözlerini hâfızasına iftiharla şöyle kaydetti:
Abdülezel Paşa, 1897 Savaşı’nda Alasonya Ordusu’nun II. Tugay komutanı olarak görevlendirildi. O esnada, Yunan kuvvetleri devamlı surette amansızca taarruz ediyor, Osmanlı sınırlarını tehdit ediyorlardı. Abdülezel Paşa bunları durdurmak için emrindeki birliklerle derhal harekete geçti. Osmanlı askerleri, etraflarını kuşatan Yunan kuvvetleriyle göğüs göğse harbe koyuldu. Üzerlerine yağmur gibi top gülleleri ve mermiler yağmasına rağmen mevzilerini terk etmeyen yiğit askerler bir bir şehit düşüyordu.
Askerlerinin bu cansiperâne yiğitliklerini izleyen Abdülezel Paşa’nın gönlü hem sevinç hem de kederle dolmuştu. Gayet üzgün ve heyecanlı bir ruh hâli içinde atını sağa sola sürüyor, şu sözleri tekrarlıyordu: “Aman ya Rabbi! Kardeşlerimiz cayır cayır yanarak şehit düşüyor. Şu yiğit vatan evlatları kulelerde mahvolacaklar. Ah bir akşam olup ortalık kararsa da, kendilerine yardım edebilsek!”
Havanın kararmasıyla yanına bir tabur asker aldı, kulelerde bulunan yiğit askerlerin imdadına yetişti ve onları kurtardı. Bununla kalmadı, Milona Boğazı’nın güneyinde kalan Losfaki mevzilerindeki tepelerden biri olan Pırnar Tepesi’nin zaptedilmesi için ertesi gün büyük bir hücum başlattı.
En ön safa geçerek kahraman askerleriyle birlikte şimşek gibi düşman üzerine atıldı. Telaşa kapılan yanındaki kumandanlar, yetmişlik komutanlarını düşman kurşunundan korumak amacıyla şu uyarıyı yapmak zorunda kaldılar: “Paşa hazretleri, düşman mermileri etrafınızda uçuşuyor; ne olur biraz geri çekilseniz!”
Nice savaş görmüş cesur komutanın dur durak bileceği yoktu. İkazlara yiğitçe karşılık verdi: “Ey gaziler! Bilirsiniz ki, eceli gelmeden hiç kimsenin ömrü sona ermez. Elli yıldır savaş meydanlarında bu gerçeğe defalarca şâhit oldum. Ayrıca bilesiniz ki, yıllardır şu gönlüm şehit olmak aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Hâl böyleyken benden, yerimi terk edip de geri çekilmemi sakın ola istemeyin!”
Ardından da cengâver askerlerine döndü ve yoğun kurşun yağmuru altında onları yüreklendiren şu muhteşem sözleri haykırdı:
“Askerlerim, yiğitlerim, kahraman evlatlarım! Dinimize, namusumuza ve vatanımıza göz diken düşmana haddini bildirmenin tam vaktidir! Bilirsiniz ki, hainler korkak olur. Biz düşman üzerine yürürsek onlar kaçarlar. Hep beraber ‘Allah, Allah!’ diyerek hücum edelim!
Aslanlarım! Şu gördüğünüz tepenin zaptı bizim için çok mühim ve pek şanlı bir zafer kazandıracaktır. Siz ki, Milona Geçidi gibi en zor geçidi aşıp, en çetin yerlere hücum ederek Osmanlı’nın kahramanlığını bütün dünyaya gösterdiniz. Siz kahramanların evlâtlarısınız. Allahu Teâlâ’nın yardımı ile şu tepenin üzerinde gerçekleşecek kahramanca bir hücumla zaten gözü yılmış olan düşmanı tamamen perişan edeceğinizi, sancağımızı oraya dikerek Osmanlı’nın şanını yücelteceğinizi ümit ediyorum.
Eğer bu tepeyi alırsanız, önümüzde çiçeklerle süslenmiş geniş bir zafer alanı açılacaktır. Gâzilerim! Bütün İslam âlemi ve Osmanlılar, sizin bu kahraman zaferinizden dolayı şükran duyacak ve iftihar edeceklerdir. Analarınız sizi bugünler için doğurup büyüttü! Yeryüzünün halîfesi olan padişahımız Abdülhamid Han Hazretleri sizi bugünler için besledi ve yetiştirdi.
Vatan bugün sizden fedâkârlık bekliyor! Hülâsa, bugün şan ve namus, devlet ve millet, sizin süngülerinizle ayakta duracaktır. Eğer aslanlar gibi bir hücumla şu tepeyi ele geçirecek olursanız, namusu korumuş ve vatanı yüceltmiş olursunuz. Devletimizin gelecekteki zaferlerine de öncülük etmiş olacaksınız.”
Ardından da yüksek sesle vasiyetini okudu:
“Asker evlatlarım! Size son bir vasiyetim var. Vasiyetimin yerine getirilmesini rica ederim! Eğer ben şu tepeyi aldığınızı ve oraya hâkim olduğunuzu görmeden şehit olursam, benim cesedimi şehit olduğum yere gömmeyin.
Bu tepeyi mutlaka ele geçirin. Benim için o tepe üzerinde bir kabir kazın ve bedenimi oraya gömün! Şayet bu tepeyi ele geçiremeyecekseniz, bırakın cesedim bu topraklar üzerinde kalsın ve kurtlara kuşlara yem olsun!
Evlâtlarım! Sizin dağları aşan hücumunuza böyle tepeler elbette dayanamaz. Bu bakımdan mutlaka bu tepeyi almanızı istiyorum!
İlâhî yardım rehberimiz, Peygamberimiz (s.a.v.)’in imdâda yetişmesi yardımcımız, Halîfe Efendimizin alakaları da tâcımızdır. Haydi aslanlar! Arş ileri daima ileri...”
Sözlerini tamamlar tamamlamaz düşman saflarına doğru hızla atıldı. Korkusuzca atını sürdü. Onunla beraber hücuma geçen Osmanlı askerleri kasırgadan farksızdı. Askerlerimizin şiddetli hücumu karşısında Yunanlılar tutunamadı. Siperlerini terk edip kaçmaya başladılar.
Abdülezel Paşa ilerlemiş yaşına aldırmadan bir delikanlı çevikliği, şevk ve azmiyle, âdetâ nefes almadan savaşa devam ediyordu. Gönlü, o tatlı sesiyle Kur’an-ı Kerim okuduğu zamanlardaki gibi huzurla dolmuştu.
İşte harbin iyice kızıştığı 17 Nisan 1897 tarihinde alnına gelen bir düşman kurşunu, onun yıllardır arzuladığı şehitliğe erişmesine vesile oldu. Nihâyet ebedî mutluluğu elde etmiş ve şehitler yurduna kanat çırpmıştı.
Mübârek vücudunu toprağa koyduklarında bu mutluluğun izleri yüzünde ve dudaklarında görülmüştü. Zaten memleketine yaptığı son ziyâretinde bir dostuna şöyle demişti: “Cenab-ı Hak, bana hâfızlık ve paşalık gibi iki kıymetli rütbe bahşetti. Şimdi bir üçüncüsünü istiyorum; o da şehitlik rütbesidir!”
Cenazesi önce, askerlerimiz tarafından ele geçirilen Pırnar Tepesi’ne defnedildi. Daha sonra Yanya vilâyetine bağlı Alasonya kazâsına nakledildi. Buradaki Çarşı Camii (İmaret Camii) hazîresine gömüldü.
Bilâhare Sultan Abdülhamid Han, onun din, devlet ve millet yolunda gerçekleştirdiği eşsiz hizmet, gayret ve fedâkârlıklarına karşı bir vefa borcu olarak kabrine güzel bir türbe yaptırdı.
Hâfız Abdülezel Paşa hakkında, fizikî portresini, kahramanlıklarını, askerî galeyana getiren nutkunu ve şehâdetini konu alan 170 kadar şiir yazılmıştır. İsmi İstanbul ve Konya’nın büyük caddelerinden birine verilmiştir. Ayrıca yakın zamanda Hâdim’de, adını taşıyan bir park yapılmıştır.
Kaynaklar: Ali Muzaffer, Abdülezel Paşa, Panayotidis Matbaası, İstanbul, 1315; Mustafa Özkul, Şehid-i Mübeccel Abdü’l-Ezel Paşa’nın Hayatı ve Şehadeti, İstanbul, 1975; Selim Sun, 1897 Osmanlı-Yunan Harbi, Genelkurmay Başkanlığı Harb Tarihi Dairesi Resmî Yayınları, Ankara, 1965; Ziya Şakir, Sultan Abdülhad’in Yunan Zaferi ve Gizli Siyaseti, İstanbul, 1994; Erol Ülgen, “1897 Türk-Yunan Savaşı’nın Ünlü Komutanlarından Şehit Abdülezel Paşa (1828-1897), Hayatı ve Hakkında Yazılan Şiirler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1994, Ankara, 1996; Cemal Güven, “Abdülezel Paşa’nın Hayatı ve Şehâdeti”, Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı:3/2010.
İsmail ÇOLAK
YazarOsmanlı eğitim hayatında, mektebe yeni gelecek çocuklar için Bismillâh ile ilk okuma anlamına gelen “Bed-i Besmele” ve “Âmin Alayları” tertiplemek yüzyıllarca devam eden kadim bir gelenekti. Tahsil ve...
Yazar: İsmail ÇOLAK
6 Şubat sabahı asrın felaketini yaşadık. Bu topraklar çok acılar gördü. Ama böylesi büyük bir felâket yaşanmadı. Kıyâmeti yaşadık. Bir şehir, bir belde veya bir noktada değil, çok geniş sahada büyük y...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Aslen, Kara Afrika’nın kuzeydoğusundaki Sudan’dan olan Zenci Musa, 1880 yılında Girit’te doğmuştur. Babası Girit’te erken yaşta ölmüş; dedesi tarafından büyütülmüştür. Mısır’da yaşayan ve katıksız bir...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Çanakkale Savaşı kadını erkeği, yaşlısı genci ile milletimizin tüm fertleri ve tüm katmanlarıyla arzı endâm eylediği, omuz omuza verdiği bir kader, bir varlık yokluk mücâdelesi idi. Vaziyet böyle olun...
Yazar: İsmail ÇOLAK