Vakit Bilinciyle Zamanı Anlamlı Hâle Getirmek
Zaman, Yüce Allah’ın bizlere bahşetmiş olduğu en önemli nimetlerinden biridir. Zaman hem nimet hem emânettir bizde. Zira zamandan bir bölüm verilmemiş olsaydı imtihana çekilmezdik. Bunun için mükellef çağına gelmemiş olan çocuklar sorumlu değildirler.
Onun için sınava tâbi olmak için mükellef çağından sonra bir süre yaşamaktır. Nitekim Kur’ân, bu gerçeği bize şöyle açıklar: “Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti.”[1] Demek ki her sorumlu kişi, aklını kullanabileceği, öğüt alabileceği, irâdesiyle inanıp sâlih ameller yapabileceği bir süreye sahiptir.
Bu sürenin az ya da çok, kısa ya da uzun olması önemli değildir. Çünkü sınav süresini sınavın sahibi belirlemektedir. Sınavın sahibi ise dilediği her şeyi yapan ve yaptıklarından aslâ sorgulanmayacak olan Yüce Allah’tır. Hem O, kime ne kadar süre/imkân vermişse o kadar sorumluluk yüklemiştir ve O, hiç kimseye kaldıramayacağı yükü yüklememiştir. Bu yüzden kendisine verilen süreyi iyi değerlendiremeyen bir insanın, “Biraz daha vaktim/ömrüm olsaydı daha iyi şeyler yapacaktım.” deme hakkı yoktur.
İnsana verilmiş olan zaman, onda emânettir. O emânetin sahibi, her şeyin sahibi olan Yüce Allah’tır ve emâneti nasıl kullandığından insanları hesaba çekecektir. Zira insanın ömrünü nerede/nasıl geçirdiği sorgulanmadan sınavda başarılı olamayacağı haber verilmiştir. Onun için Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kıyâmet gününde dört şeyden sorgulanmadıkça, kulun ayakları yerinden kımıldamaz; ömrünü nerede nasıl geçirdiğinden, gençliğini nasıl tükettiğinden, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, ilminin gereğini yapıp yapmadığından.”[2]
“Beş şey gelmeden önce şu beş şeyin kıymetini bil. İhtiyarlık gelmeden gençliğin, hastalık gelmeden sağlığın, yoksulluk gelmeden zenginliğin, meşguliyet gelmeden boş vaktin, ölüm gelmeden hayatın kıymetini bil.”[3]
“Sabaha çıktığın zaman akşama çıkacağını; akşama çıktığında sabaha çıkacağını düşünme. Kendini kabir ehlinden say. Hastalanmadan önce sağlığının, ölüm gelmeden önce hayatının kıymetini bil. Ey Allah’ın kulu, yarın isminin (iyi mi kötü mü/ölü mü diri mi) ne olacağını bilemezsin.”[4]
“İki nimet vardır ki insanların çoğu bunlarda aldanmıştır: Sağlık ve zaman.”[5]
“Her yeni gün ve gece şöyle seslenir: ‘Ey insanoğlu! Ben yeni bir ânım. Yaptığın işler konusunda senin şâhidinim. Öyleyse beni hayır işleyerek iyi değerlendir ki lehine şahitlik edeyim. Çünkü ben bir daha geri gelmeyeceğim.”[6]
Bazılarının sandığı gibi vakit nakit değildir. Vakit paradan çok daha değerlidir. Zira para, aslâ geçen vakti yahut gelecek vakti satın alamaz. Onun için vakit azizdir. Akıllı insan vakti aziz bilen ve zamanının bütün dilimlerini en güzel şekilde değerlendiren, izzetli bir ömür süren kimsedir.
Vaktin aziz olabilmesi ise, Azîz olan Yüce Allah’ın ölçüleri doğrultusunda geçirilmesiyle mümkün olacaktır. O’nun ölçüleri doğrultusunda geçen zamanlar, geçirilmiş değil kazanılmış vakitlerdir. Çünkü kulu Rabbi katında değerli kılan, O’nun ölçüleri doğrultusunda anlamlı hale getirdiği vakitlerdir.
Nitekim pişmanlık ve hüznün olmayacağı cennette, cennetliklerin hayıflanacakları yegâne şeyin, O’nsuz geçirdikleri vakitler olacağı bildirilmiştir. Tıpkı şairin dediği gibi; “Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış/Marifet işte bu, gerisi çelik çomakmış.”
Ölçüsüzlükler içerisinde geçirilen zamanlarda, suçlu olan zamanın kendisi değil o zamanı hoyratça tüketenlerdir. Ama bu gerçeği göz ardı eden pek çok insan, kötülükleri kendileri işlerler sonra da, “Ne yapalım zaman kötü/zaman bozuk, zaman bunu gerektiriyor.” diyerek zamanı suçlarlar. Tıpkı İmam Şâfiî’nin dediği gibi:
“Bütün ayıplar bizde olduğu halde hep zamanı kınarız. Gerçekte ise zamanın hiç suçu yok, bütün suçlar bizdedir. Haksız yere zamanın sahibine hicivler düzeriz sürekli. Zaman dile gelse, kim bilir bizim için neler söylerdi! Bir kurt bile kendi cinsini yemezken, canavarlaşan bizler rahatlıkla birbirimizi yiyebiliyoruz!.”[7]
Bu yüzden bir hadislerinde Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Zamana sövmeyin, zira zamanın sahibi Yüce Allah’tır!”[8] Gerçekten de öyledir, her zaman diliminin iyileri de vardır, kötüleri de. Tıpkı her yerin iyilerinin ve kötülerinin olabildiği gibi. Nasıl ki Mekke’de Ebû Bekirler, Ömerler de vardır, Ebû Cehiller de.
Benzer şekilde mübarek Kadir Gecesinde yahut Cuma gününde ibâdet ve tâatte olan kullar da vardır, azgınlık yapanlar da. İnsanın kendi zamanları için de durum böyledir. Her insan, kendi zamanının yaşar ve yaşadığı zamanı Yüce Yaratıcı’nın ölçüleri doğrultusunda geçirerek mübârek bir zaman kılar yahut da isyan ederek zamanı bereketsiz hale dönüştürür.
O hâlde insan, kaçırdığı, değerlendiremediği, kötülüklerle geçirdiği zamanı değil, kendini ayıplamalıdır. Bu sebeple iman adamı mü’minin vakit öldürme ve zamanı boş yere harcama gibi bir lüksü yoktur. Zira o, bütün zamanlarını hayırlı işlerle diriltme ve anlamlı hale getirmekle yükümlüdür. O, dün geçti bugünü düşünüyorum, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı, bilinciyle her an ölebileceğinin farkında olan ve kendisine bahşedilmiş zamanın bütün dilimlerini ganîmet bilen kimsedir.
Kutsal Kitabımız Kur’an, gece ve gündüzün sürelerini düzenleyenin Allah olduğunu bildirerek zamanın asıl sahibine dikkat çeker.[9] Zamanın sahibi olarak Allahu Teâlâ’yı kabullenmek ise, zamanı, O’nun ölçüleri doğrultusunda kullanmakla mümkün olur. Zamanlar, Allah’ın ölçüleri doğrultusunda geçirilmezse, onun asıl sahibine karşı nankörlük ve O’nun emânetine ihanet edilmiş olur.
Her ân, bir daha geri gelmeyecek şekilde bize bahşedilmiş yeni bir fırsattır. Hz. Ali’nin dediği gibi; “Ey insan, senin için dün geçmiştir bir daha geri gelmez, yarın ise kesin değildir. Dem bu demdir. O hâlde bu ânın kıymetini bil, onu en güzel şekilde değerlendir. Zira elden çıkan zaman bir daha geri gelmeyecektir.” Nitekim cehennemlikler, ısrarla dünyaya geri döndürülmek isteyecekler, ancak bu isteklerine olumlu cevap verilmeyecektir:
“Birine ölüm gelip de; ‘Rabb’im! Beni yakın bir süreye kadar ertelesen de sadaka versem, iyilerden olsam.’ diyeceği zaman gelmezden önce, size verdiğimiz rızıklardan sarf edin. Bir canın eceli gelip çatınca, Allah onu aslâ geri bırakmaz; Allah, işlediklerinizden haberdardır.”[10]
“Onlardan birine ölüm gelince; ‘Rabb’im! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim.’ der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.”[11]
“Suçluları Rablerinin huzurunda, başları öne eğilmiş olarak; ‘Rabb’imiz! Gördük, dinledik, artık bizi dünyaya geri çevir de iyi iş işleyelim; doğrusu kesin olarak inandık.’ derlerken bir görsen!”[12]
“Onların, ateşin kenarına getirilip durdurulduklarında, ‘Keşke dünyaya tekrar döndürülseydik, Rabb’imizin âyetlerini yalanlamasaydık ve inananlardan olsaydık.’ dediklerini bir görsen! Hayır; daha önce gizledikleri onlara göründü. Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar.”[13]
Yüce Rabb’imiz, ömürlerini değerlendiremeyenlerin pişmanlıklarını bize önceden haber veriyor ki, onların durumuna düşmeyelim. Mâdemki son pişmanlık fayda vermeyecek, mâdemki insan dünyaya bir kere gelir, bir daha gelmeyecek; o hâlde onu en güzel şekilde değerlendirmek gerekmez mi?
Zira bir kere ele geçen fırsatlar, en kıymetli fırsatlardır ve en güzel şekilde değerlendirilmelidir. Mâdemki tek seferlik ömrümüz var, onu en güzel şekilde değerlendirmeliyiz. Mâdemki dünyaya bir kez geldik, bir daha gelmeyeceğiz, o hâlde o ömrü pişmanlık duymayacağımız şekilde yaşamalıyız.
Öyle bir yaşayalım ki ağlayarak geldiğimiz şu dünyadan gülerek gidebilelim, ölüm meleğine gülümseyebilelim. Varsın arkamızda kalanlar ağlarlarsa ağlasınlar, sonunda biz gülenlerden olabilelim.
[1] 35/Fâtır, 37.
[2] Tirmizî, Kıyâme 1.
[3] Buhârî, Rikak 3; Tirmizî Zühd, 25.
[4] Buhârî, Rikak 3; Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3
[5] Buharî, Rikak 1, Tirmizî, Zühd 1, İbn Mace, Zühd 15, Ahmed, I, 344.
[6] Hindî, Kenzü'l-Ummâl, N0: 43159; Gümüşhanevî, Ramüzü'l-Ehâdis, II,366/1 (Ebû Nuaym).
[7] İmam Şafiî, Divân, 82.
[8] Buhârî, Edeb 101; Müslim, Elfâz 4.
[9] 73/Müzzemmil, 20.
[10] 63/Münâfikûn, 10-11.
[11] 23/Mü’minûn, 99-100.
[12] 32/Secde, 12.
[13] 6/En’âm, 27-28.
Ali AKPINAR
YazarŞeyyâd Hamza (13. yüzyılın sonu?-14. yüzyılın ikinci yarısı?)Senün aşkun kamu derde devâdur yâ RasûlallahSenün katunda hâcetler revâdur yâ RasûlallahSenün nûrun gören gözler ne ay gözler ne yılduzlarN...
Yazar: Vedat Ali TOK
Mekke’de Kâbe’ye nâzır bir tepede bir adam çevresindekilere şöyle sesleniyor: “Ey Araplar, gelin dilinizi benden öğrenin!” Bu adam, 1074 tarihinde Türkmenistan’ın Zemahşer/Hârizm kentinde doğmuş Mahmû...
Yazar: Ali AKPINAR
Âriflerin bütün derdi Allah’ın rızâsını kazanmaktır. İlâhî rızâya gölge düşürecek her şeyden ellerini ve eteklerini çekmişlerdir. Bir bütün hâlinde Allah’a yönelen ârifler, ne dünyaya ne de âhirete il...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Bir gelenek ve kültür dairesinde devam eden marifetullahta ömrü boyunca ilerleyen Arabî, büyük bir marifet ehlidir ve yorgunluk nedir bilmeyen irfan yolcusudur.Hayatının önemli bir kısmı hakikati aram...
Yazar: Oğuzhan AYDIN