Günümüz İnsanının En Önemli Problemi: Dünyevileşme
Dünyevîleşme denilince ne anlamalıyız, dünyevîleşmenin tarifini yapabilir misiniz?
Yüce Allah, insanı en güzel bir şekilde yaratmış ve ona sayısız nimetler vermiştir. İnsan kendisine verilen nimetleri Allah’ın rızâsı doğrultusunda kullanmalıdır. Dünya ve dünya içerisinde bulunan mal, mülk, makam ve mevki vb. kısacası her şey insana verilmiş olan bir emânettir. Dünya ve dünya içindeki bütün nimetler bir araçtır. İnsan bu nimetleri Allah’ın rızâsını kazanmak ve âhirette kurtuluşa erişmek için kullanmalıdır. Yani aracı amaç hâline getirmemelidir. Nitekim dünya ve nimetleri aldatıcıdır.
Yüce Allah birçok âyette dünyanın aldatıcı olduğunu hatırlatmakta ve insanları şöyle uyarmaktadır:
“Ey insanlar! Rabb’inize karşı gelmekten sakının. Öyle bir günden korkun ki, o gün baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz Allah’ın va’di gerçektir. O hâlde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın.”
“Ey İnsanlar! Haberiniz olsun ki, Allah’ın va’di muhakkak haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.”
Yüce Allah, bu âyetlerde dünyanın aldatıcı olduğunu belirtip insanları dünyevîleşmekten sakındırdıktan sonra Allah’ı ve âhireti unutup da dünyayı tercih edip azgınlaşanları ise cehennemle şöyle tehdit etmektedir:
“Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse şüphesiz, cehennem onun varacağı yerdir.”
Allah ve âhirete iman ettiği hâlde âhirete dair bir planı olmayan ve bütün planını dünyaya göre yapan insan, ne yazık ki, dünyevîleşme hastalığına yakalanmış demektir. Dünyevîleşmek günümüz insanlarının maruz kaldıkları en tehlikeli hastalıkların başında yer almaktadır. O halde dünyevîleşme nedir bunu şöyle tarif edebiliri:
Dünyevîleşmenin Sözlük Anlamı
Dünyevîleşmek sözlükte, “dünya ve dünya ile ilgili şeylere yönelme, maddî şeyleri öne alıp mânevî konulardan uzak durmak, dinden uzaklaşmak, sekülerleşmek” gibi anlamlara gelmektedir.
Dünyevîleşmenin Terim Anlamı
Dünyevîleşmenin terim olarak ne anlama geldiği ile ilgili çeşitli tarifler yapılmıştır. Bunlardan bazılarını burada zikretmek istiyoruz;
“Dinin bireysel ve toplumsal hayattan irâdî veya gayr-i irâdî olarak tecrid edilmesidir.”
“Dinin gündelik hayattan uzaklaştırılıp öneminin azaltılması, kişinin kendisini dünyanın câzibesine kaptırıp onun esiri olmasıdır.”
“Dinin, gündelik hayattaki tesirini ve yerini azaltmak, sınırlamak, yaşanan hayat tarzına herhangi bir dinî müdahale ettirmemektir.”
Şu hususu asla unutmamak gerektir ki, şâyet Müslüman inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanmaya başlayacaktır. Bu da dünyevîleşmenin başlangıcı demektir. Dünyevîleşme dünyanın niçin var olduğunu ve gerçek mâhiyetinin ne olduğunu doğru anlamamaktan kaynaklanmaktadır. Dünya ve dünya nimetleri amaç değil bir araçtır. Yani âhirette gerçek mutluluğa ulaşmak için dünya ve dünya nimetlerini her şeyin yaratıcısı olan Allah’ın rızâsı dâhilinde kullanmak gerekir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), ümmetinin âhir zamanda dünyevîleşme hastalığına maruz kalacağını bildirmiş ve onları dünyevîleşme tehlikesine karşı şöyle uyarmıştır:
“Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.”, “Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip birbiriyle yarıştıkları ve onları helak ettiği gibi sizin önünüze de dünya nimetleri serilip birbirinizle çekişmenizden ve onların sizi de helak etmesinden korkuyorum.”
Allah Rasûlü’nün bu endişesi, Allah’ı ve âhireti unutup dünya ve dünya nimetlerine bitmek tükenmek bilmeyen bir hırsla yönelip aracı amaç haline dönüştüren insanlara yöneliktir.
Birçok gönül erleri de dünyevîleşmenin insan için ne denli tehlikeli bir hastalık olduğunu vurgulayarak insanları güzel üsluplarıyla uyarmışlardır. Meselâ Mevlâna Celaleddîn-i Rûmî’ye göre; “dünyaya aşırı düşkünlük insanı Hak’tan, hakîkat bilgisinden, ebedî mutluluğa giden yoldan engeller. Bu hâle getirilen dünya, insan için karanlıktır ve kapalı bir zindandır.”
Yunus Emre hazretleri de bu konuda:
Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.
dizeleriyle dünyevîleşmenin tehlikesine parmak basmış ve insanları uyarmıştır.
Sultan 4. Murat ise;
Bu dünya fânîdir sakın aldanma!
Mağrur olup tâc u tahta dayanma!
Yedi iklim benim deyu güvenme!
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
diyerek dünyevîleşme tehlikesine dikkatleri çekmektedir.
Akıllı insan, dünyanın bir imtihan salonu olduğunu bilir ve bu dünya hayatını âhiret bilinciyle yaşar, bu dünyada yaratıcısının kendisine verdiği görevleri hakkıyla yaparak âhiret hayatı için hazırlık yapar. Akılsız insan ise, Allah’ı ve âhireti unutarak bu dünyanın aldatıcı zevklerine dalarak dünyevîleşir.
Dünyevîleşmenin Sebepleri Nelerdir?
İnsanı dünyevîleşmeye götüren birçok sebep vardır. Biz burada en önemli sebeplerden üç tanesi üzerinde durmak istiyoruz.
Dünyevîleşmenin en önemli sebebi, imanda zayıflık ve zaafiyettir. İnanan insan her şeye iman gözüyle bakar ve ona göre değerlendirir. Çünkü İslâm’da her şey imanla başlar. İmansız yapılan hiçbir amel Allah tarafından kabul edilmez. İman her şeyi doğru değerlendirebilmenin temel ölçüsüdür.
İmanı zayıflayan bir insan, bu ölçüyü kaybettiği için nefsinin hevâ ve heveslerine uymaya başlar. Dünya ve dünya nimetleri de insan nefsine hoş gelmektedir. Nitekim insanın fıtratına dünyaya ve dünya nimetlerine karşı bir sevgi yerleştirilmiştir. Dolayısıyla fıtrat gereği insanda dünya ve dünyalıklara karşı bir meyil bulunmaktadır. Bu hakîkat Kur’an’da şöyle açıklanmaktadır:
“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.”
İmanı zayıf olan insan, nefsinin hevâ ve heveslerine hâkim olamaz. Böylece iman zaafiyeti insanı dünyevîleşmeye götürür. Kuvvetli bir imana sahip olan insan ise, nefsine hâkim olmayı bilir ve asla nefsinin arzu ve isteklerine uymaz.
Yüce Allah, insanın fıtratına hırs, tamah, emel, arzu, nefis ve şehvet gibi bazı duyguları yerleştirmiştir. Bütün bu duygular insanın hayatını sürdürebilmesi için gereklidir. Bunlar olmazsa hayatın anlamı kalmaz. Ayrıca bu duygular insana imtihan için verilmiştir.
İslâm bu duyguların kontrol altına alınmasını ve dengeli kullanılmasını istemektedir. Bunun yollarını ve prensiplerini de açıklamıştır. Nitekim İslâm her şeye bir ölçü getirdiği gibi bu duygu ve düşüncelere de bir ölçü getirmiştir. Bunları kontrol altına alan, yerinde ve faydalı bir şekilde kullanan insanlar imtihanda başarılı olmaktadırlar.
Şâyet insan, fıtratında mevcut olan hırs ve tamahkârlık gibi duyguları kontrol edemezse o zaman Allah’ın yasakladığı davranışlara yönelebilir ve bu duygular insanın dünyevîleşmesine sebep olabilir.
Hırs sözlükte; “sonu gelmeyen istek, aşırı tutku” anlamına gelmektedir. Terim olarak ise, başlıca şu anlamlarda kullanılmaktadır:
Tamahkârlık ise sözlükte; “çok istemek, aç gözlülük” anlamına gelir. Tamahkârlığın zıddı ise, kanaatkârlıktır. Bir şeye aşırı hırs göstermek insanı haddi aşmaya ve Allah’ın çizdiği sınırı çiğnemeye yöneltir. Tamahkârlık ise insanı az ile yetinmeyip daha fazlasına göz dikmeye sevk eder.
İslâm, tamahkârlığı yermiş ve tamahkârlıktan uzak durmayı emretmiştir. İslâm, dünya malı, mülküne, makam ve mevkiine hırsla yönelmeyi yasaklamıştır. Tamahkârlığın zıddı olan kanaatkârlık övülen ve tavsiye edilen güzel bir özelliktir. Kanaatkâr insan, Allah’ın kendisine nasip ettiği nimetlerle yetinir ve dâimâ şükreder. Böylece sâlih bir kul olur.
İnsanı dünyevîleşmeye sevk eden en önemli sebeplerden biri de mal, mülk ve makam tutkusudur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde, “Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir. Mala karşı hırs ve tûl-i emel/uzun yaşama arzusu.” buyurmaktadır.
Dünya malı-mülküne karşı aşırı tutku, insanın başına büyük felâketler getirebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), malın, mülkün bir fitne olduğunu belirtmiş, “Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır.” buyurarak ümmetini uyarmıştır.
Yine başka bir hadîs-i şeriflerinde Allah Rasûlü (s.a.v.), “Allah’a yemin ederim ki, sizin için fakirlikten korkmuyorum. Sizin için öncekilere genişleyip bollaştığı gibi size de dünyanın genişleyip bollaşmasından, onlar gibi sizin de dünyalık yarışına düşmenizden, dünyalığın onları helâk ettiği gibi, sizi de helâk etmesinden korkuyorum.” buyurmuştur.
Aslında mal, mülk, makam ve mevki bir emânettir. Onların gerçek sahibi Yüce Allah’tır. Malı ve mülkü gerçek sahibinin rızâsı dâhilinde kullanmak gerekir. Aksi takdirde mal, mülk tutkusu insanı dünyevîleşmeye sevk eder. Dünyevîleşmek de insanın başına büyük felaketler getirir.
Makam ve mevki de bir emânet olup gelip geçicidir. Bu emâneti Allah’ın rızâsı dâhilinde kullanmak gerekir. Makam ve mevkii sürekli zanneden insan, makam ve mevkiini, yönettiği kişilere haksızlık yapmada ve zulüm etmede kullanırsa Allah’ın gazabına uğrayabilir.
Hâlbuki atalarımızın dediği gibi, “Mahkeme kadıya mülk değildir.” İnsan bir gün bulunduğu makam ve mevkiden inecektir. İnsan bunu bilip makam ve mevkide bulunduğu süre içerisinde adâletle hükmetmeli, insanlara asla zulmetmemelidir.
Ebû Bekr-i Şiblî, bir gün yolda giderken, buldukları bir ceviz için kavga eden iki çocuğa rastlar. Cevizi ellerinden alıp onlara: “Durun, size bu cevizi paylaştırayım da kavganız bitsin.” der. Cevizi kırınca, içinin boş olduğunu görürler. Şiblî, “Bütün bu kavga, içi boş bir ceviz içinmiş meğer.” buyurur. Dünya malı, mülkü, makam ve mevkii için hırsla, ihtirasla kavga edenlerin de içi boş bir ceviz için kavga eden çocuklardan hiçbir farkları yoktur.
Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber (s.a.v.), Ensar ve Muhâcirlerden oluşan 40 okçuyu bir tepeye yerleştirmiş ve savaş Müslümanların muzafferiyetiyle bitmiş olsa bile asla yerlerinden ayrılmamalarını tembih etmiştir. Ama okçuların büyük bir çoğunluğu dünya malına/ganimetlere tamahkârlık ederek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emrini unutmuşlar ve bulundukları yeri terk etmişlerdi.
Bu sebepten dolayı da Müslümanlar başlangıçta muzaffer olmalarına rağmen Uhud Savaşı’nın sonunda bir hezimete uğramışlardır. İşte bu olay, mal tutkusunun dünyevîleşmeye ne denli sebebiyet verdiğinin güzel bir örneğini gözler önüne sermektedir.
İslâm, dünya-âhiret dengesini kurmayı istemekte hem dünya hem de âhiret için çalışmayı emretmektedir. Nitekim hakiki mü’minlerin;
“Ey Rabb’imiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” şeklinde dua ettikleri belirtilmektedir.
İslâm denge dinidir. Dünyevîleşmek bir aşırılık olduğu gibi dünyayı terk edip sadece âhirete yönelmek, yani “uhrevîleşmek” de bir aşırılıktır. Bunlardan biri “ifrat” olarak isimlendirilirken diğeri ise “tefrit” olarak nitelendirilmektedir. Her iki yön de aşırılığı temsil etmekte olup câiz değildir.
Yüce Allah, Ümmet-i Muhammed’i aşırılıklardan uzak, mutedil bir ümmet kılmış ve bu vasıfla övmüştür. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, “Aşırı gidenler helak olmuştur.” buyurmak suretiyle aşırılıktan uzak durmayı tavsiye etmektedir.
Dünyevîleşen İnsanların Temel Özellikleri Nelerdir?
Dünyevîleşen insanın belli başlı birtakım özellikleri vardır. Bu özelliklerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Dünyevîleşmeden Kurtulma Yolları Nelerdir?
İslâm, hayatın merkezine dini koymayı ve ona göre yaşamayı emretmektedir. Dünyevîleşme hastalığından kurtulmak için yeniden İslâm’a ve İslâm’ın temel kaynaklarına dönülmelidir. İslâm’ın getirmiş olduğu evrensel ilkeler hayatın merkezine konulmalı ve bu ilkeler hayatta tatbik edilmelidir.
İnsan, dünyada yaptığı her şeyin âhirette hesabını verecektir. O hâlde bu dünyada hesap bilinciyle yaşamalı, meşru ölçülerde dünyadan ve nimetlerinden istifade etmeli ve ebedî olan âhiret hayatı için hazırlık yapmalıdır.
İslâm’a göre mal, mülk sahibi olmak, makam ve mevkii sahibi olmak bizâtihî kötülenmemiştir. Yeter ki insan, malı ve serveti helal yoldan kazansın ve israf etmeden Allah’ın emirleri doğrultusunda kullansın. İnsan, sahip olduğu makam ve mevkii başkalarına tahakküm ve zulüm vesilesi kılmamalıdır.
Aksine insanlar arasında adâletle hükmederek makam ve mevkii topluma hizmet için kullanmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), kıyâmet gününde hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde Allah’ın arşının gölgesi altında barınacak yedi sınıf insanı sayarken birinci sırada adâletli devlet başkanını zikretmiştir.
Mevlâna’nın da dediği gibi dünya ve dünya nimetleri gemiyi yüzdüren su gibi olmalıdır. Su asla geminin içine girmemelidir. Zira su geminin içine girdiğinde geminin batmasına sebep olur. Dünya ve dünya malı amaç değil araçtır. Dünya ve nimetlerini âhireti kazanmak için bir araç olarak kullanılmalıdır. Zira dünyaya gelmeden, dünya ve dünyalıkları Allah’ın emirleri doğrultusunda kullanmadan âhireti kazanmak mümkün değildir.
İnsan, âhireti unutup araç olan dünya ve nimetlerini hayatın amacı hâline getirmemelidir. Ayrıca kişi dünya hayatının geçici, âhiret hayatının ise ebedi olduğunu unutmamalıdır. Müslüman dünya-âhiret dengesini iyi kurmalıdır.
Dünya hayatı fânî, âhiret ise ebedîdir. Bu dünya hayatı bir gün mutlaka sona erecektir. O hâlde geçici ve fânî olan dünya ve dünya nimetlerine bel bağlamak, akıllı bir insanın yapacağı bir şey değildir. Âhiret ve âhiret nimetleri ebedî olduğuna göre akıllı insan fânî ile değil bâkî/ebedî olan ile ilgilenir, onu kazanmak için çaba sarf eder.
Şu husus da asla unutulmamalıdır ki, ölüm denen bir hakîkat vardır. Her canlı ölümü tadacaktır. Bu dünya imtihan salonudur. Âhiret ve âhiret nimetleri burada kazanılmaktadır. O hâlde bu dünyaya bu nazarla bakmalı, bu açıdan değer vermeli ve dünyadaki geçici nimetleri gerçek sahibinin rızâsına uygun olarak kullanarak ebedîleştirmeye çalışmalıdır.
İnsanı dünyevîleşmekten kurtaracak başka bir husus da bu dünyada ihsan şuurunda yaşamaktır. Allah Rasûlü ihsanı, “Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmek, insan Allah’ı görmese de O her an sizi görüyor ya.” şeklinde tarif etmiştir. Bu şuurda olup hayatını bu bilinçle yaşayan insan asla dünyevîleşmez.
Yaptığı bütün davranışların, söylediği hiçbir sözün boşa gitmediğini bilir. Allahu Teâlâ’nın görevlendirdiği “Kirâmen Kâtibîn” adındaki melekler tarafından yazılıp kaydedildiğini bilerek bu şuurda hareketlerine ve sözlerine çeki düzen verir. Kıyâmet günü/hesap gününde herkes bu dünyada yaptığının karşılığını tam tamına alacak, asla hiç kimseye zerre kadar bir haksızlık yapılmayacaktır.
Netice olarak diyebiliriz ki, dünyevîleşmek, Allah’ı ve âhireti unutarak, büyük bir hırsla dünyaya sarılmak, dünya malı, mülkü, makam ve mevkiine düşkün olmaktır. Dünyevî imkânlara sahip olarak zengin olmak dünyevîleşmek değildir. Yeter ki insan onların amaç değil araç olduğunu bilsin ve onları Allah’ın rızâsı doğrultusunda kullanabilsin.
Dünyevîleşmek insanoğlu için büyük bir âfettir. Öyle bir âfettir ki, tıpkı ateşin odunu yakıp tükettiği ve pasın demiri yiyip bitirdiği gibi insanı helak eder. Özellikle inanan insanlar bu felaketin farkında olmalı, Yüce Allah’ın, Rasûl’ünün ve Allah dostlarının uyarılarına kulak vermeli, adımlarını Yüce Allah’ın rızâsına uygun olarak atmalıdır.
1962 yılında Nevşehir’de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Nevşehir’de yaptı. 1987 yılında Medine-i Münevvere İslâm Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1989 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne öğretim görevlisi olarak atandı.
1990 yılında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tefsir Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı. 1994 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tefsir Anabilim Dalı’nda doktora çalışmalarını tamamlayarak “Doktor” unvanını aldı.
1995 yılında Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı’na öğretim üyesi olarak atandı. 1998 yılında doçent oldu. 1995-1998 yılları arasında Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde Dekan Yardımcılığı, 1999-2002 yılları arasında Dekan Vekilliği görevlerinde bulundu.
1995-2013 yılları arasında 18 yıl Temel İslam Bilimleri Bölüm başkanlığı yapmıştır. Haziran 2005’te profesör oldu. 2011 yılında YÖK tarafından kabul edilen araştırma projesine bağlı olarak Almanya, Fransa ve Hollanda gibi Batı ülkelerinde ilmî incelemelerde bulundu.
22 Ağustos 2019 tarihinde Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı’na profesör öğretim üyesi olarak atandı. Hâlen bu fakültede Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevini sürdürmektedir. İngilizce ve Arapça bilen Soysaldı, evli ve üç çocuk babasıdır.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
YazarGenç ve gençlik deyince ne anlıyoruz?Genç kavramı bütün canlıları içine almakla beraber, öncelikle insanoğlu için kullanılır. Gençlik ise ömrünün bu dönemini yaşayan insanın bizzat yaşadığı duyguların...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Saat kulelerinin ortak özellikleri şöyle sıralanabilir: Saatler her saat başı saat sayısı kadar veya saat başı tek vuruş yapacak şekilde imal edilmişlerdir. Bazı saatler her saat başı saat sayısına il...
Yazar: Resul KESENCELİ
Edebiyatımızda Saat/Vakit VurgusuTürk edebiyatında saat ve vakit vurgusu birçok eserde, şiirlerde, hikâyelerde, romanlarda geniş şekilde yer almıştır. Hatta bu tema, sadece bu ana türlerde değil hatır...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Yalanlarla avuttu,Bir tenhada unuttu;Ne ellerimden tuttuNe dönüp baktı zaman,Su gibi aktı zaman.Bilemedim huyunu,Ölçemedim boyunu;Can alıcı oyunuSona bıraktı zaman,Su gibi aktı zaman.Uçtu kelebek gibi...
Şair: Bestami YAZGAN