Zâhidlerin Eşyaya Olan Esâretten Kurtulma Çabaları
Âriflerin bütün derdi Allah’ın rızâsını kazanmaktır. İlâhî rızâya gölge düşürecek her şeyden ellerini ve eteklerini çekmişlerdir. Bir bütün hâlinde Allah’a yönelen ârifler, ne dünyaya ne de âhirete iltifat etmişlerdir. Hatta Allah’tan gayrıya iltifat etmeyi perde saymışlardır.
Ârifler ezelî ve ebedî olan Rablerine âşık ve hayrandırlar. Geçici heveslerin, nefse hoş gelen tutkuların, menfaat ve çıkar dünyasının her birinden dâimâ uzaktırlar. Haram, günah, mekruh ve yersiz her davranıştan kaçınmayı en gerekli eylem olarak görürler.
Ârifler öncelikle zühdlerinde samîmî olmaya çalışırlar. Onların nazarında zühd; gönlü Rabb’imize tahsis eylemektir. Kalbimizde Allah’tan başka bir değer görmemektedir. Allah’ın dışındaki her türlü olgu, varlık, sevgi ve ilgiden gönlü âzâde kılmaktır. Nefsin arzularına, dünyanın gelip geçici heveslerine, şeytanın dürtülerine, eşyanın cezbesine aslâ kapılmamaktır.
Âriflerin nezdinde zühd; maddeye bel bağlamamak, eşyanın esiri olmamak, dünyaya tutkuyla bağlanmamaktır.
Sûfîlere göre zühd; dünyaperestlikten, dünyevîleşmekten, menfaat ve çıkar avcılığından ve nefsin arzularından aklı, zihni ve kalbi korumaktır.
Eşyaya tutku, maddeye bağlılık ve dünya hırsı zâhidlerin gönül dünyasında aslâ yer edinemez. Onları Hak’tan başka hiçbir şey ne meşgul ne de esir edebilir. Onlar sadece Allah’a kul ve sadece O’nun rızâsını kazanmaya dikkat kesilmişlerdir.
Zühde dair yaklaşımlarıyla dikkat çeken bir sûfî olarak Yûnus Emre zühd konusunu üç boyutta ele almaktadır. Onun şiirlerinde zâhidlerin zühdü, sâlihlerin zühdü ve kâmillerin zühdü kalite boyutuyla farklılık oluşturmaktadır.[1]
Yûnus Emre’nin zâhidlerin zühdünden kasdı, tasavvufî terbiyenin henüz başında bulunanların zühdüdür. Bu grupta olanların amacı, haram ve şüpheli şeyleri terk etmek suretiyle dünyevî olana karşı tavır takınmak ve bunun sonucunda uhrevî nimetlere ulaşmaktır.[2] Yûnus Emre zâhidin zühdünü;
Zâhidün zühdiyile cennet makâmı olur
Mâsivânun küllîsi zindânıdur âşıklarun.[3]
diye betimlenmektedir. Zâhid amellerini sâlih, davranışlarını yerinde, eylemlerini zamanında yapmanın derdindedir. Zâhid dünyanın ötesinde âhiretin kazanılmasına özen göstermektedir. Dünyada işlerinin yerindeliğinden çok âhirette cenneti kazanmanın çabasındadır. Zâhidler amellerinin noksanlığından, kulluk zaafiyetlerinden ve Hakk’a kulluktaki kusurlarından bahsederler.
Zühd makamından başlayıp teslimiyet, tevekkül, fakr, sabır, şükür, tevhid, aşk ve muhabbet makamlarıyla seyr ü sülûk eğitimini kemâle erdirmenin çabasında olan sâliklerin zühdünü bize Yûnus Emre şu şekilde ifade etmektedir:
Zühd ile çok istedik hiç müyesser olmadı
Terk ediben küllîsin gümânı yağmaya verdik.[4]
Sâlikler şüpheli şeyleri terk etmekle yetinmeyip ihtiyaç fazlası şeyleri de terk etmişler ve en asgarî ölçülerle yetinmeyi bilmişlerdir.[5] Dervişlik makamında artık zühd iddiasında bulunulmaktan da kaçınılmaktadır. Kuru amelle bir yere varılmayacağı öğrenilmektedir.
İlim ve amelin aşk tadında husûle gelmesi istenmektedir. Amele güvenmekten, kendine paye vermekten, etiketlerden sıyrılmaktan ve terk bilincine ermekten başka çare kalmamaktadır. Terk bilincine sahip olan sâlik kendine ait ne varsa onların hepsini yağmaya vermiştir.
Bir dem gelür ‘âsî olur Hak zihnini yavı kılur
Bir dem gelür kim yoldaşı hem zühd û hem îmân olur.[6]
Dervişliği telvin boyutunda halden hale geçmek olarak gören Yûnus Emre, sâliklerin zühdünü iman ile birlikte en sâdık yoldaşı olarak değerlendirmektedir.
Zâhidlerin ve sâliklerin zühdünün ötesinde kâmillerin zühdüne ayrı bir paye veren Yûnus Emre, kâmil insanları fenâfillah makamına ermiş şahsiyetler, yokluk dersini almış, ilâhî aşkın sarhoşu olup kendinden geçmiş seçkinler olarak tanıtmaktadır.
Cem’, fenâ, istiğrâk, vecd, cezbe, telvin hâllerini yaşayan kâmil zâtların sonunda tekrar fark, bakâ, tefekkür, sahv, zikir ve temkin hâllerine dönüşüp zühdünde ayrı bir kaliteyi elde ettiğinden bize şu şekilde bahsetmektedir:
Zühd ü tâat usûl-i din ışk haddinden taşra durur
Nisbet degüldürür bana secde vü rükû’u kıyâm.[7]
Küllî irâdenin tecellîlerine âşinâ olan Yûnus Emre zühd, takvâ, şerîat ve aşktan uzak kalmadığını belirtmekte, secdeyi de rükû ve kıyâmı da kendisine nisbet etmekten kaçındığını belirtmektedir. Yûnus Emre kendi tecrübesinden bahsederken zühdünde nasıl yetkinliğe erdiğinden bize şu şekilde bahsetmektedir:
Bir sûret gördi gözüm secdeye vardı yüzüm
Yıkıldı tertiblerüm zühdümi mat eyledi.[8]
Ne zaman mânâya değil de surete gözü kayacak olsa hemen yüzünü secdeye sürdüğünden bahseden Yûnus Emre, bu deneyimiyle kendine payeler vermekten kurtulduğunu, zühdüne güvenmekten kaçındığını, dindarlığını şekle indirgemekten uzak durduğunu belirtmektedir.
Bu tesbitleriyle Yûnus Emre üçüncü düzeydeki zühdün hem dünyevî beklentilerden sıyrılmak, hem de uhrevî kaygı ve arzular sebebiyle dindarlık gösterisinde bulunmaktan kaçınmak olduğuna dikkat çekmektedir. Bu üçüncü aşama “zühden de zühd” olarak tanımlanmakta, böylesi bir zühdden amacın Hakk’ın rızâsına kavuşmak olduğu belirtilmektedir. Bu mertebede bulunan âşık için ne zühdün, ne zühd için yaptıklarının bir değeri vardır.[9]
Dünyevîleşmekten kaçınmayı, maddeperestlikten kurtulmayı, dünyevî duygulara kapılmaktan uzaklaşmayı ifade eden zühd kavramını Yûnus Emre farklı boyutta ele alıp zühde anlam katacak dinî tecrübelere dikkat çekmektedir. Zâhid kavramını; işin ruhunu kavramayan, dinin özünü anlamayan, şekilci, kaba, softa ve tutucu isimler anlamında da kullanmaktadır.[10] Şöyle ki:
Zühd ile çok istedik hiç müyesser olmadı
Terk ediben küllîsin gümânı yağmaya verdik.[11]
Zâhidün zühdiyile cennet makâmı olur
Mâsivânun küllîsi zindânıdur âşıklarun.[12]
Seni gördüm güneş gibi cennet bana zindân gibi
Cennet’üne zâhidün ko uçmakda arzûm yok durur.[13]
Zâhid-perestlikle işin biteceğini zanneden yetersiz isimler için Yûnus Emre ayrıca “şerîat oğlanları” tabirini kullanmaktadır. Şerîata müntesip olduğunu iddia ettiği halde şerîatın hakîkatinden habersiz davranın suretperestlerden şikâyet etmektedir. Yûnus Emre’ye göre şerîat oğlanları âşıklara yol tarif edemezler:
Şerîat oglanları nice yol ide bize
Hakîkat deryâsında bahrı oldum yüzerem.[14]
Şerîat ehli olduklarını iddiada bulunup dindarlıklarını sözde kılanların âşıklara rehberlik edemeyeceğinden bahsetmektedir. Kendisini hakîkat denizinde ördek olarak tanımlayan Yûnus Emre, hakîkat denizinde yüzdüğünden ve gerçeklere dalıp çıktığından bahsetmektedir. İşin künhüne vâkıf olanlara şerîat oğlanlarının ders veremeyeceklerinden söz etmektedir.
Dindarlığı suretten ibaret sayan, keskin yaklaşımlarda bulunan, dar düzlemde yaklaşım sergileyen, inancın heyecanından yoksun bulunan, aşk ve coşkudan uzak kalan, dinin kurallarına aşkla değil mekanik bağlamda uymaya çalışan, müs3amaha ve zarâfet kültüründen uzak duran kimseler zâhid olarak değerlendirilmektedir.[15]
Zâhidlik, dindarlık ve şerîat ehli olmak çok güzel ve gereklerini yerine getirmek çok önemlidir. Bu yükümlülükleri sözde kılmak, yapılan ibâdetleri şekilden ibaret görmek felakettir. Bu nedenle Yûnus Emre’nin şiirleri, kendi çağında ve sonrasında, günümüze kadar, mânevî arınmanın, aydınlanmanın, aşk ile yücelmenin derdini gütmüş, incelik ve zarâfetten uzak yaklaşımları kınamıştır. Vicdanın sesini dinlemeyi ve özgün düşünceyi Anadolu insanının gündeminde tutmayı başarmıştır.[16]
Yûnus Emre bizleri zühd ehli olmaya ama zühdümüzü riyâdan uzak tutmaya davet etmektedir. Hikmetin başını Allah korkusundan ibaret görmekte, zâhidlerin ayrılmaz hasletini havf-ı Yezdân olarak değerlendirmektedir. Bu gerçekten hareketle;
Sensin kerîm, sensin rahîm, Allah sana sundum elim
Senden artık yoktur emin, Allah sana sundum elim.[17]
demekte ve kulluk derdine düşmekte, Allah korkusunu derinden hissetmektedir. Zâhidliği sultanlık olarak gören Yûnus Emre, dünya saltanatının bir pula değmeyeceğini belirtmektedir. Gerçek zâhidlerin riyâdan kaçındıklarını, kötülükten çekindiklerini, halk kapısını kapatıp Hak kapısını açtıklarını, başkalarının elindekilere değil, Hak katındaki kıymetlere dikkat kesildiklerini belirtmektedir.
Zâhitlik mertebesinin kişiyi yolda istikâmet üzere kıldığını, umuda yolculukta geri adım attırmadığını, kişiyi aşk duygusuyla kemâle erdirdiğini, yaratılmışlara Hak nazarıyla bakmayı öğrettiğini söylemektedir. İbâdetini gören, ibâdet ve itâatine güvenen, başkalarını kınayan zâhidlere Yûnus Emre şöyle seslenmektedir:
Rükû sucûda kalma ameline dayanma
İlm ü amel gark olur nâz u niyâz içinde.[18]
Yûnus Emre’ye göre zâhidlik, korkuyla umut arasında bir duraktır. Zâhid korkar, yerinir; umar, sevinir. Ama o durağın eğlenecek bir yer olmadığını anlayan ileri görüş, çaresiz, bu duraktan adım atar, yola düşer. Sonunda;
Havf u recâ gelmez anda varlık yoklık bırağana
İlm ü amel sığmaz anda ne terazu var ne sırat.[19]
hükmüne varır. Bu yürüyüşte her an kendini tartmaktadır, her an kendi hesabını görmektedir; her an sırat üstündedir, yol almaktadır. Zâhidlik makamına erip varlığı ve yokluğu bırakana artık korku ve ümit gerekmez, ilim ve ibâdet sığmaz. Öyle ki onda ne terazi ne de sırat vardır. Yûnus Emre’nin önerdiği zâhidlik, cennet-i sûrîye tâlip olunan zâhidliğin ötesindeki cennet-i irfânîdeki cemâlullaha tâlip olunan zâhidliktir.
Âşık mı derim ben ona Tanrı’nın Uçmağın sever
Uçmag dahi bir tuzaktır mü’min canların tutmağa.[20]
Yûnus Emre, âşıklığın cenneti sevmekten ibaret olmadığını söylemektedir. Cennetin dahi mü’minlerin canlarını tutan, avlayan, asıl amaca yönelmekten alıkoyan bir tuzak olduğunu dile getirmektedir. Tasavvuf erbabına göre cennet sûrî ve irfânî olmak üzere iki kısımda değerlendirilmektedir.
Gerek bu şiirinde gerekse diğer şiirlerinde Yûnus Emre âşıkların cennet gayesiyle ibâdet etmemesi gerektiğini ifade buyurmaktadır. Kendilerine sekiz uçmak arz olunsa ve yetmiş bin huri verilse dahi gerçek zâhidlerin buna aldanmayacaklarını belirtmektedir. İbâdet ve itâatle elde edilecek makamlar ne kadar büyük ve önemli olursa olsun gerçek zâhidlerin buna aldanmaması gerekmektedir. Şöyle ki:
Âşıkların gönlü gözü ma’şûkuna gitmiş olur
Ayrık sûrette ne kalır kim kılısar zühd ü tâat.[21]
Yedi Tamu dedikleri katlanmaya bir âhıma
Sekiz Uçmag eğlemeye burda nice eğleneyim.[22]
Sonuç olarak zühd zorlu bir süreçtir. Önemsiz olanı terk etmek ve kaliteyi yakalamaktır. Fânî varlıklarla oyalanmadan ebedî varlığa bel bağlamaktır. Zühd varlıkla sevinmemek, yoklukla yerinmemektir. Zühd varlık kisvesinden kurtulup yokluk deneyimine ermektir.
Denize dalan dalgıcın üzerindeki yükleri sahilde bırakıp derin sulara dalışı gibi bu dünyaya ait nesnelerden gönlümüzü soyutlayıp sonsuz yolculuğa çıkmaktır. Bu gayretimiz ne kadar fazla ve özverili olursa olsun yaptıklarımızı gözümüzde büyütmemek, her an Allah’a muhtaçlık hissinde yaşamak, mahviyet duygusuna bürünmek ve Hakk’ın lütfuna ermek için ölüm ânına kadar arayışımızı sürdürmek gerekmektedir.
KAYNAKÇA
CİVELEK, Muzaffer, Yûnus Emre, Hareket Yayınları, İstanbul 1971
DİLAVER, Faruk, Gel Dosta Gidelim Yûnus Emre Hayatı, Divani ve Risaletün Nüshiyye, Emre Bilişim ve Yayıncılık, 3. Baskı, Ankara 2012.
HALMAN, Talât, A’dan Z’ye Yûnus Emre, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003.
KARA, Mustafa, Anadolu’nun Üç Ermişi Yûnus Emre Eşrefoğlu Rûmî Niyâzî-i Mısrî, Dergâh Yayınları, İstanbul 2020.
----------, Kalbe Düşen Cemre Derviş Yûnus Emre, Deren Matbaacılık, İstanbul 2020.
TEK, Abdurrezzak, “Yûnus Emre’nin Dîvânı’nda Tasavvufî Kavramlar”, Doğumunun 770. Yıldönümünde Uluslararası Yûnus Emre Sempozyumu 26-27 Kasım 2021 Bildirileri, ed. Hacı Bayram Başer, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları, İstanbul 2010, s. 110-119.
Yûnus Emre, Yûnus Emre Hazretleri Hayatı-Divanı, haz. M. Aziz Bolel, Uğur Matbaası ve Ofset Tesisleri, Eskişehir 1983.
----------, Dîvân, haz. N. Ziya Bakırcıoğlu, Ötüken Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2003.
----------, Yûnus Divanı, haz. Turan Karataş, Hece Yayınları, Ankara 2019.
----------, Dîvân-ı İlâhiyât Yûnus’un Gül Bahçesinden II, haz. Mustafa Tatcı, TOBB, Ankara 2013.
[1] Mustafa Kara, Anaolu’nun Üç Ermişi Yunus Emre Eşrefoğlu Rûmî Niyâzî-i Mısrî, Dergâh Yayınlarıİstanbul 2020, s. 56.
[2] Abdurrezzak Tek, “Yunus Emre’nin Dîvânı’nda Tasavvufî Kavramlar”, Doğumunun 770. Yıldönümünde Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu 26-27 Kasım 2021 Bildirileri, ed. Hacı Bayram Başer, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları, İstanbul 2010, s. 113-114.
[3] Yunus Emre, Dîvân-ı İlâhiyât Yûnus’un Gül Bahçesinden II, haz. Mustafa Tatcı, TOBB, Ankara 2013, c. 2, s. 206.
[4] Yunus Emre, Dîvân-ı İlâhiyât Yûnus’un Gül Bahçesinden II, haz. Mustafa Tatcı, TOBB, Ankara 2013, c. 2, s. 198; Yunus Emre, Yûnus Divanı, haz. Turan Karataş, Hece Yayınları, Ankara 2019, s. 113.
[5] Tek, “Yunus Emre’nin Dîvânı’nda Tasavvufî Kavramlar”, Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri, s. 113-114.
[6] Yunus Emre, Yûnus’un Gül Bahçesinden II, c. 2, s. 84.
[7] Yunus Emre, Yunus Emre Hazretleri Hayatı-Divanı, haz. M. Aziz Bolel, Uğur Matbaası ve Ofset Tesisleri, Eskişehir 1983, s. 306.
[8] Faruk Dilaver, Gel Dosta Gidelim Yunus Emre Hayatı, Divani ve Risaletün Nüshiyye, Emre Bilişim ve Yayıncılık, 3. Baskı, Ankara 2012, s. 61.
[9] Tek, “Yunus Emre’nin Dîvânı’nda Tasavvufî Kavramlar”, Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri, s. 113-114.
[10] Mustafa Kara, Kalbe Düşen Cemre Derviş Yunus Emre, Deren Matbaacılık, İstanbul 2020, s. 91.
[11] Yunus Emre, Divan, haz. Turan Karataş, s. 113.
[12] Yunus Emre, Yûnus’un Gül Bahçesinden II, s. 206.
[13] Yunus Emre, Yûnus’un Gül Bahçesinden II, c. 2, s. 87.
[14] Yunus Emre, Divan, haz. M. Aziz Bolel, s. 422.
[15] Talât Halman, A’dan Z’ye Yunus Emre, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003, s. 45.
[16] Halman, A’dan Z’ye Yunus Emre, s. 46.
[17] Muzaffer Civelek, Yunus Emre, Hareket Yayınları, İstanbul 1971, s. 130.
[18] Yunus Emre, Dîvân, haz. N. Ziya Bakırcıoğlu, Ötüken Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2003, s. 81.
[19] Dilaver, Gel Dosta Gidelim, s. 250.
[20] Yunus Emre, Divan, haz. Turan Karataş, s. 29.
[21] Yunus Emre, Divan, haz. Turan Karataş, s. 244.
[22] Yunus Emre, Divan, haz. Turan Karataş, s. 136.
Kadir ÖZKÖSE
Yazar1. Ey kıble-i ervâh tecellâ nazarındırEy dîde-i eşbâh mücellâ nazarındır2. Her demde lebin çeşmesi bin Hızr eder ihyâDilber lebi enfâs-ı Mesîhâ nazarındır3. Kim dâmenini tutmadı esrârını bilmezTâlible...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Herkes benimsediği sosyal çevresiyle bir anlam ifade etmektedir. Kaynaşabileceği, dertleşebileceği, halleşebileceği ve muhabbetle yaşayacağı bir sosyal çevresinin bulunması insan için büyük bir nimett...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Asıl adı Mustafa olan ve doğum tarihi net olarak bilinmeyen Ruhsâtî, hayatını âşık edebiyatının yaygın olarak yaşatıldığı ve âşıklar yatağı olarak nitelenen Sivas’ta[1] sürdüren XIX. yüzyıl âşıklarınd...
Yazar: Hamit DEMİR
Yalanlarla avuttu,Bir tenhada unuttu;Ne ellerimden tuttuNe dönüp baktı zaman,Su gibi aktı zaman.Bilemedim huyunu,Ölçemedim boyunu;Can alıcı oyunuSona bıraktı zaman,Su gibi aktı zaman.Uçtu kelebek gibi...
Şair: Bestami YAZGAN