Kamu Derde Devâ Muhammed
Şeyyâd Hamza (13. yüzyılın sonu?-14. yüzyılın ikinci yarısı?)
Senün aşkun kamu derde devâdur yâ Rasûlallah
Senün katunda hâcetler revâdur yâ Rasûlallah
Senün nûrun gören gözler ne ay gözler ne yılduzlar
Nûrundan gice gündüzler ziyâdur yâ Rasûlallah
Derinden açılur güller sözünden şehd ü şekkerler
Senünle hasta gönüller şifâdur yâ Rasûlallah
Habîbsin pâdişahlara tabîbsin derdli âhlara
Şefâatun günâhkâra ‘anâdur yâ Rasûlallah
Ay ü güneş yedi yılduz seni öğer kamu düpdüz
Senün sözünden ayruk söz hatâdur yâ Rasûlallah
Hased kılur sana iblîs zihî ahmak olur telbîs
Seni sevdügiçün İdrîs ‘alâdur yâ Rasûlallah
Ururlar nevbetün dâyim bu beş vakt sünnetün kâyim
Gelürse hânuna her kim salâdur yâ Rasûlallah
Mugaylanlar harîr geydi beriyyeler ‘abîr toldı
Senün cefâlarun derdi vefâdur yâ Rasûlallah
Satıldı Yûsuf-ı Ken’ân igen az nesneye pinhân
Seni görmek bana bin cân fedâdur yâ Rasûlallah
Dâvûd eğninde hil’atun Halîl hânında ni’metün
Mûsâ elinde ‘ibretün ‘asâdur yâ Rasûlallah
Mübârek türbesi yirde dolu nûr ile perverde
Velî rûhun feleklerde ‘ayândur yâ Rasûlallah
Makâmun Kâbe-i zemzem hemîşe kâim ü muhkem
Hızır ümmetüne her dem sakâdur yâ Rasûlallah
Şeyâd ü Hamza ol şâhdan diler kim kurtıla âhdan
Seni medhitmek Allah’dan ‘atâdur yâ Rasûlallah
Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bilgimiz olmayan Şeyyâd Hamza, Anadolu’da tasavvufun yayılmasına şiirleri ile öncülük etmiş şairlerimizden biridir. En önemli eseri 1500 beyitlik “Yûsuf ile Zeliha” adlı mesnevisidir.
Şiirlerinden ve hayat hikâyesinden anlaşıldığına göre, Arapça ve Farsçayı iyi bilen şair, Kur’ân-ı Kerim ve şer’î akîdeler üzerine geniş bir mesai harc etmiştir. Tasavvuf felsefesi hakkında da yeterli bilgisi olan Şeyyâd Hamza; şiirlerinde ölüm, dünyanın fâniliği, gibi konuları ele almıştır. Şeyyâd Hamza, gerçek mutluluğu bulmak ve Allah'ın rızasına kavuşmak isteyenlere Kur’ân âyetlerini okumalarını tavsiye eden şiirler yazmıştır.
"Ne yatursan eyâ gâfil gözün aç gör bu erkânı
Hak’a ermek diler isen oku âyât-ı Kur’ân’ı"
beyti bunlardan biridir.
Peygamber Efendimiz övgüsünde yazılan yukarıdaki şiir, na’t türünün ilk ve en güzel örneklerinden biridir. Aruzun Mefâîlün/Mefâîlün/Mefâîlün/Mefâîlün kalıbıyla yazılan bu şiirdeki akıcılık hem kalıbın özelliğinden hem de şairin iç kâfiye kullanmasından kaynaklanıyor. Yani bu, musammat bir kasîdedir.
Senün nûrun gören gözler/ne ay gözler ne yılduzlar
Nûrundan gice gündüzler/ziyâdur yâ Rasûlallah
Derinden açılur güller/sözünden şehd ü şekkerler
Senünle hasta gönüller/şifâdur yâ Rasûlallah
Yukarıda görüldüğü gibi beyitler ortadan bölünüp dörtlük hâline getirilebilecek şekilde kafiyelemiştir. Şiirde “-â” sesiyle kâfiye yapılmış; “-dur yâ Rasûlallah” bölümü ise rediftir. Redifle de şiirin akıcılığı sağlanmıştır. Ancak;
Mübârek türbesi yirde dolu nûr ile perverde
Velî rûhun feleklerde ‘ayândur yâ Rasûlallah
beytinde kâfiye yoktur.
Şair, Peygamber Efendimiz’in bütün dertlere derman olduğunu ve onun katında bütün istek ve ihtiyaçların karşılık bulacağını anlatıyor. Onun nurunu gören gözlerin, nazarlarında artık güneşin ve ayın hiçbir hükmü kalmaz. Çünkü Peygamber nurunu gören gözlerin geceleri de gündüzleri de aydınlıktır.
Şair, burada peygamberlik nurunu anlatırken, şüphesiz ki mecazen de Hz. Muhammed (s.a.v.)’in gösterdiği yolda yürüyen, onu takip eden insanların dünya ve âhirette mutlu olacağını anlatmak istiyor. Bu beyitte ışık ve aydınlıkla ilgili kelimeler dikkat çekiyor: Nur, yıldız, ziya gibi. Hatta buna “göz” kelimesini de dâhil edebiliriz. “Gözler” kelimesi iki defa kullanılmış. Biri göz kelimesinin gerçek anlamının çoğulu; diğeri ise “gözle-” fiilinin geniş zamanı.
Üçüncü beyitte Peygamber Efendimiz’in tenlerinin ve terlerinin gül gibi kokmasına telmihte bulunuluyor. “Dilinden bal akar gibi” konuşması ise yine onun bir özelliğidir.
Peygamber Efendimiz’in şemailini anlatan hilyelerde ve diğer kaynaklarda konuşmasını dinleyen insanların rahatladıkları, gönüllerinin hoş olarak yanlarından ayrıldıklarını öğreniyoruz. Konuşmalarında hiç kırıcı olmayan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in tevazuu da dikkat çekicidir.
Bu Rahmet Peygamberi’nin yanına gelen insanlar, hâliyle heyecanlanırlarmış; ancak O, bir şekilde karşısındaki insanı konuşmalarıyla rahatlatırmış. “Niye sıkılıyorsun? Ben, genellikle yediği kuru ekmek olan bir annenin oğluyum.” diyen bir Peygamberdir O… İşte böyle bir karaktere sahip Rasûl’ün yanına gelen dertli gönüller, şifayı onun katında bulurlar.
Şair, Peygamber Efendimiz’in güzel ahlâkına dair tasvirlerine sonraki beyitlerde de devam ediyor. O, insanlardan hiçbir maddî karşılık beklemeden, dertlilerin, derdine derman olan bir peygamberdir. Günahkârlara bile şefaatle muamele edecektir. Günahkârlar, şefaati O’nun kapısında bulacaktır.
Ay ü güneş yedi yılduz seni öğer kamu düpdüz
Senün sözünden ayruk söz hatâdur yâ Rasûlallah
beytinde miraç hâdisesine telmihte bulunulmuş. Onu güneş, ay ve bütün gezegenler över. Ayrıcı bu beyitte Peygamber Efendimiz’in ağzından asla yalan yanlış bir söz duyulmadığı da hatırlatılmış.
Hilekâr şeytan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hased eder; onun seni aldatmağa kalkışması ahmaklıkla izah edilebilir, diyen şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ve İslâm dinine inananların, şeytana uymayacaklarını söylemektedir.
Şiirde yer yer Hz. Muhammed (s.a.v.)’in fizikî bakımdan eşsiz bir güzelliği sahip oluşu da tasvir ediliyor. Şair, Hz. Yûsuf’un Mısır pazarında, köle olarak, gerçekten çok az bir karşılığa satıldığını söylüyor. Fakat Hz. Muhammed (s.a.v.)’i görmek için bile binlerce canın feda edilebileceğine işaret ediyor. Yani Hz. Yûsuf güzeldi; fakat Hz. Muhammed (s.a.v.) daha da güzeldir, demek istiyor.
Şeyyâd Hamza, daha önceki peygamberlerin bazı mucizelerine de telmihte bulunarak, Hz. Muhammed (s.a.v.)’de bu özelliklerin hepsinin toplandığını söylüyor. Meselâ Hz. İdris’in terziliği ki Peygamberimiz kendi giysilerini kendi diker, yamarmış; Halil İbrahim peygamberin sofrası boldu, buna karşılık Peygamber Efendimiz’in elinin değdiği nimet bereket kazanırdı.
Şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in mübarek bedeninin bir nurlu türbede olduğunu ancak mübarek ruhlarının göğün en yüce katlarında bulunduğunu söylüyor.
Şiirde efsane şahsiyet Hızır’a da yer verilmiş. Hızır’ın âb-ı hayâtı/ölümsüzlük suyu bulduğuna inanılır. Şair ise, Hızır’ın görevini, “Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetine su dağıtıcılık”tan başka bir şey değildir diye düşünüyor.
Şeyyâd Hamza, mahlâs beytinde adını ve mahlâsını birlikte kullanıyor. “Şeyyâd”, yüksek sesle şiir okuyup dinleyenleri coşturan kimselere verilen bir unvandır. Son beyitte şair, Peygamber Efendimiz’den şefaat diliyor. Dolaylı olarak, Onu methetmekten âciz olduğunu söylüyor; çünkü Onu Allah methetmiştir.
Şeyyâd Hamza’nın na’tinde yer yer aruz hataları da görülmektedir. Bununla birlikte şiiri, Anadolu’da yazılan ilk na’tlardan birisi olması hasebiyle dikkate değerdir.
Vedat Ali TOK
YazarMaraş ve Antep Müdafaalarının adsız kahramanlarından biri de Arslan (Toğuzata) Bey’dir. 1886’da Maraş’ın Güksun ilçesine bağlı Fındık köyünde dünyaya gelmiştir. 1859-1860 yıllarında Kafkasya’dan göç e...
Yazar: İsmail ÇOLAK
İnsan hayata karşı bütün zorluklardan arınmış bir varlık değil, dünyaya kafa tutacak güçte de değil. Tabii Allah’ın verdiği aklı kullanarak insanlığın ilk zamanından bu yana çok önemli merhaleler kate...
Yazar: Erol AFŞİN
Vakit değerli nakittenKıymetini bilmek gerekNehir gibi akıp gidenKuvvetini bilmek gerekAvucunda tutamazsınHayâtından atamazsınKantarlarda tartamazsınSıkletini bilmek gerekUçar gider, bir kuş gibiTırma...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Vücudûn bâ’is-i îcâd-ı âlem yâ RasûlallahAnınçün cümleden sensin mükerrem yâ RasûlallahZuhûr-ı zât-i pâkindür anı halleyleyen yohsaKalurdı sırr-ı mevcûdât mübhem yâ RasûlallahAceb mi âb-ı rûyunla döne...
Yazar: Vedat Ali TOK