Helâller ve Haramlar
Prof. Dr. Abdullah Kahraman ile Röportaj: Helâller ve Haramlar
Helâl deyince biz ne anlıyoruz, sınırları nasıl belirlenmiştir?
Helâl Allah’ın kitabında ve Rasûlullah’ın sünnetinde helâl kıldığı veya Kitap ve sünnette haramlığına dair bir hükmün yer almadığı hakkında şeylerdir.
Bir fiilin helâl, caiz ve serbest kılındığı şu yollarla bilinir:
a) Kur’an ve sünnette o şeyin helâl kılındığının “helâl” lafzı ve türevleriyle açıkça bildirilmesiyle. Nitekim Kur’an’da alış-veriş ve ticaretin helâl kılındığı, ramazan gecelerinde karı-koca ilişkisinin helâl olduğu, deniz avının helâl kılındığı açıkça ifade edilmiştir.
b) Kur’an ve sünnette belli bir yanlış anlayışı ve kaygıyı gidermek için bir şeyin helâl olduğu, yapılmasında bir günah ve sakıncanın bulunmadığının bildirilmesiyle. Bunun için “günah yoktur” ifadesi kullanılmıştır.
c) Bir şey hakkında herhangi bir yasağın bulunmamasıyla. Bir şey hakkında yasaklayıcı bir delil yoksa “Eşyada aslolan mubahlıktır (istishâbü’l-asl).” kuralından hareketle onun helal olduğu sonucuna ulaşılır. Kur’an’da göklerde ve yerlerde ne varsa hepsinin insan için yaratıldığı, insanın emrine ve istifadesine verildiği sıkça ifade edilir.
Temiz ve güzel olan her şeyin helâl kılınıp sadece kötü ve çirkin şeylerin haram kılındığının bildirilmesi de bu anlamdadır. Kur’an ve sünnette sadece yapılması istenmeyen veya doğru bulunmayan hususlar tek tek veya ilke olarak açıkça belirtilmiş, böylece geriye kalanların prensip olarak helâl ve mubah olduğu kendiliğinden orta ya çıkmıştır.
Haram demek neyi ifade ediyor. Sınırı ve çeşitleri hakkında bilgi verir misiniz?
En genel ifadesiyle haram, yapılması din tarafından yasaklanan fiildir. Fıkıh terimi olarak haram, mükelleften yapılmaması kesin ve bağlayıcı tarzda istenen fiili ifade eder.
Çeşitleri Haramlar, haram kılınan fiil veya nesnenin mahiyeti, delilinin kuvveti ve yasaklanan şeyin nevi bakımından kısımlara ayrılmıştır. Yasaklanan fiil veya nesnenin mahiyeti bakımından iki kısma ayrılmıştır:
Haramı bilme yolları: Haramı belirleme yetkisinin esasen Yüce Allah’a ait olduğu malumdur. Rasûl-i Ekrem de Kur’ân’da haram kılınan hususlara açılım getirmiş ve onları yiyecek-içecek, giyecek ve kullanılacak eşya bakımından örneklendirmiştir.
Âyet ve hadisler bir şeyin haram olduğunu değişik üslup ve ifadelerle bildirmektedir:
a. Doğrudan “haram” lafzı, türevleri ve “nehiy” lafzı kullanılarak.
b. Bir şeyin “helal olmadığı” bildirilerek.
c. Bir işin yasak olduğu ve uzak durulması gerektiği ifade edilerek ve nehiy kalıbı kullanılarak. “Çocukların fakirlik korkusuyla öldürülmemesi” ve “zinaya yaklaşılmaması” âyetlerinde olduğu gibi.
d. İşlenecek fiile ceza tertip edilmesiyle. Zina iftirasında bulunanlara seksen değnek vurulmasını emreden âyet böyledir.
Haramın dereceleri: İslâm’da hukuk-ahlak arasında ayrılmaz bir ilişki olduğunu gösteren hususlardan biri de haramın derecelerine dair yapılan açıklamalardır. Buna göre bütün haramlar, Allah’ın nehyi, insanlara zararlı ve kötü unsurlar taşıma noktasında ortak olmakla birlikte, bazıları diğerlerinden daha kötü kabul edilmiştir. Buna göre mükellefin sakınması ve kaçınması bakımından haramın dört derecesi bulunduğu ifade edilmiştir:
Haramdan uzaklaşıp helâli arama gayreti nasıl olmalıdır?
Kur’ân insanlara haram olanları açıkça beyan ederek158, Hz. Peygamber (s.a.v.) de Allah’ın haram kıldığı şeylerin özelliklerini açıklayıp örneklendirerek bu konuda rehberlik etmiş ve onları harama düşmekten korumayı hedeflemiştir. Haram ile haram arasında kalan ve şüpheli bulunan bazı şeylerden kaçınmanın da takva ve ihtiyat gereği olduğu bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından şu şekilde ifade edilmiştir:
“Haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her kralın bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.”
Günümüz insanı Kur’an ve sünnette belirtilen helâl-haram konusuna uymakta dikkat ediyor mu?
Günümüz insanı dediğimiz zaman çok geniş olur. Ancak genel olarak şunu söyleyebiliriz: Allah’ın koyduğu helal haram sınırına dikkat edenler elbette mevcuttur. Ancak önemli olan insanların çoğunluğu ve gün geçtikçe bu hassasiyetin artıp artmadığıdır.
Üzülerek ifade etmek gerekir ki, özellikle Müslümanlar da kapitalist dünyanın çarkları arasında ezilmeye başlayalı bahsettiğimiz hassasiyet ve helal kazanç anlayış ve ideali gittikçe zayıflamaktadır. Bizim inanç değerlerimize sahip olmayan kapitalist ve seküler dünyanın insanlara aşıladığı hırs ve lüks içinde yaşama anlayışı “helal haram ver Allah’ım senin kulun yer Allah’ım” mantığını hâkim kılmaktadır. Bu virüs gittikçe Müslümanları da etkisi altına almaktadır.
İslâm âlimleri helâl-haram konusunda nasıl bir davranış sergilemiş. Hangi öğütlerde bulunmuştur?
İslâm âlimlerinin bariz özelliklerinden biri helal ve harama dikkat etmeleri, hayatlarında bunu görünür hale getirmeleri ve bu konuda örnek şahsiyet kabul edilmeleridir. Mesela, Haris el-Muhasibi’nin bu konuda en dikkatlilerden biri olduğu bilinmektedir. O, Allah bana öyle bir özellik vermiştir ki, ağzıma aldığım lokma haramsa pis bir koku alırım ve onu hemen atarım demiştir.
İmam Ebû Hanife’nin babasının komşusunun bahçesinden suya düşen elmayı ısırması ve sonra haram olduğunu anlayınca atması menkıbe olarak anlatılır. Bunlar en azından ulemanın harama karşı nasıl hassasiyet gösterdiklerini anlatır. Yine İmam Birgivî askerî kassamlık yaptığı Edirne’den aldığı maaşın haram olduğuna kanaat getirince üç yıllık maaşının tamamını fakirlere dağıtmıştır.
Ticaret yapan Ebu Hanife’nin kendi adına kumaşlarını satan kişinin araya bir haram karıştırdığını öğrenmesi üzerine o topun tamamını sadaka olarak dağıttığı da kaynaklarda anlatılır. Yani âlimler ya harama hiç yaklaşmamış, şüpheli olanından bile uzak durmuş, haram olduğunu anladıkları bir kazancı ise mülkiyetlerinden çıkarmışlardır.
Özellikle günümüzde haramlardan kaçmak adına nelere dikkat edilmelidir?
Öncelikle helal ve haramın ne olduğunu iyi bilmeli, bu konuda ilmihal bilgilerini sağlamlaştırmalıyız. Sonra da haram yememeği imanın en önemli sonuçlarından biri olarak görmeliyiz. İbadetlerimizin aslında bizi haramdan korumak gibi bir hikmetinin de bulunduğunu unutmamalıyız. Haram ve haram şüphesi taşıyan her türlü davranış, işlem ve kazançtan uzak durmalıyız. Helal kazanç yollarının peşinde ve arayışında olmalıyız.
Şüpheli olan şeylere bile dikkat eden mutasavvıfların helâl-haram duyarlılığı bize nasıl örnek olmalıdır?
Tasavvufun vera ve zühd kavramlarıyla ifade ettiği anlamları iyi bilmeli ve hayata geçirmeliyiz. Yaygın olarak insanlar tasavvuf deyince belki daha fazla ibadet ve daha çok zikir yapmayı bazen de kerametlerle süslü bir dünyayı hatırlarına getirebilirler. Ancak tasavvufun ve tasavvufa girmenin esas anlamlarından birinin de haramlardan kaçmak olduğunu bilmek ve bu bilince sahip olmak gerekir.
Temellerini Kur’an ve sünnetin oluşturduğu tasavvuf ehli büyüklerin genel yaşam tarzında “dünyaya rağbet ve hırsın terki” hassasiyeti vardır. Tasavvuf ehlinin helâller ve haramlar hususundaki hassasiyeti hayatı nasıl etkilemiştir?
En büyük etkinin helal kazanç alanlarının oluşturulmasında ve helal haram hassasiyetinin kazandırılmasında olduğunu düşünüyorum. Bahsettiğiniz hayat haramlarla dolu olan dünyaya ve yaşantıya haramlardan kurtarılmış bir bölge oluşturmak ve insanları haram yangınından kurtarmak gibi bir çaba şeklinde tezahür etmiştir.
1964’te Bayburt’ta doğdu. 1991 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu ve öğretmen olarak atandı.
Fakülte eğitiminden önce ve fakülte eğitimi boyunca İslami ilimler alanında özel dersler aldı ve hafızlık yaptı.
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde hazırladığı “İslam Hukukuna Göre Takas İşlemi” başlıklı teziyle 1994 yılında yüksek lisansını bitirdi ve aynı yıl Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesine İslam Hukuku Anabilim Dalına Araştırma Görevlisi olarak atandı, 1997 yılında “İslam Borçlar Hukukuna Göre Kefalet Sözleşmesi ve Günümüzdeki tatbikatı” başlıklı teziyle Doktora çalışmasını tamamladı.
1998 yılında Yrd. Doçent, 2003 yılında Doçent, 2008 yılında da profesörlük unvanını aldı. Üç yıl (2004-2007) Bakü Devlet Üniversitesinde misafir öğretim üyesi ve idareci olarak görev yaptı.
2019 yılında Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi olarak görevlendirilen Kahraman, aynı zamanda Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı görevini yürütmektedir. Evli ve altı çocuk babası olan Kahraman, Arapça ve İngilizce bilmektedir.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Yazar“TOPLUMLAR ADÂLETLE ÂBÂD, ZULÜMLE BERBAT OLURLAR”Bu sayımızda Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Dergimizin yazarı Prof. Dr. Ali Akpınar Hoca’mızla yaptığımız adâlet ile ilgili söyleşimiz...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Ecdadımızın velilere göstermiş olduğu sevgi ve hürmetin en güzel misallerinden birisi de Osmanlı padişahlarımızın velilerle olan münasebetleridir. Tarihî kayıtlar Osmanlı padişahlarımızın tasavvuf ehl...
Yazar: Aydın BAŞAR
Osmanlı’da sağlık anlayışı ve darüşşifaların kurulma amacı ile işleyişi nasıl olmuştur?Osmanlı tıbbı İslâm tıbbına dayanıyordu. İslâm dini temizliğe çok önem verdiği için, büyük şehirlerden tutun da k...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Karlofça’da Diplomatik Zafer Kazanan Rami Mehmed PaşaOsmanlı ordusunun 1683 yılındaki İkinci Viyana Kuşatması’nda beklenmedik ağır bir yenilgiye uğraması, hem Osmanlı-Avrupa hem de Hilal-Haç ilişkiler...
Yazar: İsmail ÇOLAK