Samimiyeti İhlal Eden Haller
Tasavvuf büyükleri müntesiplerini samîmî olmaya çağırır. Toplumsal ve ailevî ilişkilerimizde bizleri samîmiyetten alıkoyan faktörlere dikkat çekerler. Kişiyi samîmiyetten uzaklaştıran temel faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Duygu ve Düşüncelerin Zıddı Davranmak:
Samîmiyetin en önemli düsturudur “olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmak”. Hz. Mevlâna’nın çağları aşarak bize ulaşan bu veciz sözünde ifadesini bulan içtenlik, duygu ve düşüncelere uygun bir şekilde hareket etmek olarak tezahür eder. Burada üslup da çok önemlidir.
Ailede eşiyle arasında yaşanan bir tartışmada kendisinin hatâlı yönleri olduğunu bilmesine rağmen gurur, eşine boyun eğdirmek, onun üzerinde üstünlük sağlamak gibi amaçlarla hatâsını bile bile kendisini savunmak, nefsinin avukatlığını yapmak… Çünkü içinden bir ses “Ezdirme kendini!” der, “Burnu sürtülsün, haddini bilsin!”. Ancak farkında değildir ki aslında ilişkilerini ezdirmektedir ve samîmiyet “haddini bilerek” çekilmektedir bir kenara.
Yapmacık İlgi Göstermek:
Bir istek ve temennîyi karşıdaki bireye kabul ettirmek ya da hatânın üstünü örtmek gibi birtakım sebeplerle yapmacık ve abartılı ilgi göstermek, bu şekilde davranan kişinin kendisine olan saygısını da kaybetmesine yol açacaktır. Bu tür davranışlar çoğu zaman “iş bilme” ve “kurnazlık” olarak değerlendirilse de işin aslı, kişinin en yakınını “kandırmış” olduğudur.
“Sen onu evlendikten sonra parmağında oynatırsın.” yönlendirmeleriyle evliliğe adım atan insanlar ne yazık ki bunun için yapılanları da meşrû addetmektedir. Oysa evlilik, aile hayatı, eşimizi “parmağımızda oynatacağımız” bir tiyatro sahnesi değil, bütün sahiciliğiyle hayatımızdır. Ve oradaki samîmiyetimizdir bizi başrol oyuncusu yapacak olan…
Gizli Saklı İş Yapmak:
Yapılan işleri eşten/aileden saklamak, ondan gizli para biriktirmek, eşinin haberi olmadan yakın akrabalarına yardım etmek gibi durumlar, aile içinde samîmiyeti zedeleyen unsurlardandır. Eşinden veya aile fertlerinden gizli iş yapmak o işi yapanın samîmiyet ihlalini gösterirken, diğer eşin o konudaki baskıcı tutumuna da işaret edebilir.
Aile fertlerinden gizli saklı iş yapmamak nasıl bir samîmiyet kâidesiyse eşinin, kendi yakınlarına -ailenin gücü nisbetinde- yardım etmesine, destek olmasına müsâade etmek; sevdiği ve ilgi duyduğu işleri yapması için desteklemek de bir başka gerekliliktir. Bunun gibi kazanılan gelirin ve bu gelirin nerelere harcandığının eşten ve aile fertlerinden gizlenmesi de samîmiyetle birlikte aile içi dayanışmayı, birlik beraberlik duygusunu yaralayacak bir tavırdır.
Yalan Söylemek:
Yalan söylemek bazen problemlerin en pratik çözümü olarak görülür ne yazık ki. Yalan kısa süreli “konfor” sağlar, ancak ardından “mumun yatsıya kadar yanması” meselesinde olduğu gibi o kısa süreli konfor uzun süreli bir pişmanlığa ve sıkıntılara dönüşebilir. Sanırım en kötüsü de yalan söyleyen kişinin kaybettiği öz saygısı, itibar yitimi ve güven duygusunun sarsılmasıdır.
Gereksiz Şüphe ve Sorular:
Şüphe, güvensizliğin göstergesidir ve insanın zihnine girdi mi bir kere, ne huzur bırakır ne rahat. Ondan sonra zaten şüphelendiği kişiye de rahat yüzü yoktur. Her sözün, davranışın, işin altında bir başka sebep aranır ve her şey didik didik edilerek sorgulanır. Telefonlar, çantalar, cepler vs. sürekli kontrolden geçer. “Kim aradı, ne söyledi, niçin seni aradı, sen ona niçin şunu söyledin?...” gibi sonu gelmeyen sorgu sual faslı…
Bir filmde ya da tiyatro sahnesinde izlerken gülebileceğimiz bu tür diyaloglar gerçek hayatta yaşanıyorsa eğer her iki taraf için de çok zor ve sancılı bir sürecin başladığını ve bu sürecin evliliğe ciddî sıkıntılar yaşatacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Şüphelerin gerçeklik payı varsa elbette konuşulmalı, açıklığa kavuşturulmalıdır. Aksi takdirde bütün aile yuvasını ve saâdetini içten içe saran zararlı bir ur hâline gelecektir şüphe ve tereddütler.
Niyet Gizlemek:
Niyet, samîmiyeti ortaya koyan önemli bir ölçüdür. Onu özel kılan tarafı ise, kişiyle Allah arasında olmasıdır. Yani gerçek niyetimiz biz ve Allah’tan başka kimseye ayân değildir. Biliriz ki amellerimizin kıymeti niyetlerimizle ölçülür.[1] Aile içinde eşimize, çocuğumuza, aile büyüklerimize karşı yaptığımız her türlü iyiliğin, güzel tavır ve davranışın, hizmetin değerini de niyetimiz belirler.
Allah katındaki değeri için niyetimiz nasıl önemliyse kul katındaki değeri için de öyledir aslında. Evet, niyetlerimiz Allah’tan ve bizden başka kimseye ayân değildir ve hiç kimse bir davranışımızın niyetinin “O değil de bu.” olduğunu iddia edemez ama pekâlâ hissedebilir ondaki samîmiyeti ya da samîmiyetsizliği.
Sert ve Emredici Üslup:
Kimi zaman aile dışında yumuşak huylu, anlayışlı, tatlı dilli, güler yüzlü olan kişilerin aile içinde eşlerine, çocuklarına, hatta anne babalarına karşı sert, kaba sözlü, haşin, asık suratlı ve incitici olduklarını görebilmekteyiz. Oysa her şeyden önce en yakınlarımıza göstereceğimiz sevgi ve şefkat, Yüce Yaratıcı’ya olan imanımızın, Müslümanlığımızın ve insanlığımızın gereğidir.
Çünkü Rabbimiz kendi varlığının delillerinden olarak bildirmiş eşler arasındaki meveddet ve rahmeti.[2] Buna göre eşlerin bir diğerine duyduğu sevginin yanı sıra birbirlerine şefkatli ve merhametli olmaları çok özel bir öneme sahiptir.
Sert bir üslup, emredici ifadeler, kızgınlık belki karşımızdaki insanı itâatkâr yapabilir, ama bu durum, onayladığı, severek yaptığı veya kabul ettiği anlamına gelmez. Sevmeyen ama katlanan, kabul etmeyen ama itâat eden, saygı duymayan ama korkan insanla birbirinin “göz aydınlığı”[3] olacak şekilde bir birliktelik yaşamak ne yazık ki, mümkün olmayacaktır. Netice olarak sert ve emredici üslup her şeyden önce samîmiyeti ortadan kaldırır. Oysa aile her şeyin ötesinde içtenlik değil midir?
Kalbî diriliğe sahip olanlar gönül almasını da bilirler. Bir insan gönlü yıkmanın, Allah’ın evi olan Kâbe’yi yıkmaktan yetmiş kez daha ağır olduğunu idrak ederler. Bu sebeple olsa gerek ki, Yûnus Emre varlık sebebini gönül yapmak olarak görür ve şöyle seslenir:
Ben gelmedim dâvî içün,
Benim işim sevî içün
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.
Aksakallı bir koca,
Hiç bilmez mi ki hâl nice,
Emek vermesin hacca,
Bir gönül yıkar ise.
Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil.
Onay ve Destek İçin Zorlamak:
Bazı kişilerin her söylediği doğru, her yaptığı güzel, ortaya attığı her fikir hârikulâdedir. Daha doğrusu onlar öyle zanneder ve çevresindekilerin de bunu onaylamasını beklerler. Eleştirilere de genellikle tahammülsüz olan bu kişilerle birlikte yaşayanlar ilk başlarda kendi duygu ve düşüncelerini dile getirmeyi deneseler de çoğunlukla bir süre sonra vaz geçerler. Aksi takdirde bitmek bilmeyen söylenmeleri, nutukları ya da bir tartışmayı göze almaları gerekir.
Onlar artık evin bu “kerâmeti kendinden menkul” kişisinin yaptığı her yemeğe övgüler dizmeyi, söylediği her sözü alkışlamayı, yaptıklarını onaylamayı bir görev olarak benimsemiş görünürler. Onların bu iletişim biçimine adapte olmasıyla ortalık süt liman olmuş, problemler çözülmüş gibi görünse de aslında gerçek bundan çok farklıdır. Bir taraftan alttan alta bir kızgınlık, kırgınlık birikirken bir taraftan da ilişkilerindeki samîmiyet ciddî anlamda zarar görmektedir.
Menfaatperestlik:
Menfaat gönüllere yerleştikçe, samîmiyeti zayıflatır. Bu gibi kimseler gayra hizmeti lüzumsuz, hatta akılsızca bir davranış olarak vasıflandırırlar. Dünyada hazırladıkları menfaat planlarıyla, âhirette de köşkler satın alma hayaline kapılırlar. Bu suretle dinin temel prensibi olan nefsi tezkiye ederek, Allah’a ibâdeti cemiyete taşıma fikri yerine, sadece kendini kurtararak, dünya ve âhirette rahat yaşamak düşüncesi hâkim olur.
Seküler zihniyet:
İslâm’a göre dünya ve âhiret hayatı bir bütündür. Her şeyi dünyadan ibaret görüp sadece dünya için çalışmak, samîmiyetimizi yok eden en önemli etkendir. O hâlde dünyayı geçici bir imtihan yurdu olarak görüp aşırı dünya tutkusundan kurtulmak gerekir. Sekülerleşen zihinler, dini ikinci plana atmaya ya da gündelik hayattan dışlamaya çalışmaktadırlar.
Oysa İslâm, dünyayı dizayn etmek ve insanın bütün davranışlarını düzenlemek için gelmiştir. Dinin yaptırım gücü, bütün diğer yaptırımlardan daha etkin, daha kapsamlı ve daha devamlıdır. Her şeyi dünyevî bir çıkar ve beklenti için yapmaya kalkışanlara Peygamberlerin nebevî ölçülerini hatırlatmak gerekmektedir. Zira onlar, “Biz sizden hiçbir şey istemiyoruz. Bizim mükâfatımız Allah’a aittir.” ilkesiyle hareket etmişlerdir.
Ferdî, ailevî ve toplumsal hayatımızda bizleri sevgiden, samîmiyetten ve muhabbetli bir ortamdan alıkoyan diğer faktörleri de sıralayarak makalemizi tamamlamak istiyorum:
[1] Buhari, Bedu’l-Vahy, 1.
[2] 30/Rûm, 21.
[3] 25/Furkan, 74.
Kadir ÖZKÖSE
YazarHerkes benimsediği sosyal çevresiyle bir anlam ifade etmektedir. Kaynaşabileceği, dertleşebileceği, halleşebileceği ve muhabbetle yaşayacağı bir sosyal çevresinin bulunması insan için büyük bir nimett...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Allah rahmetiyle âlemleri kuşatmaktadır. Allah’ın rahmeti kullarını çepeçevre sarmalamaktadır. Verici olarak Allah rahmetini sonsuz ve devamlı kılmaktadır. Ancak alıcı olarak insanın rahmeti talep etm...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
İbâdet; kulluk yapmak, itâat etmek ve boyun eğmek demek olup Rabb’imizin bildirdiği ölçüler dâhilinde yaşarken bütün hareketlerimizde, sözlerimizde, duygu ve düşüncelerimizde ilâhî ölçülere riâyet etm...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Osman Hulûsi Efendi’nin tasavvuf anlayışının merkezini vuslat arzusu oluşturmaktadır. Onun seyr u sülûk eğitiminde merasim, şekil, sûret ve gösterişe yer yoktur. Yaraları sarmak, sıkıntıları gidermek,...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE