Ümidim Sanadır Ya Rasulallah
1712 yılında Tokat’ta dünyaya gelen Kânî, Osmanlı Dönemi’nin önde gelen şairlerindendir. Devlet erkânından birçok kimsenin kâtipliğini yapan bu zat, Mevlevî Tarikatı’na intisap etmekle hayatında bir yön değişikliğine gitmiştir. Kânî, daha çok mizah ve serazat (özgür) şiirleri[1] ile tanınmaktadır.
1792 yılında vefat eden Kânî, Eyüp Sultan Mezarlığında metfundur. Halk diline mâl olan “Kırk yıllık Kânî olur mu Yani.” deyimi, gönül verdiği bir Hristiyan hanımefendinin kendisine dinini değiştirmeyi teklif etmesi üzerine söylenmiştir. Manzûmeleri Dîvân’da, nesirleri ise Münşeât’ında toplanan Kânî, edebiyat tarihimizde nazımdan çok nesirleri ile tanınsa da[2] onun özellikle Yâ Rasûlallah redifli na‘tiyyeleri şekil ve muhteva bakımından oldukça zengin ve tesirlidir. Bu yazıda, muhtelif na’tlarından seçilen ve şairin edebî tavrını yansıtan muhtelif beyitler,[3] kısa açıklamalarla konu edilecektir.
Gubâr-ı pâyına almam cihânı yâ Rasûlallah
Değişmem mûyına heft âsmânı yâ Rasûlallah
Duyunca makdem-i teşrîfin Âdem sulb-i pâkinden
Değişdi habbeye bâğ-ı cinânı yâ Rasûlallah
(Ayağının tek bir toz tanesine, dünyayı verseler almam; saçının bir teline yedi göğü değişmem Yâ Rasûlallah. Senin (s.a.v.) kendi temiz soyundan geleceğini öğrenen Hz. Âdem (a.s.), cennet bahçelerini bir tohuma değişti.)
Dörtlüğün ilk iki mısraında Hz. Peygamber (s.a.v.)’i yüceltecek şekilde yer alan kıyaslamalar alışılagelmiş bir metottur. Fakat diğer iki beyitte dünya hayatının başlangıcını temsil eden ve Hz. Âdem’in cennetten çıkarılışını anlatan hadise, hüsn-i talil ile farklı bir sebebe bağlanmaktadır. Buna göre Hz. Âdem’in yasaklı meyveyi yemesi, bir hata olmayıp bilakis kendi soyundan gelecek olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in teşrifini geciktirmeme gayesine matuf bilinçli bir tercihtir. Kânî’nin şairane muhayyilesi ve sınırları zorlayan özgür düşüncesi, Rasûlullah’ın yeryüzünü teşrifi bir an evvel gerçekleşsin diye kendisine yasaklanan meyveyi yiyen bir Hz. Âdem (as) profili çizmektedir. Dolayısıyla şair, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i yüceltme konusunda, muhayyilesinde var olan Hz. Âdem’den ilham almaktadır.
O denli mücrimem zerre sevâbım varsa defterde
Ya sehv-i kâtibân ya iftirâdır Yâ Rasûlallah
Eğerçi dâmeni lâ taknetû der-destdür ammâ
Yine her hâlde ümîdim sanâdır Yâ Rasûlallah
(Öyle günahkârım ki amel defterime bir sevap kaydedildiyse ya kirâmen kâtibin melekleri hata etmiştir ya da bana iftira atılmıştır Yâ Rasûlallah.
“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.”[4] ayeti tutulacak bir etek olsa da benim ümidim sanadır Yâ Rasûlallah.)
İlk beyitte tevazuun ve nefsini yermenin sınırlarını zorlayan şair, kendini hiç sevap işlemeyen bir günahkâr olarak tavsif etmektedir. Ona göre amel defterine yazılan sevaplar, amelleri kaydetmekle görevli meleklerin hatası olmalıdır veya kendisine sevap iftirası atılmıştır.
Serazat şairliğin düşünce serbestliğini çok çarpıcı bir şekilde hissettiren Kânî; beşeri vasıflarla muttasıf olmayan ve yalnızca Allah’ın emirlerini yerine getiren meleklerin hata yapabileceğinden söz etmektedir. Ayrıca bir kimseye işlemediği bir suçu isnat etme anlamındaki iftira kavramını ters yüz etmekte, sevabın da iftiraya konu olabileceğini dillendirmektedir.
Olanca günahına rağmen şair, kendisine uzatılan ilahi merhamet elinden haberdardır. Bu el, Allah’ın tüm günahları bağışlayabileceğini ve O’nun rahmetinden ümit kesilmemesini telkin eden ayettir. Fakat şair, Allah’ın söz konusu rahmetine Hz. Peygamber (s.a.v.)’i vesile edinmeden erişilemeyeceğini ima etmekte; Rasûlullah’ın şefaatini, Allah’ın rahmetine erişmenin yegâne vesilesi olarak görmektedir.
Senin deryâ-yı lütfun gark ederdi cân-ı Firavn’ı
Seni ansaydı ol hîn kim garakdur Yâ Resûlallâh
(Senin lütuf denizin, Firavun’un canını bile kuşatırdı. Eğer o, boğulacağını anladığında seni ansaydı, boğulmazdı.)
Şair; Hz. Peygamber (s.a.v.)’in insanların kurtuluşunu isteyen engin gönlünü ve şefaatini, uçsuz bucaksız bir denize benzetir. Öyle ki bu deniz, ilahlık iddiasında bulunarak günahların en büyüğüne düşen Firavun’u[5] bile kurtarabilecek derinliktedir. Kânî’ye göre Firavun, Kızıldeniz’de sular altında kaldığında Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i hatırlasaydı bedeni suyun altında kalsa da ruhu, rahmet denizi ile kurtuluşa yelken açabilecekti.
Tenimde cân eser-i ibkâsın etmez hiç istihsân
Bilür ki ben sana ez cân fedâyım Yâ Rasûlallah
(Canım, bedenimin devamlılığını hoş görmez. Zira bilir ki benim canım sana fedadır Yâ Rasûlallah.)
Kânî; bu beyitte de dünyayı seven ve ölümü istemeyen insanların aksine ten kafesinin parçalanmasını arzu etmektedir. Çünkü canı bedeninde var olduğu sürece, Rasûlullah’ın yoluna kurban olabilmek muhaldir. Şair bu beyitte cennette Hz. Peygamber (s.a.v.)’le buluşma ümidi ile ölümü arzusunu kast ettiği gibi tasavvufî anlamda fenâ fi’r-Rasûl tecrübesine işaret etmiş de olabilir.
Kitâb-ı nev-nüzûl-i midhâtın bin nüsha olmuştu
Eğer ben etmesem sözden ferâgat Yâ Rasûlallah
(Ben söz söylemekten vazgeçmeseydim seni öven kitapların yeniden yeniden nâzil olması, bin nüshaya ulaşırdı.)
Kânî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in insanlık tarihinde en çok övülen insan olmasına dolaylı olarak dikkat çekmektedir. Zira bin nüsha terkibindeki bin, kesretten kinaye olarak adetsizliği ifade etmektedir. Vakıada da Hz. Peygamber (s.a.v.) için yazılmış na’t-ı şeriflerin sayısını tespit etmek mümkün değildir.
Şairimiz Kânî’ye ait 15 na‘t ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’i medheden birçok dize söz konusudur. Beri taraftan Kânî, hem kendinin hem de edebiyat tarihimizde na‘t kaleme alan şairlerin belki işin hakkını verememe endişesiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’i methetme konusunda temkinli ve seçici davrandıklarını dile getirmektedir. Hâl böyle iken bile binlerce na‘t-ı şerif yazılmış, yüzlercesi bestelenmiş; Müslümanların zihin ve gönül dünyalarında Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisi ilmek ilmek işlenmiştir. Son olarak şair nev-nüzûl terkibi ile tecellinin hiç kesilmeyen doğasına ve şiirin bir ilham ürünü olduğuna dikkat çekmektedir.
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke Yâ Rasûlallah.
[1] Edebî tavrına dair bazı mütalaalar için bk. Önder Göçgün, “18. Yüzyıl Klasik Türk Şiirinin Nüktedân Bir Mevlevî şâiri: Tokatlı Kânî” (Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu, Ankara: Gelişim Matbaası, 1987), 563-572.
[2] Hayatı hakkında özet bilgi için bk. İsa Kayaalp, “Kânî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (Erişim: 24.11.2022).
[3] İlgili şiirlerin tamamı için bk. İlyas Yazar, Kânî Dîvânı (Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2017), 37-49.
[4] ez-Zümer, 39/53.
[5] Firavun’un şirk koşmasıyla ilgili âyetler için bk. en-Nâziât, 79/24.
Hamit DEMİR
YazarAntalya’nın Elmalı ilçesinde doğan Ümmî Sinan, 17. yüzyıl sûfî şairlerinden biridir. Halvetiyye Tarikatı’nın Ahmediyye şubesine intisap ettiği bilinen şair, Halvetî-Ahmedî silsilesinin önemli simaları...
Yazar: Hamit DEMİR
Bir muhteşem külliye var,İshak Paşa sarayında,Canlanıyor hatıralarİshak Paşa sarayında…Abdi Paşamız başlıyor,İshak Paşamız işliyor,Zaman nasıl yavaşlıyor,İshak Paşa sarayında…Ağrı dağı etekleri,Osmanl...
Şair: Halil GÖKKAYA
Asıl adı Mustafa olan ve doğum tarihi net olarak bilinmeyen Ruhsâtî, hayatını âşık edebiyatının yaygın olarak yaşatıldığı ve âşıklar yatağı olarak nitelenen Sivas’ta[1] sürdüren XIX. yüzyıl âşıklarınd...
Yazar: Hamit DEMİR
İnsanoğlu erdemleri ve zaafları ile insandır. Önemli olan bakış açısıdır. Söz sultanları; "Güzel bakan güzel görür, güzel gören de güzel düşünür." demişler.Mevlâna, Mesnevî adlı meşhur eserinde şöyle ...
Yazar: Ali ÖZKANLI