Ağrı-Doğubayazıt: Tarihten Üç Önemli İz
Ağrı Dağı/Nuh’un Gemisi
Ağrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevî özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahit'teki Yaratılış kitabında anlatıldığı üzere Nuh'un gemisinin karaya oturduğu dağ bu dağdır. İslâm Kaynaklarında Nuh'un gemisinin "Cudi'ye oturduğu" belirtilmektedir. Kutsal kitaplarda da adı geçen Ağrı Dağı'nın farklı dillerde birçok ismi vardır. Başlıcaları Ararat, Kuh-i Nuh, Cebel'ül Haris'tir.
Güney yüzünden yapılan tırmanışlar "klasik rota" olarak nitelendirilir ve Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinden başlar. Iğdır yönünden gerçekleştirilen kuzey rotaları ise daha teknik buzul tırmanışlarını içerir ve dağa ulaşım açısından biraz daha ayrıntılı hazırlıklar gerektirir.
Nuh’un gemisinin Ağrı Dağı’nda bulunduğu inancı, pek çok kişiyi bu dağa tırmanmaya sevk etmiştir. Diğer taraftan misyonerlik faaliyetleri ve Ağrı Dağı’nın stratejik mevkii sebebiyle taşıdığı önem bu faaliyeti hızlandırmıştır. Bazı kaynaklarda Ağrı Dağı’na tırmanmanın 1700 yıllarına kadar götürülmesine rağmen, dağa ilk çıkanın Frederic Parrot olduğu ifade edilmektedir.
Parrot, 1829’da Ağrı Dağı’na tırmanmış ve Nuh’un gemisinin bulunması muhtemel 200 adım çapında bir düzlükten bahsetmiştir. Parrot’dan başka 1834 ve 1843’te Antonomoff, 1845’te Wagner ve Abich, 1850’de Albay Chodsko, 1856’da Stuart ve Monteith Ağrı Dağı’na çıkmışlardır.
1876’da James Bryce dağa tırmanmış ve 4000 metrede lav yığınları arasında dört ayak (121,92 cm.) uzunluğunda, beş inç (12,70 cm.) kalınlığında yontulmuş tahta parçası gördüğünü iddia etmiştir. 1893’te Ağrı Dağı’na çıkan Dr. Nuri, geminin orta bölümünün buza gömülü vaziyette bulunduğunu, çok kalın ve koyu kırmızı renkteki kalaslarının 30 cm. uzunluğunda çivilerle çakılı olduğunu öne sürmüştür. Böylece XIX. yüzyıl başlarından itibaren Ağrı Dağı ile ilgili faaliyetler artarak devam etmiştir.
I. Dünya Savaşı sırasında Ermeni asıllı olduğu tahmin edilen Vladimir Roskovitsky adlı bir Rus pilotu, Ağrı Dağı’nın 25 mil kuzeydoğusundaki yamaçta bir gemi kalıntısı gördüğünü, geminin 1200 m. uzunlukta ve direklerinin de sağlam olduğunu bildirmektedir. II. Dünya Savaşı sırasında, Ağrı üzerinde uçan bir Sovyet pilotunun yarı yarıya batmış bir gemi gördüğünü açıklaması üzerine olay yerine gönderilen araştırma ekibi, kömüre benzer bir ağaçtan yapılmış, iyice çürümüş 1200 m. uzunluğunda bir gemi bulduklarını ileri sürmüşlerdir. Aslında Ağrı Dağı’nın başlangıç noktası olan Doğubayazıt çok önemli bir yerdir. Nuh’un gemisinin burada bulunması ise mekâna manevî bir özellik katarken İnsanlık tarihinin sıfırdan başladığı bir merkez olduğunu bizlere göstermektedir.
Doğubayazıt Kalesi
Eski Bayezid'in kuzey-batısında, yekpare sert ve dik kayalar üzerine inşa edilmiştir Güneyinde bulunan İshak Paşa Sarayı ile kale arasında derin bir vadi yer almaktadır. Kalenin güneydoğusunda da Urartu Dönemi’nden kaldığı sanılan bir yerleşim alanının izleri vardır.
Doğubayazıt’tan geçen tarihi İpek Yolu’nun çok eski çağlara uzandığı düşünülürse, ilk yerleşimin Urartulardan önce kurulduğu düşünülebilir. Doğal bir kale konumunda olan Karaburun tepelerinin sarp kayaları, düzgün taş duvarlarla örülerek muhkem bir kale inşa edilmiştir. Kalenin temelinde bulunan taşların cins ve kesme tekniğinden de, ilk kalenin Urartular tarafından yapıldığı, daha sonraki yıllarda kalenin Selçuklular ve Osmanlılar tarafından onarıldığı anlaşılıyor.
Ağrı-Doğubayazıt ve çevresi, 1064 yılında Büyük Selçukluların hâkimiyetine geçmiştir. Selçukluların ’da Urartu yerleşim alanını kullandıkları, hatta güneybatıya doğru genişledikleri, mevcut Selçuklu mezar kalıntılarından anlaşılmaktadır. Bölge halkı arasında Doğubayazıt kalesine, Ceneviz Kalesi diyenler de bulunmaktadır.
Bu doğrultu da Bayburt, Erzurum, Hasan kale ve Doğubayazıt’ta kervanların konaklaması için Cenevizliler ’in kaleler yaptıkları bilinmektedir. Daryunk adı Doğubayazıt ve çevresinin Celayirliler (1358-1382) tarafından fethine kadar kullanılmıştır. Celayir Devleti’nin iki kardeş arasında bölünmesinden sonra, Doğubayazıt yöresi Sultan Bayezid’e verilmişti. Sultan Bayezid, Bayram Hoca’nın saldırılarına karşı koyabilmek için 1374 yılında Doğubayazıt Kalesi‘ni restore ettirmiş. Halk tarafından çok sevilen Sultan Bayezid’in ölümünden sonra, halk onun anısına şehrin adını değiştirerek Daryunk yerine ilk defa Bayazıt adını vermiştir. Eski kalenin adı da, Sultan Beyazıt’a ithafen Bayazıt Kalesi olarak değişmiştir.
Ortaçağ boyunca defalarca el değiştiren kale Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Seferi sırasında Osmanlıların eline geçmiştir. Mahmut Paşa'nın Bayezid Sancakbeyliği sırasında (1722-1767), Erzurum Beylerbeyi İbrahim Paşa'ya gönderilen1763 tarihli bir mektupta kalenin onarımından bilinmektedir.
Bayezid Kalesi 1828, 1855, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarında ve I. Dünya Savaşı sırasındaki Ermeni isyanlarında tahrip olmuştur. Bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin doğudaki en önemli sancak merkezlerinden biri olan Bayezid şehrinin etrafındaki surlar ve iç kalenin XIX. yüzyılın sonlarına kadar sağlam olduğu bu yıllarda yöreye gelen yabancı seyyahların çizdiği gravürlerden anlaşılmaktadır.
Şehrin etrafını kuşatan surlardan birkaç temel izi hariç tamamı kaybolduğu için planı hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak XIX. yüzyılda çizilen gravürlerden anlaşılacağı üzere dış surlar şehrin doğusundaki sarp kayalığın üzerinden başlayıp güneydeki İshak Paşa Sarayı'nı da içine alacak şekilde bütün şehri kuşatmaktadır. Sert ve dik kayalar üzerine inşa edilen iç kale, Anadolu'daki diğer kalelere göre oldukça küçük ölçülerdedir. Kale, plan bakımından belli bir düzen göstermez. Kayaların durumlarına göre kalenin inşa edildiği görülmektedir. Bu nedenle kayalardan büyük ölçüde faydalanılmıştır.
Eski Bayazıt Cami
Eski Beyazıt Camii, Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde, Doğubayazıt Kalesi’nin güney eteğinde yer almaktadır. Ağrı'nın en eski camiidir. Camiye, "Eski Camii" veya "Cami-i Gevher-i Digar" isimleri de denmektedir. Halk arasında ise Şafii Camii diye bilinmektedir.
1514 Çaldıran Savaşından sonra Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılan kalenin hemen yanında o devirde yapılmıştır. Kimin tarafından yaptırıldığı kesin bilinmemekle beraber, I. Selim’in Çaldıran Seferi Menzilnameleri'nde padişahın Bayezid'e girmeden Ağrı Dağı karşısında Karapungar yanındaki Karaköy'de konakladığı ve kale halkının gelip itaat ettikleri anlatılmaktadır.
Caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeden H.1096/M.1687 senesinde tadilattan geçirildiği anlaşılmaktadır. Caminin taç kapısı üzerinde yer alan ve sonradan kazıldığı tahmin edilen Farsça kitabe tahrip edilmeden okunmuş olup şu ifadeler geçmektedir: "Hatifi andan ki mara, na geha der samia Tarih-i Camii esselat'ül camia/Hatifi kulağıma ansızın bir ses geldi ki caminin tarihi söylendi.”
Burada ebcet hesabı ile H.1096/M.1687 tarihinin düşürüldüğü yazılmaktadır. Günümüze ulaşmayan bu kitabe muhtemelen sonradan tahrip edilmiştir. Caminin taç kapı kavsara kemeri içinde muhtemelen bahsedilen kitabenin bulunduğu yere sonradan boş bir mermer levha yerleştirilmiştir. Giriş kapısının basık kemerinin üzerinde başka bir kitabenin daha izleri mevcuttur. Bu kitabenin birinci satırı sonunda "bi-ğayri-hakkın" ibaresi okunabilmektedir. Muhtemelen Kur’an-ı Kerim'den bir ayeti ihtiva eden bu kitabenin de mahiyeti anlaşılamamıştır.
Caminin yer aldığı vadinin kuzey tarafı düzeltilip güneyde vadi zemininden başlamak üzere duvar örülerek düz bir teras oluşturulmuş ve üzerine cami inşa edilmiştir. Kahverengi, kırmızı, sarı ve beyaz renkli kesme taşlarla inşa edilen camide sarı ve beyaz renkteki taşlar muhtemelen çeşitli dönemlerdeki onarımlar sırsında kullanılmıştır.
Bugün kuzey cephede daha önceden var olan beş gözlü, kubbeli son cemaat yeri kemerlerinin dayandığı plasterler (Genellikle binaların önyüzünde (cephe) birbirine geçik düşey sütunlarla uyum halinde, görsellik yaratmak için kullanılır) ve kemer izleri belli olmaktadır. Kuzey cephenin tam ortasında yer alan taç kapı kademeli profillerle çerçevelenmiş sivri kemerli, eyvan türü bir açıklığa sahiptir. Taç kapının sağında ve solunda mukarnas kavsaralı iki mihrabiye ve iki pencere bulunmaktadır. Kuzey-batı köşede yer alan minare beden duvarlarına bitişiktir.
Silindirik gövdenin üzerinde belli aralıklarla yerleştirilmiş küçük dikdörtgen pencereler ve şerefe altlığına yakın yerde birer damla motifi bulunmaktadır. Caminin batı cephesinde biri altta ikisi üstte toplam üç pencere bulunmaktadır. Doğu cephede bu düzen tekrar edilmiştir. Güney cephede ise doğu ve batı uçlarda iki kat halinde dört pencere bulunmaktadır. Alt sıradaki pencereler dikdörtgen çerçeveli olup üst sıradakiler kemerlidir. Cami, dıştan dışa 15.30 x15.30 m. ebatlarında kare planlı bir yapıya sahiptir.
Sekizgen kasnağa oturan tek kubbe ile örtülüdür. Kubbe basık ve daire kemerli dört tromp üzerine oturmaktadır. Beden duvarlarının bölgesel etkiler dolayısıyla kısa tutulması ve trompların yuvarlak kemerli olması nedeniyle geçişler eğimli birer tonoz biçimine dönüşmüştür. Kare planlı caminin üzeri 11,50 m. çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Yöresel, farklı renkli taşların kullanıldığı cami içerisinde herhangi bir süsleme elemanı bulunmamaktadır. Orijinalinde beş bölümlü bir son cemaat mahallinin bulunduğu duvarlar üzerindeki izlerden anlaşılmaktadır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarımı yapılarak yıkılmaktan son anda kurtarılan caminin Kubbesinin çökme tehlikesi olmasından dolayı, cami uzun süre ziyaret ve ibadete kapalı kalmıştır. 2006 senesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edildikten sonra yeniden ibadete açılmıştır.
Kaynakça
Doğubayazıt Sempozyum Bildirileri, İstanbul 2004.
Hikmet Tanyu, Nuh’un Gemisi ve Ermeniler, İstanbul 2005.
Hikmet Tanyu, TDV İslam Ansiklopedisi “ Ağrı dağı”.
Resul KESENCELİ
YazarArapçada “eş-şerîke” ve “eş-şirk” şeklinde kullanılan şirk sözcüğü, “ortaklık” mânâsına gelir. İtikâdî anlamda şirk, Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olduğunu kabul etmek, O’ndan b...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Yüreğimde yangın var,Söndür Allah’ım söndür.İçim boran, dışım kar;Dindir Allah’ım dindir.Savurma sağa sola,Menzilim vuslat ola.Yönümü kutlu yolaDöndür Allah’ım döndür.Kaldır gözümden tülü,Göreyim gonc...
Şair: Yusuf DURSUN
İstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ebû Müslim Horasanî; çocukluk ve ilk gençlik yıllarını, Emevî karşıtı siyasî ve sosyal faaliyetlerin merkezi konumundaki Kûfe’de geçirmiştir. Başarılı, zeki, cesaretli, atılgan, kendine güvenen, istik...
Yazar: Resul KESENCELİ