Doğu'nun Gizemi Yahut İshak Paşa Sarayı
Zirvelere Çağrıdır Bulutlarla Söyleşen Ağrı
Güneşin adeta âşık olduğu şehirdir Ağrı. Onun içindir ki güneş hep mütebessimdir Ağrı ve Ağrı Dağı üzerinde. Güleç yüzünü hiçbir zaman eksik etmez bu heybetli dağ üzerinden. Bu kadim topraklar her şeyiyle Türkiye’nin ve Doğu'nun gözbebeğidir.
Ağrı ihtişamdır, heybettir insanlığın nazarında. O ne kadar şehirse bir o kadar da heybetli dağdır. Kim bilir belki de Nuh'un gemisinin nihai limanıdır. Devasa tufanların dindiği sükûnet diyarıdır. Bizi tarihin dehlizlerinde dolaştıran bir açık hava müzesidir.
Ağrı ne kadar gerçekse bir o kadar da masaldır büyülenmiş gözlerde ve gönüllerde. Hikâyesini masallara karan bir gizli eldir. Gizemlerin ve efsanelerin kar beyaz yatağıdır. Eteğine tutunanları selâmet sahiline ulaştırandır. Çilelerin harman olduğu zirvedir aynı zamanda. Türkiye’nin bembeyaz bulutlarla söyleşen çatısıdır. Sırlı sevdaların uğrak yeridir.
Dağların yeşilini, göğün mavisini genç bir kız edasıyla giyinir Ağrı her sabah. Şehrin sokakları doğan güneşe selâm durur kristal bakışlarıyla. Tepelere sıkıca tutunan sisler örter tüllerin ardında saklanan emsalsiz güzelliği. Şehrengizler hasedinden dört parçaya bölünür. Mütebessimdir bu kentin düne bakan yüzü. Dünle bugün, bugünle yarın arasında sağlam köprüler kurar gece gündüz demeden. Eksik yanlarımızı da tamamlar aslında.
Ağrı, cadde ve sokakları üzerinden geçenleri bağrına basan bir candır, emsalsiz bir canandır. Bu kadim şehir tarihte pek çok millete ve medeniyete beşiklik etmiştir. Kadim şehre dair düşler ve düşünceler yeknesak hissiyatı kanatlandıran bir barış güvercini gibi süzülür zamanın sonsuz boşluğunda. Zamana tanıklık eder sükût suretindeki cadde ve sokaklar.
Ağrı sırlara çağrıdır. Umutlarımızı besleyen yarınımızdır. Eprimiş düşlerimizi tamir edendir. Ağrı deyince ilk akla gelen şey, görkemli mimarisiyle göz kamaştıran İshak Paşa Sarayı'dır. Ağrı demek biraz da rüzgârla söyleşen bu büyülü saray demektir.
İshak Paşa Sarayı Zamana Meydan Okuyan Ağrı'nın Karakutusudur.
Birbirinden kıymetli eserleriyle kadim medeniyetler diyarıdır analar diyarı Anadolu. Selçuklu'dan Osmanlı'ya kadar birçok medeniyetten izler taşır bu güzel topraklar. Nereye baksanız, sizi hayrete düşüren ve hayran eden birbirinden kıymetli eserlere rastlarsınız.
İshak Paşa Sarayı zaman tünelindeki yolculuğun zamanımıza çıkan son ucudur. Kesme taşlarında zamanın ayak sesleri saklıdır hâlâ. Fakat o eski neşesinden eser yoktur şimdi. Yalnızdır nice asırlardan beri. Alabildiğine düşüncelidir. Fakat şaşasından hiçbir şey kaybetmiş değildir. Dünün heybetinden (g)izler taşısa da bugüne söyleyeceği çok sözleri vardır. Kesme taşların dilinde konuşsa da onun dilinden hakkıyla anlayan yoktur bugün.
Geçmişle gelecek arasında bir sevgi ve muhabbet köprüsüdür İshak Paşa Sarayı. Kadim bir tarihe yaslar o ağır başını. Kesme taşlarına sinmiştir tarihin o gür sesi.
Kartal yuvası görünümlü bir tasarıma sahip olan İshak Paşa Sarayı, Türkiye'de, Topkapı Sarayı'ndan sonra ikinci büyük saray konumundadır. Dünden bugüne yapmış olduğu kutlu yolculukta zamana direnmekte kararlı ve ısrarcıdır. Onun içindir ki siyah beyaz karelerde yaşayan tarihiyle, bütün haşmetiyle ‘ben de varım’ der zamana ve mekâna karşı. Direnir direnebildiği kadar… Kuşanır uhrevî iklimlerin sonsuzluğunu.
Doğu'nun ve serhat boyunun incisi sayılan Doğubayazıt ilçesine 5 km uzaklıkta bulunan İshak Paşa Sarayı, 1900 rakımlı bir tepe üzerinde inşa edilmiştir. Sarayın yapımına Doğubayazıt sancak beyi Çolak Abdi Paşa tarafından 1685 yılında başlanmıştır. Fakat bu devasa sarayın yapımı değişik sebeplerle ancak 99 sene sonra 1784 yılında aynı soydan gelen İshak Paşa Dönemi’nde tamamlanabilmiştir. İshak Paşa, bu bölgeye 18. yüzyılda hâkim olan Çıldır hanedanından Hasan Paşa’nın oğlu olup vezirlik rütbesiyle Çıldır ve Ahıska valisi olmuştur. Daha sonra gözden düşerek Hasankale'ye sürgün edilmiş, burada ölmüştür.
Masallardan kopup gelmiş izlenimi veren İshak Paşa Sarayı ovaya hâkim dik bir tepe üzerinde heybetli bir şato görünümündedir. Bu esrarengiz yapı, sanki eski zaman masallarından fırlamış gibidir. Kafdağı'nın ardından gelmiş, günümüze ve gönlümüze karışmıştır sanki. Ne kadar gerçekse bir o kadar da hayaldir; ne kadar hayalse bir o kadar da gerçektir bizler için. Taşın sanata ve sanat eserine dönüşmüş som hâlidir. Öte yandan Birinci Dünya Savaşı'na kadar Bayezid Sancağı bu önemli saraydan yönetilmiştir.
İshak Paşa Sarayı yaklaşık olarak 115x50 m. ölçülerinde bir alana kurulmuştur. Kesme taştan yapılan sarayın doğu cephesindeki portali kabartma ve süslemeleriyle Selçuklu sanatının özelliklerini yansıtır. Saray iki avlu ve bu avluda bulunan yapılar topluluğundan meydana gelmiştir. Birinci avludaki yapıların bazıları yıkılmıştır. Dört tarafı yapılarla çevrili ikinci avlu dikdörtgen planlıdır. Girişe göre sağ tarafta selâmlık ve onun arkasında haremlik vardır. Bunların sonunda cami ve türbe bulunmaktadır. Türbe Selçuklu kümbet mimarisi üslubunda inşa edilmiştir. Her odada taştan yapılmış ocaklar vardır. Taş duvarlardaki boşluklar bütün yapının merkezi bir ısıtma sistemine sahip bulunduğunu göstermektedir.
İshak Paşa Sarayı'nın kare planlı olan birinci avlusunda kapının sağında duvara bitişik yapılmış sivri kemerli bir çeşme bulunmaktadır. Saraya, doğu yönünde bulunan sade cephe üzerindeki çok gösterişli bir cümle kapısından girilmektedir.
Zamana ve mekâna mührünü vuran İshak Paşa Sarayı'nın önemli bir kısmını oluşturan tek kubbeli cami, iki ayrı renk taşla örülmüş minaresiyle saraya farklı ve ilginç bir görünüm kazandırmaktadır. Caminin kıble duvarının dışındaki türbe geometrik ve bitkisel motiflerle süslenmiş olup, muhtemelen Abdi Çolak Paşa ile İshak Paşa ve yakınları için yapılmıştır. Öte yandan söz konusu sarayın bir parçası olan cami, bir asır sonra aslına uygun olarak restore edilerek ibadete açılmıştır. Sarayla büyük bir uyum içerisinde olan bu kıymetli cami, bölgede en çok ziyaret edilen inanç turizmi merkezlerinden biri olma özelliğini taşımaktadır.
İshak Paşa Sarayı'nın divan salonu 20x3 m. boyutlarındadır. Duvarları ve tabanı taştandır. Duvarları Türk hat sanatının örnekleriyle, sülüsle yazılmış ayet ve beyitlerle süslüdür. Burada yer alan: "İshak meram üzere kerem kıldı cihanı-Bin yüz doksan dokuz buna oldu tarih." beytinden, sarayın Milâdî 1784 yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır. Sarayın ikinci avlusundaki türbe, kesme taştan yapılmıştır. Bu sekizgen türbe, Selçuklu türbe mimarisi geleneğinin tipik örneği olan kümbet şeklindedir ve iki katlıdır. Duvarları geometrik motiflerle süslüdür. Bu türbede Çolak Abdi Paşa, İshak Paşa ve yakınları ahiret sabahında bitecek sonsuzluk uykularını uyumaktadır.
İshak Paşa Sarayı En Eski Isıtma Sistemiyle Tarihteki İlklere Öncülük Etmiştir
Osmanlı'nın Anadolu coğrafyasındaki en nadide eserlerinden biridir İshak Paşa Sarayı. Lâle Devri'nde inşa edilen İshak Paşa Sarayı'nda 116 oda bulunmaktadır. Sarayın, bazı bölümleri tek, bazı bölümleri iki, bazı bölümleri ise üç katlıdır. Türbe, cami, surlar, iç ve dış avlular, divan ve harem salonları bu göz kamaştırıcı sarayın diğer önemli müştemilâtıdır. Oda ve diğer bölümlerine baktığımızda bu yapının küçük bir şehri andırdığı görülür.
Hoş eğimli bir tepe üzerine adeta bir biblo misali kondurulan İshak Paşa Sarayı "dış cephe, birinci ve ikinci avlu, selâmlık dairesi, cami binası, aşevi (darüzziyafe), hamam, harem dairesi odaları, merasim ve eğlence salonu, takkapılar, cephanelik ve erzak odaları, türbe binası, fırın, zindan, iç mimariden bazı bölümler (kapılar, pencereler, dolaplar, şerbetlikler, şömineler vs.)" olmak üzere 14 mimarî bölümden oluşmaktadır. Çıldıroğullarından II. İshak Paşa ile Çolak Abdi Paşa'ca 1685'te yaptırılan saraya, 1784'te son şekli verilmiştir.
Saray aslında bir külliyedir. Osmanlı mimarisinin, Anadolu’da günümüze ulaşabilen tek saray yapısı olarak kabul edilmektedir. Sarayın Harem Dairesi Takkapı kitabesine göre yapılış tarihi Hicrî 1199, Miladî 1784'tür. Bu sarayda tarihte ilk defa kalorifer sistemi kullanılmış, yerden ve duvardan ısıtma sistemi yapılmıştır. Bu çerçevede ocaklarda ısıtılan sıcak suyun, toprak künkler vasıtasıyla yapı içerisinde dolaştırılmasıyla bir çeşit kalorifer sistemi oluşturulmuştur. Saray bu ısıtma sistemiyle zamanını aşan bir yapı olarak tarihteki yerini almıştır.
Eşref-i mahlûkat/yaratılanların en şereflisi olarak nitelendirilen insanın yanında, "Allah'ın sessiz kulları" olarak görülen hayvanlara da önem veren bir medeniyettir Osmanlı medeniyeti. İshak Paşa Sarayı'ndaki kuş evleri bu yönüyle hayli dikkat çekmektedir.
7600 m2’lik bir alana kurulan İshak Paşa Sarayı sadece Türkiye'nin bir değeri değil küresel anlamda bütün dünyanın ortak kültür mirasıdır. Mevcut sanat eserlerinin yüz akıdır. Ahıskalı ustalar tarafından yapılan saray duvarlarının inşasında kızıl toprak renginde kıymetli bir taş kullanılmıştır. Sarayda başta Selçuklu sanatının karakteristik özellikleri olmak üzere, Osmanlı ve Fars (İran) mimarilerinden de derin izler bulunmaktadır. Bu yönüyle de kültürler arasında, geçmişle gelecek arasında kültür ve medeniyet köprüleri kurmaktadır.
Gülbahar ile Ahmet’in İshak Paşa Sarayı’nda geçen destansı aşkları
Büyük romancı Yaşar Kemal, bir aşk destanı olan "Ağrı Dağı Efsanesi" kitabında geleneklerini Mahmut Han'a karşı savunan, birbirine kavuşamayan Gülbahar ile Ahmet’in İshak Paşa Sarayı’nda geçen destansı aşklarını bakın nasıl betimler:
“Ağrı Dağı’nın yamacında, dört bin iki yüz metrede bir göl var, adına Küp Gölü derler. Göl bir harman yeri büyüklüğündedir. Çok derinlerdedir. Göl değil bir kuyu. Gölün dört bir yanı, yani kuyunun ağzı, fırdolayı kırmızı, keskin, bıçak ağzı gibi ışıltılı kayalarla çevrilidir. Kayalardan göle kadar daralarak inen yumuşak bakır rengi toprak belli bir aşıntıyla yol yoldur. Bakır rengi toprağın üstüne yer yer taze bir yeşil çimen serpilir. Sonra gölün mavisi başlar. Bu, bambaşka bir mavidir. Hiçbir suda hiçbir mavide böyle bir mavi yoktur. Laciverdi, yumuşak, kadife bir mavidir.
Ve her yıl Ağrı Dağı'nda bahar gözünü açtığında, çiçeklerle keskin kokular, renklerle, bakır rengi toprakla birlikte Ağrı Dağı'nın güzel, kederli kara gözlü, iri yapılı, çok uzun, ince parmaklı çobanları da kavallarını alıp Küp Gölü'ne gelirler. Kırmızı kayalıkların dibine, bakır toprağın, bin yıllık baharın üstüne kepeneklerini atıp gölün kıyısına fırdolayı otururlar. Daha gün doğmadan Ağrı Dağı'nın harman olmuş yalp yalp yanan yıldızları altında kavallarını bellerinden çıkarıp Ağrı Dağı'nın öfkesini çalmaya başlarlar. Bu, gün doğumundan gün batımına kadar sürer.
Gülbahar, Ahmet'i Küp Gölü'nde yitirdi. O gün bugündür, Küp Gölü'nün oralardan geçenler, gölün kıyısına oturmuş, kara, ışık gibi akan uzun saçlarını sırtına sermiş, başı iki elleri arasında gözlerini som mavi suya dikmiş Gülbahar'ı görürler. Arada sırada Ahmet, gölün sularında Gülbahar’ın gözüne gözükür, Gülbahar kollarını açıp Ahmet'e yürür ve “Ahmet, Ahmet!” diye bağırır. Sesi bütün dağda yankılanır.
Göl kaynar, Ahmet silinir, Gülbahar silinir, küçük ak bir kuş gelip kanadını suyun som mavisine batırır ve sonra da bir atın kapkara gölgesi suyun üstünden gelir geçer."
Taşların Gönül Köprüsüne Dönüşmesi ve Mekânın Ötesine Yolculuk
İpek Yolu üzerinde bulunan İshak Paşa Sarayı, İran sınırına yakın bir konumdadır. Sarayın yapımı birçok hikâyeye ve efsaneye konu olmuştur. UNESCO Kültür Mirası geçici listesinde yer alan İshak Paşa Sarayı yerli ve yabancı turistler tarafından her geçen gün daha bir ilgi görmektedir. Aslında bu ilgiyi fazlasıyla da hak etmektedir. Öte yandan saraya 500 metre uzakta 17. yüzyılda yaşamış büyük İslâm âlimlerinden 'Mem û Zîn' adlı eserin sahibi şair ve astronom Şeyh Ahmed-i Hânî’nin türbesi bulunmaktadır. İshak Paşa Sarayı'nı ziyaret etmeye gelenler bu büyük âlimin türbesini de ziyaret etmektedirler.
İshak Paşa Sarayı, Ağrı'nın ve Ağrı Dağı'nın gözdesidir. İhtişamlı mimarisiyle, anıtsal tak kapılarıyla, taşı adeta konuşturan desen ve figürleriyle tam bir sanat abidesi görünümündedir. Bu kıymetli saray, kültürler arası yolculuk için biçilmiş bir kaftandır. Tatil için Avrupalara gidecek yerde, önce kendi değerlerimizi ve değerlilerimizi görmeliyiz.
M.Nihat MALKOÇ
YazarYûnus Emre (?-1320)Canım kurbân olsun senin yolunaAdı güzel kendü güzel MuhammedŞefâat eyle bu kemter kuluna Adı güzel kendü güzel Muhammed Mü’min olanların çokdur cefâsıÂhiretde olur zevk ü sefâ...
Yazar: Vedat Ali TOK
Dünden Bugüne Tarihî Süreçte Boşnakların SerencamıBosna-Hersek, Avrupa'nın güney doğusunda Balkanlar olarak bilinen kadim coğrafyada tarih boyunca değişik etnik ve dinî grupların ikamet ettiği b...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Tarık bin Ziyad’dan Gırnata Hükümetine yahut Avrupa'da Endülüs'ün SeyriEndülüs İslâm medeniyeti, 711’deki fethinden 1492’deki çöküşüne kadar 881 yıllık bir dönemi kapsamaktadır. İslâm ordusu bu toprak...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Sanma gönül, bu dünyadanDerdiğimiz bize kalır;Uyanınca son rüyadan,Gördüğümüz bize kalır.Sanma gönül, bir arada,Beden fâni, can kirada;Cihan içre her muradaErdiğimiz bize kalır.Sanma gönül, bir serena...
Şair: Bestami YAZGAN