Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed
Yûnus Emre (?-1320)
Canım kurbân olsun senin yoluna
Adı güzel kendü güzel Muhammed
Şefâat eyle bu kemter kuluna
Adı güzel kendü güzel Muhammed
Mü’min olanların çokdur cefâsı
Âhiretde olur zevk ü sefâsı
On sekiz bin âlemin Mustâfa’sı
Adı güzel kendü güzel Muhammed
Yedi kat gökleri seyrân eyleyen
Kürsî’nün üstünde cevlân eyleyen
Mi’râcında ümmetini dileyen
Adı güzel kendü güzel Muhammed
Dört çâryâr anun gökçek yâridür
Anı seven günahlardan beridür
On sekiz bin âlemün sultânıdır
Adı güzel kendü güzel Muhammed
Sen hak peygambersin şeksiz gümânsuz
Sana inanmayan gider imânsuz
Âşık Yûnus n’eyler cihânı sensüz
Adı güzel kendü güzel Muhammed
Yûnus Emre’nin bu naatı tam bir sehl-i mümtenî örneğidir. Sehl-i mümtenî; söylenmesi/yazılması kolay gibi görünmesine rağmen, söylemeye/yazmaya kalkışıldığında hiç de öyle olmadığı görülen, anlaşılan cinsten bir söyleyiştir.
Yûnus Emre’nin Dîvân’ına baktığımız zaman, hemen her şiirinin Allah ve Peygamber aşkını terennüm ettiğini görürüz. Ondaki insan sevgisinin kaynağı da ilâhî bir temele dayanır. Onda kuru kuruya, ruhsuz bir hümanizma yoktur. Bu yüzden Yûnus’un şiirlerini de “Yûnusça” diye tefrik etmek yerinde olacaktır.
Bu naatta şair, süsten ve sanattan uzak bir söyleyişle Peygamber sevgisini dile getiriyor. XIII. yüzyılda, dilimizin Arapça ve Farsçanın ağır etkisi altında olduğu bir dönemde, şairin Türkçeyi bu kadar usta bir şekilde kullanması dikkat çekicidir.
“Canım kurbân olsun senün yoluna/Adı güzel kendi güzel Muhammed/Şefâat eyle bu kemter kuluna/Adı güzel kendi güzel Muhammed” dörtlüğü ile başlayan şiirde şair, sevdiği uğruna canını feda etmekten çekinmeyen bir âşığın portresini çiziyor. O sevgili ki kendisine ebedî âlemde, Allah’ın izniyle, şefaat etme yetkisi verilmiş yegâne resuldür. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in kendisi gibi, adı da güzeldir.
Şair Necâtî: “Cihânda âdem olan bî-gam olmaz/Anınçün bî-gam olan âdem olmaz” diyor. Yani insan her hâlükârda, fikir ve gam girdabı içindedir. Hele bu insan, mü’min ise sürekli tefekkür hâlinde olacaktır. Tefekkür, tezekkür, gam, cefâ… Müslümanın vazgeçilmezlerindendir. Yûnus ikinci dörtlükte bu noktaya dikkat çekiyor.
Mü’min olan insan -velev ki kendisini kurtarsın- başka insanların da özellikle günaha dalmış olan mü’minlerin azaba uğrayacağından korkar; bunun kaygısını çeker. Hz. Ebu Bekir’in dualarından biri: “Ya Rabbî vücudumu o kadar geniş eyle ki cehenneme benden başka kimse sığmasın.” O büyük halife, kendisinden başka hiçbir mü’minin azap çekmesini, yanmasını istemiyor. Tabi ki bu, büyük bir fazilet ve fedakârlık örneğidir.
Dünyada cefa çeken mü’min, ahirette sefâsını sürecektir elbette. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Dünya, mü’mine hapishâne, kâfire cennettir.” Buna göre dünyada rahat olamayan, mü’minin mükâfatını âhirette alabileceği Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hadisiyle sabit görülmektedir.
Üçüncü dörtlükte şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bir mucizesini, Mirac hadisesini hatırlatıyor ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Mirac’da dahi ümmetini unutmadığına işaret ediyor. “Sen hak peygambersin şeksiz gümânsız/Sana inanmayan gider imansız” Allahu Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i insanlara örnek göstermiştir. O, büyük bir ahlâk üzere yaratılmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in âlemlere rahmet olarak gönderildiği de bizzat Kur’ân-ı Kerim’de zikrediliyor. Böyle bir peygamberi kabul etmemek elbette insanın küfrüne sebep olacaktır.
Hz. Muhammed (s.a.v.), âdeta ümmetinin savunucusu, temsilcisidir. Müslümanların kurtuluşa erebilmesi için O’na uyması gerekiyor. İnsanlar ona uymadıkları takdirde ne dünyada ne de âhirette mutluluğu, huzuru yakalayabilir. Allah’ı bir olarak bilse ve O’na inansa dahi Peygamber (s.a.v.)’i kabul etmeyenin, O’na uymayanın imanında zaaf olacağı muhakkaktır.
“Adı güzel kendi güzel Muhammed” mısraı, nakarat olarak her dörtlüğün sonunda tekrar ediliyor. Böylece şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in güzelliğine ve güzel isimlerle tavsif olunduğuna işaret ediyor.
“Dört çâryâr” sözü kullanımı bakımından galat-ı meşhurlardandır. Çâr/çıhâr, Farsça bir kelime olup, “dört” demektir. Şair, bunun yanına bir de Türkçesini söylüyor. Bilindiği gibi “dört yâr” diye bilinen dört halifedir. Bunlar: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir.
Vedat Ali TOK
YazarTasavvuf büyükleri müntesiplerini samîmî olmaya çağırır. Toplumsal ve ailevî ilişkilerimizde bizleri samîmiyetten alıkoyan faktörlere dikkat çekerler. Kişiyi samîmiyetten uzaklaştıran temel faktörleri...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
İnsanoğlu erdemleri ve zaafları ile insandır. Önemli olan bakış açısıdır. Söz sultanları; "Güzel bakan güzel görür, güzel gören de güzel düşünür." demişler.Mevlâna, Mesnevî adlı meşhur eserinde şöyle ...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Etrafımızdaki insanlara göz gezdirdiğimizde, neredeyse herkesin bunalımda olduğunu ve yaşadığı hayattan tat alamadığını görüyoruz. Yaşanan buhran ve kasavet hâlinin kişilerin fakir veya zengin olmasıy...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatıyor: “Ey Allah'ın Rasûl’ü! Verilmemesi caiz olmayan şey nedir?” dedim. “Su, tuz ve ateş!" buyurdular. Ben tekrar: “Ey Allah'ın Rasûl’! Evet, suyu anladık öyledir, a...
Yazar: Vedat Ali TOK