Hüdâyî Hazretleri ve Devlet Adamları
Ecdadımızın velilere göstermiş olduğu sevgi ve hürmetin en güzel misallerinden birisi de Osmanlı padişahlarımızın velilerle olan münasebetleridir. Tarihî kayıtlar Osmanlı padişahlarımızın tasavvuf ehli ile içli dışlı olduğunu göstermektedir. Padişahların şeyh efendiler ile olan münasebetlerini anlatan müstakil kitaplar bile yazılmıştır. Osmanlı padişahları tasavvufî terbiyeye uzak olmadıkları için, gönül sultanlarına daima büyük hürmet göstermişlerdir.
Osmanlı padişahları ile gönül sultanlarının münasebetleri hususunda en güzel örneklerden birisi Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin devrin devlet adamları ile olan münasebetleridir. III. Murad, I. Ahmed ve II. Osman gibi padişahlara mektuplar yazdığı, öğütler verdiği tarihî kayıtlarda geçmektedir. Nitekim kendisi devrin en önemli maneviyat önderi olarak IV. Murad’a saltanat kılıcını kuşatmıştır. Bazı devlet adamları ile seferlere katıldığı, çeşitli vesilelerle saraya davet edildiği ve Padişahla görüştüğü bilinmektedir. Zaman zaman da devlet adamları onun dergâhını ziyaret etmişlerdir.[1]
Velilere Hürmet
Padişah I. Ahmed, Aziz Mahmûd Hüdayî’nin atının arkasında yürüyecek kadar tasavvuf ehline saygı gösteren bir şahsiyettir.[2] Rivayet olunur ki Hazreti Üftade, Aziz Mahmûd Hüdâyî’ye hitaben; “Oğlum, padişahlar rikabında yürüsün.” yani; “Sen atlı padişah da atın üzengisini çekerek yürüsün.” diyerek ona dua etmiştir.
Bu duadan yıllar sonra, bir gün Üsküdar Çarşısında Hazreti Hüdâyî ile Padişah Sultan Ahmed karşılaşır. Padişah attan inip Şeyh Hazretleri’ni ata bindirir ve atın yularını da kendisi çeker. Bir müddet gittikten sonra attan iner ve Padişah’a şeyhi Üftade’nin kerametinin tecelli etmesi için ata binmeyi kabul ettiğini söyler.[3]
Osmanlı padişahları gönül sultanlarının dualarını almak hususunda hep istekli olmuşlardır. Hazreti Hüdâyî bir gün Sultan Ahmed Han’la sohbette iken Sultan Ahmed kendisine; “Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin kıyamet gününde müntesiplerinden pek çok günahkâra şefaat buyuracağına dair bir rivayet var. Bunun sıhhati ve âdem-i sıhhati mevzuunda ne buyrulur?” diye sorar.
Hazreti Hüdâyî de bir an murakabeye vardıktan sonra rivayetin sıhhatini haber verir. Bunun üzerine Sultan Ahmed; “Sizin bizlere vaad ve tebşirirniz yok mudur?” deyince Hazreti Hüdâyî ellerini açarak; “Kıyamete kadar tarikatımıza intisab edenler, ömründe bir kere türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bize mensub olanlar denizde boğulmasınlar, ahir ömürlerinde fakirlik görmesinler! İmanlarını kurtarmadıkça gitmesinler ve öleceklerini bilsinler ve haber versinler.” diye dua buyurur.[4]
Padişahların maneviyat sultanlarına verdikleri değer hususunda yine şöyle bir menkıbe anlatılır. Hüdâyî Hazretleri sarayda davetli olduğu bir günde abdest alırken suyunu bizzat Sultan döker ve havlusunu da Padişah’ın annesi tutar. Valide Sultan havluyu verirken gönlünden; “Hazreti Şeyh’in bir kerametini görseydim.” diye geçirir. Bu duruma keşfen muttali olan Hüdâyî Hazretleri; “Hayret bazı kimseler bizden keramet isterler. Cihan Padişahı elimize su döküyor, valideleri havlu tutuyor, bundan daha güzel keramet mi olur?” der.[5]
Tasavvufî terbiyenin anlam dünyasına uzak olan kimselerin bu gibi rivayetleri uydurma veya değersiz görmeleri normaldir. Zira olguları dışarıdan değerlendirdikleri için; “Koskoca bir padişah nasıl olur da bir şeyh efendinin eline su döker.” diye düşünebilirler. Böylesi bir hürmeti idrak edebilmek için tasavvuf ile bir şekilde tanışmış olmak gerekir. Osmanlı padişahlarının Kur’an’a ve sünnet-i seniyyeye bağlılıkları düşünülecek olursa, aldıkları İslâmî terbiyenin muktezası olarak hayatlarını velilere saygı göstererek geçirmiş olmaları gerçeğe çok daha muvafık düşmektedir.
Menkıbeler Öğretir
Gerçekliği olmadığı varsayımı ile önemli bir eğitim aracı olan menkıbeleri küçümseyen kimselerin gönül sultanlarının kıymetini anlamaları düşünülemez. Menkıbe deyip geçmemek gerekir. Menkıbeler insanları evliyaların dünyasına taşır. İnsanları gönül sultanları ile tanıştırdığınızda aslında onları aynı zamanda faziletler medeniyeti ile de tanıştırmış olursunuz. Çünkü dilden dile anlatılan evliya menkıbeleri, insanların ruh dünyalarına hitap eden derin mesajlar barındırmaktadır. Bu sayede günümüz tabiri ile birçok faziletlerin içselleştirilmesi söz konusu olur.
Mesela bir Müslüman devlet malını koruma konusunda çok hassas olmalıdır ve devlet malına zarar vermeyi asla düşünmemelidir. İşte böyle bir fazileti menkıbenin imkânlarından yararlanarak insanlara anlatmanın faydalarını düşündüğümüzde, menkıbelerin eğiticiliğinin de farkına varmış oluruz. Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin şu meşhur menkıbesi, devlet malına veya sultanların ikramına tenezzül etmeme düşüncesini ne kadar da güzel işlemektedir:
Sultan I. Ahmed, Aziz Mahmûd Hüdâyî’ye bir hediye gönderir, o da bunu kabul etmeyerek Padişah’a iade eder. Aynı hediyeyi Padişah Abdülmecid Sivasî’ye gönderir ve Sivasî Efendi bu hediyeyi kabul edince Padişah; “Bu hediyeyi Hüdâyî’ye gönderdiğim halde kabul buyurmadılar.” der. Abdülmecîd Sivasî Efendi de; “Hüdayî bir Anka’dır ki, lâşeye tenezzül etmez.” cevabını verir. Birkaç gün sonra Hüdâyî Hazretleri ile karşılaşan Padişah; “Hediyeyi Sivasî Efendi kabul etti.” deyince Hüdâyî Hazretleri de; “Padişahım! Şeyh Abdülmecîd Sivasî bir deryadır ki, deryaya bir katre çirkef masiva düşmekle mülevves olmaz.” diyerek cevap verir.[6]
Bu güzel menkıbeden anlıyoruz ki Hüdâyî Hazretleri gibi veliler hiçbir kimseden veya kurumdan kişisel bir menfaati akıllarında geçirmedikleri gibi, talebelerine ders olması için Padişah’tan gelen hediyeyi dahi kabul etmemişlerdir. Abdulmecîd Sivasî Hazretleri’ne gelince o da Padişah’ın hediyesini bir laşeye benzetmekle bir ders vermiş, hem de iyi düşüncelerle Padişah’ın gönlünü kırmamak için o hediyeyi kabul etmiştir. Allahu â’lem belki de alıp ihtiyacı olan birisine vermiştir. Diğer taraftan şahsi hediyeler başka ümmetin ihtiyacı için kurulan müesseselerin ihtiyaçları için alınan destekler başkadır. Tarih boyunca devletler çeşitli vakıflara arsa ve bazı mekânları, tahsis etmişlerdir ki birçok hizmet böylelikle yürümüştür.
Bazı Rüyalar
Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin bazı rüyaların yorumlanması konusunda da Padişahlara yardım ettiği rivayet edilmektedir. Sultan I. Ahmed bir gece rüyasında sefere çıkmak için hazırlandığını görür. Hareket etmek isterken sırt üstü yere düşer! Ürperti ile uykudan uyanır. Bu rüyanın tabirini kime sorarsa tatmin edici bir cevap alamaz.
Padişah’a Aziz Mahmûd Hüdâyî’ye rüyayı tabir ettirmesi yönünde telkinler yapılır. O bunun üzerine rüyayı bir kâğıda yazar ve kapalı bir zarfla Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’ne gönderir. Mektubu ulaştıran haberci Hüdâyî Hazretleri’ne mektubu uzattığında Hüdâyî Hazretleri daha mektubu açmadan haberciye elinde önceden hazırlamış olduğu zarfı verir. Padişah zarfı açtığında rüyasının tabirini görür. Rüyasının tabirinde Allah’ın yeryüzünü en güçlü varlık olarak yarattığını Padişah’ın sırtının yerle temasının iki kuvvetin birleşmesi anlamına geldiğini Allah’a dayanarak ve güvenerek hareket ederlerse Padişah’ın zafer kazanacağını ifade etmiştir.”[7]
Yine Padişah Sultan Ahmed’e yazdığı bir mektup da aynen şöyledir: “Bu gün seherice beyne’n-nevm ve’l yakaze bir hitab varid oldu. Dokuz yüz doksan yedide düşman tahtı feth olur diye uyandım! Kazvin hatıra geldi. İnşâallah hayırdır.’ Seher vakti gördüğü bu rüya ile Kazvin’in bizim tarafa geçeceğine önceden haber verdiğine şahit oluyoruz. Elbette bu rüya gerçek bir keramettir. Padişahlara yazdığı mektuplarında bazı hadiseleri açıkça haber verdiği görülmektedir.”[8]
[1] Bkz. Hüdâyî, Divan-ı İlahiyat, s. 51.
[2] Bkz. Evliya Çelebi, Seyahatnâme, c. I, s. 214.
[3] Bkz. Ertan, Mehmet Emin, Aziz Mahmûd Hüdâyî, İstanbul, 2001, s. 46 Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Mahmûd Hüdâyî, İstanbul, 1990, s. 83.
[4] Bkz. Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Mahmûd Hüdâyî, İstanbul, 1990, s. 86,87.
[5] Bkz. Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Mahmûd Hüdâyî, İstanbul, 1990, s. 82.
[6] Bkz. Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, c. III, s. 257.
[7] Bkz. Ertan, Mehmet Emin, Aziz Mahmûd Hüdâyî, İstanbul, 2001, s. 46,47.
[8] Ertan, Mehmet Emin, Aziz Mahmûd Hüdâyî, İstanbul, 2001, s. 45.
Aydın BAŞAR
Yazar1. Pür-safâdır gönlümüz yârın hevâsıyla gezerÂşinâdır ol ki yârın âşinâsıyla gezer2. Gerçi kim aşkı anın yağmaya verdi varımızVarına fânî vücûd anın bekâsıyla gezer3. Devlet-i dünyâ vü mâ-fîhâ gözetme...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Cumhuriyet Devri Türk şiirinde çok farklı anlayışlara, dünya görüşlerine, türlü huy ve karaktere sahip şairler vardır. Diyebilirim ki onlar arasında en orijinal simalardan biri Ziya Osman Saba’dır.Ziy...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in ismi anıldığında salâvat getirmek kuşku yok ki dinimizin üzerimize yüklediği bir vazife ve Peygamber Efendimiz’in de üzerimizdeki bir hakkıdır. Kaldı ki; Yüce Allah (c....
Yazar: Aydın BAŞAR
Güzel insanlar başağa benzer. Siz onlardan biri ile tanışırsınız, sonra onlar sizi diğer güzel insanlarla tanıştırır. Güzel insanlarla tanışıp bilişmenin sayısız faydaları vardır. Sizi gül bahçelerind...
Yazar: Aydın BAŞAR