Ölüm Bize Ne Söyler
Doğduk ölmek için, ölürüz dirilmek için. Dirileceğiz hesaba çekilmek için. Hiçbir şey boşuna ve anlamsız değil. Güneş batar, yeniden doğmak için. Bu yüzden doğmak için batan güneşe, batışı zor gelmez. Çünkü batışın ardında doğuş vardır. Her gündüzün ardında karanlık bir gece vardır ama karanlık gece, ardından gelecek aydınlık gündüzün habercisidir.
Toprağa atılan her tohum, toprağın içerisinde çürümüştür belki, ama yeniden yeşermiştir. İnsan da öyledir. Topraktan yaratıldı, toprak üzerinde yaşayacak ve nihâyet ölüp toprağa geri döndürülecek. Ama o toprağın bağrında kalıcı değildir. İsrâfil (a.s.)’ın borusuyla beraber yeniden hayat bulacaktır.
Hayat Kitabı’mızda ölümle ilgili onlarca âyet vardır. Bu âyetler, bir yandan ölüm gerçeğini bize hatırlatır, bu dünyanın bizim asıl yurdumuz olmadığını ve burada geçici olduğumuzu, zamanı gelince buradan çekip gideceğimizi bize anlatırlar. Yine bu âyetler, ölümün bir bitiş ve yok oluş değil, tekrar diriliş sebebi olduğunu haykırırlar.
Ölümle ilgili âyetler bizi dünyevîleşmekten kurtarır, âhiret hazırlığı yapmaya bizi sevk eder ve bu şekilde hayatı anlamlı hâle getirir. Onun için inanan insan ölümden korkmaz, ölümü hatırlamaktan rahatsız olmaz. Tam tersine ölümü hatırlar ve hatırlatır. Bu şekilde kendini ölüm sonrası hayata hazırlar.
Öleceğini bilmek insanı şu geçici dünyaya bağlanıp kalmaktan kurtardığı gibi öldükten sonra dirileceğine inanmak da hayatı anlamlı hâle getirir. Şu dünyada yaptığı iyiliklerin tam olarak karşılığını gör(e)meyen insanlar, yaptıklarının karşılığını âhirette göreceklerini bilerek mutlu olurlar.
Yine şu dünyada yaptığı zulüm ve kötülüklerin tam olarak cezâsını çekmeyen insanlar, âhirette sorgulanacaklarını bilerek kötülüklerden uzak dururlar. Onların zulüm ve kötülüklerine mâruz kalan mazlumlar ise, âhirette haklarını alacaklarını düşünerek, “İyi ki âhiret var, hesap var.” diyerek tesellî bulurlar. Şimdi bu konudaki âyetleri birlikte okuyalım:
“Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O, güçlüdür, bağışlayandır.”[1]
“Her insan ölümü tadacaktır. Kıyâmet günü, ecirleriniz size mutlakâ ödenecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse artık kurtulmuştur. Dünya hayatı, zaten, sadece aldatıcı bir geçinmeden ibarettir.”[2]
“Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir.”[3]
“Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz.”[4]
“De ki; ‘Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız bilin ki, kaçmak size fayda vermeyecektir; kaçsanız bile az bir zamandan fazla yaşatılmazsınız.”[5]
“De ki; ‘Doğrusu kendisinden kaçtığınız ölüm mutlakâ karşınıza çıkacaktır; sonra; görüleni de görülmeyeni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O size işlediklerinizi haber verecektir.”[6]
“Birine ölüm gelip de; ‘Rabb’im! Beni yakın bir süreye kadar ertelesen de sadaka versem, iyilerden olsam.’ diyeceği zaman gelmezden önce, size verdiğimiz rızıklardan sarfedin. Bir canın eceli gelip çatınca, Allah onu aslâ geri bırakmaz; Allah, işlediklerinizden haberdardır.”[7]
“Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekincilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Âhirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnutluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir. Ey insanlar! Rabb’iniz tarafından bağışlanmaya, Allah'a ve Peygamber’ine inananlar için hazırlanmış, genişliği yerle göğün genişliği kadar olan cennete koşusun; bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah, büyük lütuf sahibidir.”[8]
“Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; ‘Şimdi tevbe ettim.’ diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azap hazırlamışızdır.”[9]
“Onlardan birine ölüm gelince; ‘Rabb’im! Ne olur beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim.’ der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.”[10]
“Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Ey insanlar! Sonra siz, kıyâmet günü Rabb’inizin huzurunda duruşmaya çıkacaksınız.”[11]
“Ey inananlar! Allah'tan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın; Allah'tan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.”[12]
“Ey inananlar! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak Müslüman olarak can verin.”[13]
Âyetlerden çıkarabileceğimiz dersleri de şöyle özetleyebiliriz:
Ölüm, tıpkı hayat gibi yadsınamaz ve görmezden gelinemez bir gerçektir. Ölümden korkmak ve kaçmak çare değildir. Ölüm, fânî olan her canlının tadacağı bir gerçektir.
Ölümü yaratan da hayatı yaratan da Yüce Allah’tır. O’nun her söylediğinde ve her eylediğinde sayısız hikmet vardır. O’nun hayatı yaratmasında sayısız hikmetler olduğu gibi, ölümü yaratmasında da sayısız hikmetler vardır.
Önemli olan ölümden ve ölenlerden ibret almaktır. Yüce Rabb’imiz isteseydi, bütün insanları aynı anda yaratır, aynı anda canlarını alırdı. Ama O, öyle yapmadı. İnsanlar birer ikişer dünyaya gelir oldular, dünyadan da benzer şekilde ayrılır oldular. Buradaki en önemli hikmet, gidenlerin kalanlara kalıcı bir ders vermesidir.
Onlar giderken sanki şöyle seslenirler: “Ben süremi doldurup gidiyorum, ama sen de öleceksin. Bâkî olan celal ve ikram sahibi Yüce Allah’tır.” Nitekim Hz. Ömer, sürekli hatırlamak için yüzüğüne kazıttığı şu cümle ile bu gerçeği gündemde tutuyordu; “Va’z olarak ölüm yeter!”
Gerçekten de ölüm, en etkili öğüt veren en tesirli vâizdir. Peygamberimiz de kabir ziyâretlerinde, mezarda yatanlarla konuşurcasına onlara selam verip şöyle dua ediyordu: “Allah’ın selamı üzerinize olsun, ey mü’min beldenin sâkinleri! Şüphesiz ki Yüce Allah’ın dilemesiyle vakti zamanı gelince bizler de sizlere katılacağız. Kendim ve sizler için Yüce Allah’tan âfiyet dilerim.”
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber/Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” diyen şair de bu gerçeği ne güzel ifade eder: Minarede “Ölü var!” diye bir acı salâ... Er kişi niyetine saf saf namaz... Ne âlâ! Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ! Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...
Oysa şimdiye kadar aramızdan birer ikişer ayrılıp gidenlerden, ellerimizle toprağa verdiklerimizden, yanı başından defalarca geçip gittiğimiz kabirde yatanlardan ibret alsaydık bu kadar dünyevîleşir miydik? Bu kadar yanlış işleri yapar mıydık? Bu kadar birbirimizi kırar, birbirimizin hakkına girer miydik? Bize sayısız nimetleri bahşeden Yüce Rabb’imize karşı bu kadar sorumsuz ve ihmalkâr olur muyduk?
İnansın inanmasın her insan ölüm anında âhiret gerçeğini anlar, son nefesini verirken inanmak ister, hayata yeniden dönmek ister, iyi ise daha iyi, kötü ise iyi olmak ister... Ama bu son pişmanlık, ölüm meleğini görünce yapılan tevbe hiç kimseye fayda vermeyecek, dünyadaki süresini tamamlayıp ölümü tadan kimse, bir daha bu dünyaya geri gelmeyecektir.
Zira Yüce Rabb’imiz, mükellef çağını yaşamış her insana bu dünya hayatında aklını kullanıp değerlendirebileceği bir fırsatı tanımıştır: “Cehennemde onlar; ‘Rabb’imiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş işleyelim.’ diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: ‘Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadınız, zâlimlerin yardımcısı olmaz.”[14]
Önemli olan ölümü öldürebilmek, ölmeden önce ölebilmek, öleceğinin farkında olup ölüm sonrası hayata hazır olabilmek ve son nefeste ölüm meleğine gülebilmek ve ölümü “Dosta kavuşma/vuslat vesilesi” görerek düğün gecesine çevirebilmektir. Öyleyse ey hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir. Mezarda geçer akçe, neyse onu biriktir.
Unutmayalım ki ne kadar hırslanırsak hırslanalım, bu dünya hayatı sonludur. Bize bu dünya hayatında tanınan süre değişmeyecektir. Asıl olan, bu dünyadan âhirete azıkla gidebilmektir. Öte âlemde geçerli olan azık ise iman ve sâlih ameldir. Ve insan yaşadığı gibi ölecek ve öldüğü hal üzere dirilecektir.
O halde bir taraftan kul olarak bize düşeni yaparken bir yandan da Kur’ân’ın dualarıyla Rabb’imize yalvaralım:
“Rabb’imiz! Doğrusu biz Rabb’inize inanın diye inanmaya çağıran bir çağrıcıyı işittik de iman ettik. Rabb’imiz! Günahlarımızı bize bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyelerle beraber al. Rabb’imiz! Peygamberlerinle vaad ettiklerini bize ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsın.”[15]
“Rabb’imiz! Bize sabır ver ve canımızı Müslüman olarak al.”[16]
“Ey göklerin ve yerin yaradanı! Dünya ve âhirette işlerimi yoluna koyan sensin; benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilerin arasına kat.”[17] Yüce Rabb’im encâmımızı/âkıbetimizi hayreylesin, bizlere hüsn-i hâtimeler nasip eylesin. Âmîn.
[1] 67/Mül,k 2.
[2] 3 Âl-i İmrân, 185.
[3] 4/Nisâ, 78.
[4] 29/Ankebût, 57.
[5] 33/Ahzâb, 16.
[6] 62/Cuma, 8.
[7] 63/Münâfikûn, 10-11.
[8] 57/Hadîd, 20-21.
[9] 4/Nisâ, 18.
[10] 23/Mü’minûn, 99-100.
[11] 39/Zümer, 30-31
[12] 59/Haşr, 18.
[13] 3/Âlu İmran 102.
[14] 35/Fâtır 37.
[15] 3/Âl-i İmrân, 193-194.
[16] 7/A’râf, 126.
[17] 12/Yûsuf, 101.
Ali AKPINAR
YazarGönül dünyası, insanı şekillendiren merkezdir. İnsanın iyi-güzel olması öncelikle gönlünün iyi-güzel olmasıyla mümkündür. Aynı şekilde bugün özlemini çektiğimiz toplumsal birlik ve beraberliğin gerçek...
Yazar: Ali AKPINAR
Ergün Amca her gün yaptığı gibi ikindiye bir saat kadar evvel Üsküdar Yeni Camii avlusunda oturur ve camiye ziyaret için gelenlere caminin mimarî ve tarihî yapısı ile ilgili bilgiler verir. Kafasında ...
Yazar: Aydın BAŞAR
HAPİSHÂNELERDE ESERLER YAZAN BİR ÂLİM: Âlimlerin Güneşi İmam SerahsîOnun unvanı, Şemsüleimme yani Âlimlerin Güneşi’dir. Bugün Türkmenistan-İran sınırında bir kasaba olan Serahs’ta doğmuştur. Vefât tar...
Yazar: Ali AKPINAR
Senin emrine mahkûm cümlesidir taht-ı hükmündeKamu mahlûk u âlem ins ü cân arz u semâ yâ Rab(Ey Rabb’im! Bu dünyadaki yer, gök, insan ve cinler, yaratılmış olan bütün varlıklar Senin hükmün altındadır...
Yazar: Vedat Ali TOK