Ölüm Gerçeği Ve Âhiret İnancı
Her bidâyetin bir nihâyeti vardır. Bizler fânî varlıklarız. Bâkî olan sadece Yüce Allah (c.c.)’tır.
Esas olan O’nun istediği gibi bir hayatı yaşayabilmektir. İnsan hayatı, doğum ve ölüm arasında belirli ve sınırlı, başı ve sonu olan bir zaman diliminden ibarettir: Çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerini kapsar. O kaçınılmaz gerçekle hangi dönemde, nerede ve nasıl karşı karşıya geleceğimiz meçhulümüzdür.
İhtiyarlık dönemine erişmeden “gök ekini biçmiş gibi” gençliğinin baharında gidenler de vardır. Kur’an’da geçen bir âyette, “Ölümü ve hayatı yaratan Allah’tır.”[1] buyrulur. Bir başka âyette ölüm olgusu, “O’ndan geldik, yine O’na döneceğiz.”[2] şeklinde ifade edilir. Bu sebeple ölüm ötesi hayata imanımız tam olmalıdır.
İslâm kültüründe ölüm olgusuna; “sevgiliye kavuşma”, “ten kafesinden kurtuluş”, “mekân değiştirme”, “sırlanma”, “Hakk’a vuslat” gibi anlamlar verilmiştir. Ayrıca ölüm ötesi hayata inanma, “Allah’a rağmenliği” besleyen duyguların etkisinde gelişen negatif dünyevîleşmeyi aşmada insana yardımcı olur.
Ebedîlik düşüncesinin buraya, şimdi’ye değil, öte’ye ait olduğunu insan bilincinde sürekli yaşatır. Bu inanç, insan yaşamını altüst edecek acı ve ızdırapları, gönül huzuruna çevirir, insanı kendisiyle, çevresi ve toplumuyla barışık hale getirir. Güçlü âhiret inancı, yüce hedeflere ulaşmayı arzu eden insana, yaşama sevinci kazandırmakla kalmaz, hayatında karşılaşabileceği bütün olumsuzluklara karşı, direnme gücü verir.
İslâm inancına göre âhiret, ölümden sonra başlayan ve mahşerdeki dirilişten sonra ebedîyete kadar devam edecek olan hayat demektir. Kur’an-ı Kerim’de âhiret gününe; orada mü’minler Allah’a kavuşacakları için “kavuşma günü”[3], insanlar ve bütün mahlûkât bir araya toplanacakları için “toplanma günü”[4], Allah’a iman etmeyenlerin kaybetmelerinden dolayı “aldanma günü”[5], herkesin kabirlerinden çıkacağı için “çıkış günü”[6] ve kâfirlerin âhirete dönme istekleri sebebiyle “hasret günü”[7] gibi pek çok isim verilmiştir.
Âhiret gününe iman, İslâm’ın temel inançlarından birisidir. Bu konuda gerek Kur’an’da ve gerekse Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerinde birçok delil vardır. Bakara Suresi’nin ilk âyetlerinde “kesin olarak âhirete iman etmek” vurgulanmıştır.[8] Bir başka âyette, “…Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.”[9] buyrularak âhireti inkâr eden kimsenin dalâlet içinde olacağı belirtilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de iman esasları içerisinde âhiretin gerçek olduğuna inanmayı saymıştır.[10]
Âhirete inanmanın gerekliliği konusunda birçok sebep göstermek mümkündür. Başta bütün peygamberler, kıyâmetten, insanların hesaba çekileceğinden, dünya hayatından sonra ayrı bir hayat kurulacağından, iyilerin cennette, kötülerin cehenneme gideceğinden söz etmişlerdir.
İnsan, toplumsal bir varlıktır. İnsandaki adâlet duygusu, âhirete inanmayı zorunlu kılar. Çeşitli sebeplerden dolayı bu dünyada birçok insan işlediği suçun cezâsını tam anlamıyla çekmemekte, birtakım haksızlıklar meydana gelmektedir. Bu açıdan, adâletin tam olarak gerçekleşeceği âhiretin olması zorunludur.
İnsandaki sonsuzluk ve ebedîlik duygusu, kesin olarak âhirete inanmanın bir parçasını oluşturur. Zira insana bu isteği ve duyguyu veren, Yüce Allah’tır. İnsan ebedîliği bu dünyada değil, âhirette aramalıdır. İşte gerçek anlamda diriliş gününe inanan bir kimse, ebedîliği burada değil, ötede bulacağını bilir, ona göre bir yaşam biçimi belirler. Çünkü dünya âhiretin tarlasıdır.
Hasat günü, ölüm ötesi hayatta olacaktır. Bu sebeple dünya hayatını sâlih amellerle süslemeliyiz ve ebedî hayatımızın mâmur olması için ölmeden ve kendi kıyâmetimiz kopmadan önce ciddî hazırlık yapmalıyız. Ölümün ne zaman ve nerede geleceği belli değildir. Bizlere dünyaya gelmeden önce “Dünyaya gitmek ister misin?” diye sorulmadığı gibi bu dünyamızı terk ederken de “Ne zaman ölmek istersin?” diye sorulmayacaktır. Akıllı kimse hazırlığını önceden yapmalıdır.
Unutmayalım ki, beden kafesinden “can kuşu” uçtuğu zaman ilk durak, kabir hayatı olacaktır. Kabir hayatı âhiret duraklarının ilkidir. Vefat eden kimsenin kabre vardığı zaman karşılaşacağı şey, kabir sualidir. Münker ve Nekir melekleri kabre konulan insana; Rabb’inden, dininden ve Peygamber (s.a.v.)’inden soracaklardır. Bu sorulara müsbet cevap verenlerin kabri cennet bahçelerinden bir bahçe, olumsuz cevap verenlerin kabirleri de cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır. Buna delâlet eden birçok âyet ve hadis vardır.
Kabir hayatının ne kadar süreceğini Allah’tan başka kimse bilemez. Büyük kıyâmetin kopuşu dört büyük melekten birisi olan İsrâfil (a.s.)’ın sûr denilen ve ancak mâhiyetini Yüce Allah’ın bildiği bir şeye üflemesiyle kıyâmet kopacaktır. Sur’a üflenince O’nun diledikleri müstesnâ, göklerde ve yerde olanların hepsi düşüp öleceklerdir. İkinci defa sûr’a üflenince herkes dirilmek suretiyle kabirlerinden kalkıp mahşer meydanına doğru akın edip orada toplanacaklardır.[11]
Mahşer çok sıkıntılı bir zaman dilimidir. Herkes bir an önce büyük mahkemenin kurulmasını ve hesabın bir an önce görülmesini ister. O gün yazıcı melekler tarafından tutulan amel defterleri sahiplerine verilecektir. İman edip sâlih amel işleyenlere amel defterleri sağdan; kötülükleri sebebiyle cehenneme gidecekler için amel defterleri de soldan verilecektir.[12]
Diğer taraftan organların konuşacağına dair bir haber de şöyledir: “Yapmış olduklarına; dilleri, elleri ve ayaklarının aleyhlerine şâhitlik edeceği gün onlar için çok büyük bir azap vardır.”[13] Bir başka âyette de, “Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.” buyrulur.[14]
Öte yandan, mahşer meydanında teraziler kurulacaktır. Burada sevap ve günahlar tartılacaktır: “Biz kıyâmet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir şekilde adâletsizlik edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adâlet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.”[15] “Artık kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa, işte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir. (Çünkü onlar) ebedî cehennemdedirler.”[16] Mîzânın gerçek olduğuna inanmak, kıyâmet günü mü’minlerin sevincini, kâfirlerin de kederini ve hüznünü artırır.
Mahşer günü amellerin tartılmasından sonra günahkâr mü’minin bağışlanması, günahı olmayanların ise, derecelerinin yükseltilmesi için bazı kimselere şefâat etme izni verilecektir. Bu da yüce Allah’ın bir lütfu olarak gerçekleşecektir.
Kur’an’dan şu âyetler şefâatin varlığına delildir: “(Onlar) Allah rızâsına ulaşmış olanlardan başkasına şefâat etmezler.”[17] “Arş’ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunan (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler. Mü’minlerin de bağışlanmasını isterler. ‘Ey Rabb’imiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru!’ (derler).”[18]
Hz. Peygamber (s.a.v.) de, “Benim şefâatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” buyurmuşlardır.[19] Bu âyetlerden ve hadisten anladığımız kadarıyla Allah’ın izin verdiği kimseler günahkârlara şefâat edecektir. Ancak hiçbir put ve sahte tanrı şefâat edemeyecektir. [20]
Şefâat olayı gerçekleştikten ve hesap görüldükten sonra, sırat üzerinden cennetlikler hızla geçecek, cehennemlikler de ateşin üzerine düşeceklerdir. Bir başka açıdan, cennet ehli cehennemin kapısına uğrar, cehennem ehli orada alıkonularak içeri alınır, cennet ehli ise oradan geçerek kurtulur.
Bu durum şu âyette açıklanan manaya uygundur: “İçinizden oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu Rabb’in için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız; zâlimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.”[21] Bu âyette de ifade edildiği gibi cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme gideceklerdir.
Sonuç olarak, akıllı insan dünya imtihanını tamamlamadan önce âhiret azığını hazırlamalıdır. Son pişmanlık fayda vermez. Bu konularda gaflete düşülmemelidir. Ölüm meleğinin nerede, hangi yaşta ve ne zaman geleceği belli değildir. Belli olan, her canlının bir gün ölümü tadacağı gerçeğidir.
Onun için âhiret gününde yaptıklarından hesaba çekileceğine inanan bir kimse erdemli bir hayat yaşamalı ve dinî sorumluluklarını yerine getirmelidir. Her insan, iyiliklerin ve kötülüklerin ortaya çıkacağı gün gelmeden, “Müslüman olmam bana neyi gerektiriyor?” sorusunu kendine sormalı ve gereğini bu dünyada yerine yapmalıdır. Çünkü kurtuluşun reçetesi; iman, sâlih amel, hakka çağrı ve sabırdır.
[1] 67/Mülk, 12.
[2] 2/Bakara, 156.
[3] 40/Mü’min, 15.
[4] 64/Tegâbün, 9.
[5] 64/Tegâbün, 9.
[6] 50/Kâf, 34.
[7] 19/Meryem, 39.
[8] 2/Bakara, 4.
[9] 4/Nisâ, 136.
[10] Bkz. Müslim “İman” 1.
[11] Bkz. 36/Yâsîn, 51: 39/Zümer, 68.
[12] Bkz. 84/İnşikâk, 7-12: 69/Hâkka, 19-35.
[13] 24/Nûr, 24.
[14] 41/Fussilet, 22.
[15] 21/Enbiyâ, 47.
[16] 23/Mü’minûn, 102-103.
[17] 21/Enbiyâ, 28.
[18] 40/Mü’min, 7.
[19] Tirmizi “Sıfatü’l-Kıyâme” 2359.
[20] 74/Müddessir, 48.
[21] 19/Meryem, 71-72.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarBenim destansı hikâyem,Ahlat mezar taşlarında,Öz geçmişim, öz semâyem,Ahlat mezar taşlarında…Hem sanatkâr, hem de dâhi,Selçuklunun taş semahı,Bin senelik Türk tarihi,Ahlat mezar taşlarında…Sekiz bin t...
Şair: Halil GÖKKAYA
Vakıf, Arapça bir kelime olup, “durmak, durdurmak ve haps etmek” gibi anlamlara gelir.[1] Istılâhta ise, bir mülkün menfaatini insanlara tahsis edip, “ayn”ını Allah’ın mülkü hükmünde, temlik ve temell...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Arapçada “eş-şerîke” ve “eş-şirk” şeklinde kullanılan şirk sözcüğü, “ortaklık” mânâsına gelir. İtikâdî anlamda şirk, Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olduğunu kabul etmek, O’ndan b...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Şiâr, sözlükte, “bir şeyin kendisine özgü niteliklerine kılavuzluk eden alâmet, nişan, sembol, parola” anlamlarına gelir. Çoğulu, şeâir olup, bir şeye alem kılınan, bir şeyle alâmetlendirilen he...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ