Tarihe Yolculuk: Medeniyet Merkezi Ahlat
Ahlat, Doğu Anadolu Bölgesinin, Yukarı Murat -Van Bölümü’nde, Süphan ve Nemrut Dağları arasında bulunan plato üzerinde kurulmuş, Bitlis iline bağlı, 34.000 nüfuslu bir ilçe merkezidir. Doğa ve tarihî güzellikleri daima ilgi odağı olarak kalmasını sağlamıştır.
Asya’dan Anadolu’ya uzanan yolların üzerinde bulunması, Doğu Anadolu’ya göre ılıman iklimi, su kaynakları, bereketli toprakları hayatı kolaylaştırmış ve tercih edilen coğrafya şeklini almıştır. Bu özellikleriyle tarihin her döneminde bölgedeki büyük güçlerin dikkatini çekmiştir.
Bu nedenle tarihî süreç içindeki işgaller ve yağmalamalar, daima önemli yerleşim yeri olan Ahlat toprakları üzerinde kurulan ileri medeniyetlere ait tarihî eserlerin, her el değiştirmede tahrip olmasına neden olmuştur. Büyük medeniyetlerin kurulması ise bu alanı medeniyetler merkezi, kültürel etkileşim havzası şekline getirmiş etkileşime açık bir coğrafya özelliği kazandırmıştır.
Selçuklu Dönemi Ahlat
Selçuklu Dönemi’nde Ahlat, Türk tarihi açısından önemli merkezlerden biri hâline gelmiştir. Alparslan Devri’nden itibaren (1063) Anadolu’ya yapılan akın ve fetih hareketlerinde bir üs olarak kullanılmıştır. Selçukluların büyük emirlerinden Afşin Bey Ahlat’tan Anadolu içlerine akınlar düzenlemiş, Alparslan da 1071’de Ahlat üzerinden Malazgirt’e giderek Ahlat’ı stratejik bir alan olarak kullanmıştır.
Aynı yıl Ahlat’ın Emir Sunduk’un idaresinde olduğu ve Bizans İmparatoru’nun Ahlat üzerine sevk ettiği öncü kuvvetlerini mağlûp ettiği bilinmektedir. XI. yüzyıl boyunca İslâm medeniyeti kimliğini muhafaza eden Ahlat önemli bir kültür merkezi hâline gelmiştir. XII. yüzyılın başlarından itibaren Ahlatşahlar hanedanının başşehri olan Ahlat, İslâm âleminin en büyük şehirlerinden biri hâline gelmiş ve tarihinin en parlak devrini yaşamıştır. Gelecek nesillere çok önemli bir miras olan Ahlat; sanat, tarih ve doğa üçlüsü içerisinde muhteşem bir merkez hâlini almıştır.
Şehir 1226 sonbaharında Celâleddin Harizmşah tarafından kuşatıldı. Vali Hüsameddin Ali Ahlat’ı başarıyla müdafaa etti ve yaklaşan kışın da etkisiyle Harzemşahlar muhasaraya son vermek zorunda kaldı. 1229’da Ahlat’a İzzeddin Aybeg vali tayin oldu. Aynı yılın sonbaharında Celâleddin Harzemşah şehri tekrar kuşattı. Sekiz ay süren kuşatma yüzünden pek çok kişi açlıktan öldü, halkın büyük bir kısmı da şehri terk ederek sağa sola dağıldı.
18 Nisan 1229’da Ahlat zapt edildi ve Celâleddin Harzemşah’ın muhalefetine rağmen şehir üç gün boyunca görülmemiş biçimde yağmalandı. Selçuklu himayesinde olan Ahlata Harzemşahlar’ın bu şekilde zor kullanarak almaları İslâm dünyasında ki itibarlarını zedeledi. Hatta Selçuklular’ın Moğallara karşı düşünmüş olduğu ittifak dağılmış oldu.
Bu felâketten birkaç yıl sonra başlayan Moğol istilâsı sebebiyle Ahlat eski önemini kaybederek metruk bir şehir hâline geldi. Moğollar yağma ve zulümleri ile bu medeniyet merkezini tahrip ettiler. Bir zamanlar pek çok hükümdarın göz diktiği Ahlat’a bu dönemde kimse sahip çıkmak istemiyordu. Nihayet Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad, veziri Ziyaeddin Karaarslan’ı göndererek (1232) Ahlat’ta iskân ve imar faaliyetini başlattı ve Sinaneddin Kaymaz da subaşı tayin edildi. Şehir tekrar imar edilmeye başladı, ta ki Alaadin Keykubatın vefatı ve Kösedağ yenilgisine kadar.
Kösedağ Savaşı Sonrası Ahlat
Moğollar Kösedağ Savaşı’ndan sonra Ahlat’ı istilâ edip Gürcü kumandanı Prens Avak’ın kız kardeşi Tamtam’a verdiler (1243). Şehrin 1360’ta Moğol beylerinden Hızır Şah’ın idaresinde olduğu görülmektedir. Hızır Şah’ın daha sonra burayı tekrar Bitlis hâkimlerine terk ettiği sanılıyor. Bitlis hâkimi ile akrabaları olan Muş ve Ahlat hâkimleri Karakoyunlular’ın aksine Timur’a baş eğmeyi siyasetlerine daha uygun bulmuşlardı.
Timur Devri’nde Ahlat’a hâkim olan Emir Muhammed ya Bitlis hâkimleri hanedanına mensuptu veya Bitlis hâkimi Şemseddin adına burayı idare etmekteydi. Karakoyunlu İskender Mirza Erciş, Adilcevaz ve Ahlat yörelerinde harekâtta bulunan Timur’un oğlu ve halefi Şâhruh’un ülkesine dönmesinden sonra Bitlis, Ahlat ve diğer bazı şehirlere hâkim olan Emir Şemseddin’i yakalattı (1422) ve Ahlat hisarının teslim edilmemesi üzerine onu şehrin önlerinde öldürttü (1423). Fakat hisar ele geçirilemedi.
Bitlis de üç yıl kuşatılmasına rağmen fethedilemedi. Buna karşılık İskender 1425’te Van ile diğer bazı kaleleri zaptetti. Ahlat ise hiçbir zaman Karakoyunlular’ın doğrudan eline geçmemiştir. Böylece, Karakoyunlu Kara Yusuf Beg’in türbe ve mezarının Ahlat’ta bulunduğu ve buna bağlı olarak Karakoyunlular’ın Ahlat’a hâkim oldukları şeklindeki görüşlerin bir değeri kalmamıştır. Kara Yusuf Bey’in türbe ve zaviyesi ise ata yurdu olan Erciş’te bulunmaktadır.
Karakoyunlu Cihan Şah Mirza 1452 ve 1457 yıllarında Ahlat ve Bitlis Bölgelerini yağmalayarak pek çok kişiyi esir aldığı gibi 1462’de de dört kumandanını gönderip Ahlat’ı muhasara ettirmiş, fakat vergi karşılığında kuşatmayı kaldırmaya ikna edilmişti. Daha sonra Cihan Şah Mirza’nın yerini alan Akkoyunlu Uzun Hasan Bey Bitlis ve Ahlat üzerine ordu sevk etti, fakat Bitlis hâkimi İbrahim Bey’in annesinin gayretiyle barış yapıldı. 1472’de Bayındır Bey altı ay süren kuşatmadan sonra Ahlat’ı ele geçirdi ve kaleyi yıktırdı. Bayındır’ın ölümünden sonra Ahlat, oğlu Muhammed tarafından idare edildi. (1481-1488)
Osmanlı da Ahlat
Çaldıran Seferine giden Yavuz Sultan Selim’den Tercan yakınlarında kendisine ulaşan Ahlatlılar “ecdat mezarlarının bulunduğu” Ahlat’ta bir kale yaptırmasını istemişlerdir. Yavuz Sultan Selim bu isteği olumlu bularak Ahlat’a bir kale yapılması emrini vermiştir. Zaman zaman İran yönetimlerinin de eline geçen Ahlat Kanûnî Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi esnasında tekrar Osmanlılar’a bağlanmıştır.
Kanûnî’de Ahlat Kalesi’nin güçlendirilmesini ve bir iç kale yapılması emrini vermiştir. Ahlat, Adilcevaz ve Erciş, Irakeyn Seferi (1533-1535) sonunda Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Ancak Safevîler bir müddet sonra Van ve Erciş’i geri aldılar. Kanûnî Şah Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza’nın İstanbul’a gelerek yardım istemesi üzerine İran seferine çıktı, fakat sadece Van Kalesi alınabildi. Bunun üzerine Şah Tahmasb Doğu Anadolu’da tahribata giriştiği gibi Avşar Şah Kulu Sultan’ı da Ahlat tarafına gönderdi. Bu Safevî saldırıları sırasında Ahlat Kalesi yerle bir edildi.
Osmanlılar birkaç yıl sonra Ahlat için göl kıyısında yeni bir hisar inşa etmişler ve yeni Ahlat da burada kurulmuştur. Kırk bir yıl devam eden Osmanlı-Safevî mücadelesi 1555’te imzalanan Amasya Antlaşması’yla sona erdi. Fakat çeşitli sebeplerle Moğol istilâsından itibaren ehemmiyetini kaybetmeye başlayan şehir, Safevîler ve Osmanlılar zamanında Van gölü havzasının en sönük şehirlerinden biri hâline geldi.
1635 yılında Revan Seferi’ne çıkan Sultan IV. Murat Ahlat’a uğramış Karmuç (Yeniköprü) da konaklayarak Ahlat’taki ecdat mezarlarını ziyaret etmiştir. 1639 yılında İran’la yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan sonra artık doğu sınırları çok uzun zaman değişmemiş ve Ahlat tarihteki ihtişamından uzak olmasına karşın daima Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır.
Kâtib Çelebi Ahlat’ın elma ve kaysısı meşhur, bağlık bahçelik bir şehir olduğunu kaydeder. 1655 yılında Ahlat’a uğrayan ve şehir hakkında geniş bilgi veren Evliya Çelebi de Van Gölü’nde tutulan balıkların Acem tüccarlarına satıldığını ve elde edilen parayla da Van çevresinde görevli askerlerin ulûfelerinin karşılandığını söyler.
Güzel Bir Menkıbe
1914 yılında uğradığı Rus işgalinden 21 Şubat 1916 yılında kurtulmuştur. 1916 yılında I. Cihan Harbi’nin bütün hızıyla devam ettiği bir dönemde Ruslar geçtikleri yerleri talan ederek Ahlat’a varır. Akşam saatlerine doğru şehre yaklaşan Rus birlikleri kısa süre sonra asıl birliklerle birleşerek Ahlat’ın girişinde mevzilenirler. Akşamın alaca karanlığında karşıda görülen manzara müthiştir. Dev bir ordu kendini gizleme ihtiyacı bile duymadan Rusların tam önünde dimdik durmaktadır.
Rus komutanının emriyle yoğun bir yaylım ateşi başlar. Fakat beyhude karşı tarafta hiçbir hareket yoktur. Ne kaçarlar ne de gizlenirler. Onca kurşuna rağmen yerlerinden bile kıpırdamazlar. Ateş emri tekrarlanır ancak karşıdaki manzara değişmez. Rus ordusu karanlığın koyulaşmasıyla ateşi keser ve sabahı beklemeye başlar. Günün ilk ışıklarıyla gördükleri manzara karşısında adeta şok geçirirler. Koca Rus ordusunu durduranlar her biri insan boyundan uzun mezar taşları olduğu görülür.
Cazibe Alanı Ahlat
Ahlat Tanzimat’tan sonra Van eyaletinin Van sancağına, II. Abdülhamid devrinde ise Bitlis vilayetine bağlanmıştır. 1892-93 yılına ait Bitlis vilayeti Salnâmesi’ne göre Ahlat yedi mahalleden meydana geliyordu ve ikisi hisar içinde olmak üzere yedi cami vardı. Günümüzde Ahlat’ta tarihî ve mimarî değeri olan altı kümbet, üç mescid ve bir kale vardır. Ahlat özellikle sanat değeri yüksek mezar taşlarıyla meşhurdur.
Kitabeleri okunan mezar taşlarından dördü Ahlatşahlar, sekizi Eyyubîler, elli dördü Moğollar, dördü Bitlis hâkimleri (Rûzegîler), dördü de Safevîler devrine aittir. Akkoyunlu hanedanından Bayındır Bey’in türbesi Ahlat’ın en güzel âbidelerinden biridir. Osmanlı Devri’nde yapılan eserlerin başında, Kanûnî zamanında göl kıyısında inşa edilen hisar gelir.
Hisar II. Selim devrinde bir dış kale ile çevrilmiştir. Hisarın yanında İskender Paşa Camii (1564) ile bir hamam, dış kale kısmında da Kadı Camii (1584) bulunmaktadır. Medeniyet ve kültür merkezliği yapmış olan Ahlat muhteşem sanat eserleriyle tezyin olduğu görülürken çok güzel doğa harikası yerlerinin de olması bu merkezi cazibe alanı hâline getirmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Resul KESENCELİ
YazarBeyitSaâdetdir o yârın uğruna cânı nisâr etmekKabâhatdır ana cân vermeyip de i’tizâr etmek(O sevgilinin uğruna can vermek âşık için mutluluk kaynağıdır. O sevgiliye can vermek yerine özür beyân etmek ...
Yazar: Resul KESENCELİ
Müezzin deyince hayyalel felah,Salihe ahiddir sabah ezanı.Diriye şifadır ruha inşirah,Gafile lahiddir sabah ezanı.Bülbüller seslenir uyuyan kula,Erkeğe kadına bekara dula,İster ki müminler miracı bula...
Yazar: Yaşar ÖZKAN
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bu gazelini şu olay üzerine yazdığını anlatmıştır: Bir gün Aşağıulupınar’da sohbet olduğunu duyduk. Ahmet Nuri Ağabeyimle birlikte gittik. Gittiğimizde bize kapıyı açmayı...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ağrı Dağı/Nuh’un GemisiAğrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevî özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahi...
Yazar: Resul KESENCELİ