Nûreddîn-zâde Muslihuddîn Mustafa Efendi
Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin Üstâdlarından: Nûreddîn-zâde Muslihuddîn Mustafa Efendi ve Gönül Dünyasından Yansımalar
Nûreddîn-zâde, Belgradlı Münîrî (ö. 927/1521) tarafından “Zamanımızın Hasan-ı Basrîsi”,[1] Atâî’nin (ö. 1045/1635) ifadesiyle “Yûsuf-ı Mısr-i İrfân”[2] övgüsüne muhatap olmuş, on altıncı yüzyılın önde gelen gönül erlerindendir.[3] Halvetiyye Tarikatı’na mensup olan Nûreddîn-zâde Muslihuddîn Efendi, Üftâde Hazretleri’nin (ö. 980/1580) meşhûr halîfesi ve Celvetiyye yolunun pîri olan Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin (ö. 1038/1628) de üstâdıdır.[4] Bu çalışmada döneminin mânevî yönünü derinden etkileyen isimlerinden biri olan Nûreddîn-zâde’nin hayatına, eserlerine, halîfelerine ve gönül dünyasından yansıyan hakîkat ışıklarına dikkat çekilecektir.
Nûreddîn-zâde Mustafa Muslihuddîn Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Halîfeleri
908/1502’de Filibe’nin (Pilovdiv) Köpsi Nahiyesi Ambarlı köyünde doğan Nûreddîn-zâde küçük yaşlarda ilmî faaliyetlere başlar ve uzunca bir süre “Mîrim Kösesi” olarak tanınan Muhammed Efendi’den (ö. ?) dersler alır.[5] Sofyalı Bâlî Efendi’nin mânevî tedrisinden geçen Nûreddîn-zâde,[6] kısa sürede şeyhinden icazet alıp Sofya Sancağı’na bağlı Tatarpazarcık’ta irşad faaliyetlerine başlar.[7]
Daha önce ifade edildiği gibi Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin de şeyhi olan Nûreddîn-zâde,[8] Ahmed-i Şernûbî (ö. 994/1585),[9] Hâşimî Emir Osman Efendi (ö. 1003/1595),[10] Abdülmü’min Efendi (ö. 1004/1595),[11] Bosnalı Ali Dede (ö. 1007/1598),[12] Ali Kemâlî Efendi (ö. 1012/1603),[13] İznikli Vahyî-zâde Mehmed Efendi (ö.1018/1609),[14] Nefâyisî Hasan Efendi (ö. 1020/1611),[15] Tatar İsa Efendi (ö. 1031/1622),[16] Zâkirî Hasan Efendi (ö. 1032/1623),[17] İbrahim-i Kırîmî (ö. 1042/1632)[18] ve Fazl-ı İlâhî Efendi’ye (ö. ?) hilâfet vererek onları irşâd ile görevlendirir.[19]
Kısa sürede geniş kitlelere hitap eden bir hizmet çapına ulaşan Nûreddîn-zâde, siyasî emelleri olduğu gerekçesiyle İstanbul’a şikâyet edilir.[20] Nûreddîn-zâde, hakkındaki iddiaları öğrenince devletin kendisini çağırmasını beklemeden İstanbul’a gider, bir müddet Zeyrek Camii’nde kalır.
Cuma günleri namazdan sonra yapılan tefsir derslerinde Nûreddîn-zâde’nin âyetlerle ilgili değerlendirmeleri Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin (ö. 982/1574) dikkatini çeker. Nûreddîn-zâde’yi bu ilmî toplantılar vesilesiyle yakından tanıyan Şeyhülislâm, onun hakkındaki iddiaların asılsız olduğuna ikna olmuştur. Bu gelişmelerin ardından ailesini almak üzere Tatarpazarcık’a giden Nûreddîn-zâde, dönüşte Küçük Ayasofya Dergâhı’na yerleşir.[21]
Nûreddîn-zâde, bu girişimleri ile hakkındaki suçlamaları bertaraf eder, aynı zamanda hizmetinin sürekliliğini sekteye uğramaktan kurtarır ve şer’î şerîf çizgisindeki hizmetlerini geniş kitlelere ulaştırma noktasında fırsatlar elde eder.[22] İstanbul’daki faaliyetlerinde Nûreddîn-zâde, vaaz, irşâd ve sohbetlerle birlikte hadîs ve tefsîr dersleri yapar.
Zâhir ve bâtın ilimlere olan vukûfiyeti ve etkili sohbetleri sayesinde her kesimden halkla beraber, devlet erkânı ve ulemâ da onun meclislerine devam eder.[23] Nûreddîn-zâde, 22 Zilkâde 981/3 Mart 1574 tarihinde İstanbul’da vefat eder ve bugünkü Edirnekapı Şehitliği Sırt Tekkesi’ne defnedilir.[24] Vefatına “Hayru’l-amel” ve “Vâ şeyh-u dîn” terkipleri ile tarih düşülür.[25]
Velûd bir müellif olan Nûreddîn-zâde, Şerhu’n-Nusûs,[26] Şerhu Menâzili’s-sâirîn,[27] Şerhu’l-Vâridât veya er-Redd ale’l-Vâridât,[28] Kadir, Asr ve İhlas Sureleri Tefsiri,[29] Risâle fi’l-Mi’râc,[30] Fezâilü’l-Cihâd,[31] Makâle fî avâlimi’l-külliyye,[32] Tercüme-i fıkh-ı Geydânî,[33] Risâle fi rü’yeti Mustafa b. Nureddin fi menâmihî Resûllüllah (sav),[34] La ilahe İllallah, Allah, Hû, Hakk, Hayy, Kayyûm, Kahhâr İsm-i Şerifleriyle Zikir Usulü Hakkında Risâle,[35] Risâle Müteallika fi’l-hukmi ve’l-mahkûm[36] ve Fukarâya Nasîhat[37] adlı eserleri kaleme almıştır.[38]
Nûreddîn-zâde Mustafa Muslihuddîn Efendi’nin Gönül Dünyasından Yansımalar
Nûreddîn-zâde, nefsin Hakk’ın rızâsına uymayan istek ve arzularını kırmak, rûhun Hakk’a bende kılınması ve Hakk’a vuslat için bir mürşid-i kâmilin gözetiminde seyr ü sülûk sürecinin zorunluluğunu dile getiren bir sûfîdir.[39] O, mânevî yolculuğun Hakk’a dönmek anlamına gelen tevbe adımı ile başlaması gerektiği kanaatindedir. Biz de onun gönül dünyasından yansıyan düşüncelerini tevbeye dâir aktarımları ile dile getirmeye başlamak istiyoruz.
Hakk’a Yönelişin Adı: Tevbe ve İnâbe
Nûreddîn-zâde, tevbenin ilk sırrının takvayı izzetten ayırmak olduğunu yani kişinin günahtan uzak durup şeriatın hükümlerine tam şekilde uyduktan sonra başka kullardan kendisini üstün görmemesi olduğunu söyler. Tevbenin ikinci sırrının kişinin yaptığı hataları tamamen unutup Hakk’a yönelmesi olduğunu dile getiren Nûreddîn-zâde, hataların tamamen unutulmazsa kalbi meşgul edeceğini ve kişiyi Hakk’ı anmaktan alıkoyacağını belirtir.[40]
Nûreddîn-zâde’nin bu tespitleri, tevbeyi “Günahını unutmandır.” şeklinde tanımlayan Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’nin tevbe konusuna yaklaşımını anımsatmaktadır.[41] Nûreddîn-zâde’ye göre, tevbenin bir ileri derecesi olan inâbe ise işlenen günahların lezzetinden kurtulmak, kendisini azaptan kurtulmuş olarak görmemek ve dervişlere yapılan hizmetlerde kendini beğenmek gibi nefsine ârız olabilecek kusurları ve eksiklikleri bilmek demektir. O, inâbeyi Hakk’ın dışındaki kimselere iltifatı terk etmek olarak görmüştür.[42]
Mânevî Aydınlanmanın Yol Haritası: Tefekkür ve Muhâsebe Hissiyâtı
Nûreddîn-zâde tefekkür ve muhâsebeyi mânevî ilerlemenin anahtarı olarak görür. Ona göre, Allah’ın verdiği nimetlerle kulun Allah’a karşı işlemiş olduğu suçları düşünüp görülmesi gerekir ki bu şekilde nimetin hakkı şükürle karşılanmış olsun. Nûreddîn-zâde’ye göre dünya nimetlerinden uzak durmak, Hak için olan işlere yönelmek, daima hata üzere olduğu bilinciyle yaşamak ve yaptığı işleri yeterli görüp razı olmamak gibi muhâsebede riayet edilmesi gereken hususlar vardır.
Ona göre muhâsebe, kişinin sahip olduğu nimetlerle işlediği hatalar arasındaki mukâyesede şükür, hikmet, nefsin kötülüğü ve nimetlerin fitne olup olmamasını dikkate alması anlamına gelmektedir.[43]
Nûreddîn-zâde’nin tefekkürü, Allah’ı tanımada amaç, tevhidin hakikatini düşünmekten kurtulmak olarak gördüğüne şahit olmaktayız. Ona göre, aklın marifetullah konusundaki eksikliği ve acizliğinin iyi bilinmesi gerekir. Akıl sınırlı ve sonlu bir yetenek iken onun sınırsız ve sonsuz olanı bilip kuşatması mümkün değildir.
Nûreddîn-zâde’nin, Hakk’ın tevhidini temaşa için akıl ve kalp unsurlarıyla birlikte kişinin önce nefsine daha sonra kendisine lütfedilen sayısız nimete yönelmesi, amel, akıl, gönül ve acizlik hissiyle tefekkür sırrına vâsıl olmayı hedeflediğine de şahit oluruz.[44]
Hakk’a Saygı ve Boyun Eğmenin Göstergesi: Huşû ve İhbât
Nûreddîn-zâde’ye göre Hakk’ın azametinin heybetinden veya azap ve kahrının eziciliğinden dolayı hareket edemez hâle gelen bir nefis, ya muhabbet ya da kâmil bir havf neticesinde, kalbin parçalanması nedeniyle kötülüğe meyledemez. Huşû ya muhabbetle ya da havfle karışık bir huzûdur.
Ona göre, huşûnun üç derecesi vardır. İlki, Hakk’ın emrine boyun eğmek, itaat edip ibadetle meşgul olmaktır. İkinci derecesi, nefsin ve amelin âfetlerini düşünüp inceden inceye araştırıp görmektir. Huşûnun üçüncü derecesi mükâşefe ânında, ilâhî hürmet ve âdâbı muhâfaza etmektir. Edeb, kendisine asla bir şey isnat etmemektir. Vaktini, hâlini halka gösterişten arındırmaktır. Bu durum hallerini gizlemekle ve kendisine acziyet isnat etmekle ve varsa kerâmetlerini istidraç olarak görmekle olur.[45]
“Tevazu göstermek, sakin ve mülayim olmak, alçak gönüllü ve huşu sahibi olmak” gibi anlamlara gelen ihbât,[46] Nûreddîn-zâde’ye göre üç derecedir. Birincisinde Hakk’ın nuruyla insanın nefsi nurlanır, böylece nefis, hevânın elinden tamamen kurtulur. Sonra şehvet karanlığına yönelmez. İlâhî ismet, nefsin şehvetlerini kuşatır ve kontrol altına alır. Yine Hakk’ın iradesi, gaflete galip gelir. Bilakis kalbi daima Cenâb-ı Hak ile meşgul olur ve dünya şehvetlerinden uzaklaşır.
İhbâtın ikinci derecesinde, gerek nimet olsun, gerek bela olsun hiçbir ârız kalbe zarar vermez. Nimet veya bela ile imtihan olunca, kalbinde onlara bir yönelme bulan ve Hak’tan uzaklaşan kimse henüz ihbât makamına girmemiş demektir. Aynı şekilde hiçbir fitne, sâlikin yolunu asla kesemez. İhbâtın üçüncü derecesinde salik için halkın kendisini övmesi ve yermesi eşittir. Çünkü salik dikkatini Hakk’a yöneltmiştir. Halkın övmesi ve yermesinden etkilenmeyip daima nefsini kınayıp kendi eksiklerine bakıp, Hakk’ın ihsan ve ikramlarını düşünmektedir.[47]
Sonuç
Nûreddîn-zâde, ilme düşkünlüğü, yetiştirdiği talebeleri, ilişki içerisinde olduğu ilmî ve siyasî çevre, zâhir ve bâtın dengesinin gözetilmesi noktasında gösterdiği hassasiyet, tasavvufî meseleleri detaylı ve herkesin anlayabileceği bir tarzda ele alışı ile döneminde geniş kitlelere hitap etmiş bir sûfîdir.
Nûreddîn-zâde, sıklıkla şeriat-tarikat dengesine vurgu yapmış ve çalkantılı bir dönemde ilim adamlarının, devlet erkânının ve halkın hassasiyetlerini göz önünde bulunduran bir tarzla hizmet anlayışını şekillendirmiştir. Bu, onun zamanını iyi okuyabilen ve çeşitli ithamlar karşısında misyonunu sağlıklı bir şekilde savunma kabiliyetine sahip olmasından kaynaklanan bir durumdur.
Nûreddîn-zâde, seyyah sûfîlerden biridir. Hizmete fırsat bulduğu her ortamı rengine boyamayı başaran bir sûfî olarak Anadolu ve Avrupa’da etkinlik göstermiş bir derviştir.[48] O, sadece sorunları tespit değil, sorunlara çözüm olarak öngördüğü teklifleri ile geniş bir coğrafyada birçok insanın gönül teline dokunmayı başarmış bir gönül insanıdır.
[1] Belgradlı Münîrî, Silsiletü’l-Mukarrebîn, (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, 2819/3), 113a-114a.
[2] Nev’îzâde Atâî, Hadâyiku’l Hakâyik fî Tekmileti’ş- Şakâik (Zeyl-i Şakâik), haz. Abdülkadir Özcan, (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1989), 212.
[3] Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn an esâmi’l-kütübi ve’l-fünûn, neş. Kilisli Muallim Rifat - Şerefeddin Yaltkaya, (İstanbul: Maârif Matbaası, 1941-1943), 1/460, 892; 2/1956, 1995; Abdullah Develioğlu, Büyük İnsanlar (Üç Bin Türk ve İslam Müellifi), (İstanbul: Yaylacılık Matbaası, 1973), 397; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi ve Tabakâtü’l-müfessirîn, (İstanbul: Bilmen Yayınları, 1973), 2/649; Hüseyin Ayvansarâyî, Vefayât-ı Ayvansarâyî, haz. Ramazan Ekinci, (İstanbul: Buhara Yayınları, 2013), 145.
[4] Hüdâyî Hazretlerinin bir başka Halvetî şeyhi Kerîmüddîn Halvetî’ye (ö.?) de intisap ettiği nakledilmektedir. Ziver Tezveren, Seyyid Aziz Mahmud Hüdâyî-I, (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1984), 35.
[5] Atâî, Zeyl-i Şakâik, 212.
[6] Reşat Öngören, “Füsus Şârihi Sofyalı Bâlî Efendi’nin Tasavvufî Çizgisi”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi 9/21, (2008), 57-66; Halil Celep, “Sofyalı Bâlî Efendi’nin Tasavvuf Anlayışı”, Sosyal Bilimler Dergisi 12, (2013), 99-126.
[7] Refik Engin, Balkanlardaki Yatır, Türbe, Tekke ve Zâviyelerimiz, (İstanbul: Akademik Kitaplar, 2014), 219, 222.
[8] Hasan Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî, Hayatı, Eserleri, Tarîkatı, (İstanbul: Erkam Yayınları, 1999), 48.
[9] Hocazâde Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliyâ, (İstanbul: Osmanlı Yayınevi, 1979), 300-301; Kamran Abdullayev, İmam Şernûbîʼnđn Tabakâtüʼl-Evliyâ Adlı Eserinde Kerâmet ve Sûfîler (Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2011), 11-110.
[10] Ayvansarâyî, Vefayât-ı Ayvansarâyî, 125; Mustafa Uzun, “Hâşimî Emir Osman Efendi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 16/411-412; Ekrem Işın, “Saçlı Emir Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 4/383-384. , İstanbul 1994, s.383-384.
[11] M. Baha Tanman, “Dırağman Külliyesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 3/49-51.
[12] Bursalı Mehmed Tâhir, Meşâyih-i Osmâniye’den Sekiz Zâtın Terâcim-i Ahvâli (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1318), 16; M. Serhan Tayşi, “Ali Dede Bosnevî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1989), 2/386.
[13] Müstakimzâde Süleyman Sa’deddîn, Ayasofya-i Kebîr’de Şeyh Olanlar, (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1716/2), 11b-12a; Mustafa Özdamar, Dersaadet Dergâhları, (İstanbul: Kırk Kandil Yayınları, 1994), 121; M. Baha Tanman, “Koruk Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 5/70-71.
[14] Atâî, Zeyl-i Şakâik, 598.
[15] Atâî, Zeyl-i Şakâik, 600.
[16] Necdet Yılmaz, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, Sûfîler, Devlet ve Ulemâ, (İstanbul: Osav Yayınları, 2001), 136.
[17]Saadettin Nüzhet Ergun, Türk Musikîsi Antolojisi (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1942) 1/27; Nuri Özcan, “Hasan Efendi, Zâkirî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 16/319; Ömer Tuğrul İnançer, “Hasan Efendi (Hatip-Zâkirî)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 3/563; Süleyman Eroğlu, “Mutasavvıf Bestekâr Bir Şair: Zâkirî Hasan Efendi ve Yayımlanmamış Şiirleri”, Turkish Studies 9/12, (2014), 235-254.
[18] Atâî, Zeyl-i Şakâik, 370.
[19] Cemâleddîn Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, haz. Mehmet Serhan Tayşi, (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1993), 603.
[20] Hacı Ali Âlî, Tuhfetü’l-mücâhidîn ve behcetü’z-zâkirîn, (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Nuruosmâniye, 2293), 555b.
[21] Atâî, Zeyl-i Şakâik, 212-213; Reşat Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf, (İstanbul: İz Yayıncılık, 2000), 49.
[22] Atâî, Zeyl-i Şakâik, s. 213.
[23] Atâî, Zeyl-i Şakâik, s.212-213.
[24] Münîrî, Silsile, 114a.
[25] Ayvansarâyî, Vefayât, 145.
[26] Nûreddîn-zâde, Şerhu’n-Nusûs (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, 1278), 166 vr.
[27] Atâî, Zeyl-i Şakâik, 214; Nûreddîn-zâde, Şerhu Menâzili’s-Sâirîn (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Reşit Bey, 111), 134 vr.
[28] Nûreddîn-zâde, Şerhu’l-Vâridât (Çorum: Hasan Paşa İl Halk Kütüphanesi, 1002), 44 vr.
[29] Eser Arapçadır. (Manisa: Yazma Eserler Kütüphanesi, 1137/2), 64-69.
[30] Nûreddîn-zâde, Risâle fi’l-Mi’râc (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Serez, 3832), 5-17.
[31] Nûreddîn-zâde, Fezâilü’l-Cihâd (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, 1987), 24 vr.
[32] Nûreddîn-zâde, Makâle fî avâlimi’l-külliyye, Tercüme-i fıkh-ı Geydânî (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, 6981), 1b-2b.
[33] Nûreddîn-zâde, Tercüme-i fıkh-ı Geydânî (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi, 827), 87-90.
[34] Nûreddîn-zâde, Risâle fi rü’yeti Mustafa b. Nureddin fi menâmihî Resûllüllah (sav) (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Türkiyat Araştırmaları, 34/13), 67a-68b.
[35] Nûreddîn-zâde, La ilahe İllallah, Allah, Hû, Hakk, Hayy, Kayyûm, Kahhâr İsm-i Şerifleriyle Zikir Usulü Hakkında Risâle (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Türkiyat Araştırmaları, 34/2), 2b.
[36] Nûreddîn-zâde, Risâle Müteallika fi’l-hukmi ve’l-mahkûm (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, 3711), 149-150.
[37] Nûreddîn-zâde, Fukarâya Nasîhat (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, 818), 58a.
[38] Mehmet Tabakoğlu, Nûreddîn-zâde’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, (Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2016), 54-71.
[39] Nûreddîn-zâde, Şerhu Menâzili’s-Sâirîn, 30a-30b.
[40] Nûreddîn-zâde, Şerhu Menâzili’s-Sâirîn, 11a-12b.
[41] Ebû Nasr Serrâc Tûsî, Luma‘, (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2007), 42.
[42] Nûreddîn-zâde, Şerhu Menâzili’s-Sâirîn, 17b-18b.
[43] Nûreddîn-zâde, Şerhu Menâzili’s-Sâirîn, 15a-17a.
[44] Nûreddîn-zâde, Şerhu Menâzili’s-sâirîn, 19b-22b.
[45] Nûreddîn-zâde, Şerhu Menâzili’s-sâirîn, 39a-39b.
[46] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, (İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2005), 181.
[47] Nûreddîn-zâde, Şerhu Menâzili’s-sâirîn, 40a-40b.
[48] Selami Şimşek,” Osmanlı'nın Balkanlar'daki Önemli Kültür Merkezlerinden Biri Filibe'de
Tasavvuf ve Tarikatlar”, Osmanlı İlim, Düşünce ve Sanat Dünyasında Balkanlar, Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı, (İstanbul: y.y., 2014), 243-245.
Fatih ÇINAR
YazarKaradenizli Olan Ve Karadeniz’de Faaliyet Yürüten Şemsiyye (Sivâsiyye) Meşâyihi Anadolu’da etkin olan önemli tarîkatlardan biri Halvetiyye’dir.[1] Dört ana şubesi ve birçok alt kolu ile Halvetiyye Tar...
Yazar: Fatih ÇINAR
Dostlarım, insanın hayatında tarif etmekte zorlandığı, ne diyeceğini bilemediği, şaşkınlığa düştüğü anlar vardır. 07.02.2023 Salı günü yani büyük depremden bir gün sonra cenaze hizmetleri için Kahrama...
Yazar: Fatih ÇINAR
Zileli Muharrem Efendi ve İslâmî Hassasiyetle Yaşamayı Öngören Bazı Mesajları Muharrem Efendi, İslâm tarihinde meşhûr üç Şems’ten biri kabul edilen Şemseddîn-i Sivâsî’nin (ö. 1006/1597) ağabeyid...
Yazar: Fatih ÇINAR
Bayrâmî-Melâmî geleneğinin önde gelen isimlerinden olan Hâşimî Emîr Osman, XVI. yüzyılda faaliyet yürütmüş sûfîlerdendir. Hâşimî, döneminin şartları içerisinde görüşlerini bir usûl dâiresince serdetme...
Yazar: Fatih ÇINAR