Sadeddin Ceylan Efendi
İstiklal Madalyası’nı Kabul Etmeyen Tekke Şeyhi Sadeddin Ceylan Efendi
İstiklal Savaşı’nı desteklemek ve zafere ulaştırmak amacıyla en hayatî hizmetleri her türlü tehlikeyi göze alarak ifa etmek şerefine mazhar olan İstanbul’daki tekkelerden biri de Eyüp sırtlarındaki Hatuniye Tekkesi’dir. Bu tekkenin kelle koltukta büyük destanlar yazan kahraman şeyhinin ismi ise, Sadeddin Ceylan (Ceylanoğlu) Efendi’dir.
İsmi Sadeddin Geylanî olarak da telaffuz edilen şeyh efendinin, 1860 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Babası, Hâkî Baba Tekkesi’nin şeyhi, İsmail Mârufî Efendi Hazretleri’dir. Anne tarafından soyu Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’ne dayanmaktadır. Ailesi, bir rivayete göre Fatih zamanında Dulkadiroğulları’nın topraklarından İstanbul’a gelmiştir. Ailenin büyükleri, Osmanlı Devleti’nde -şimdiki Posta Müdürlüğü görevine tekabül eden- Tatarağalığı vazifesinde bulunmuştur.
Sadeddin Efendi, Eyüp’ün meşhur ulemasından Hoca Râik Efendi’den ders görmüştür. Mevlevihanekapısı civarındaki Matrak Dede Tekkesi şeyhi Osman Nihad Efendi’den sülûk (tasavvuf) öğrenmiştir. Nakşbendiyye icâzetini Muvakkit Şeyh Eyyûbî Ahmed Talat Efendi’den, Kadiriyye icâzetini ise Molla Çelebi Tekkesi şeyhi Mehmed Eşref Sabri Hazretleri’nden almıştır.
1900’lü yılların başında Sarac İsmail Efendi, tekkesinin boş arsasını; tekke türbesinin türbedârı ve Evlice Baba Camii’nin vekil imamı olan Şeyh Sadeddin’e vakf edince, şeyh efendi 28 Temmuz 1902’de bir dilekçeyle dergâhın meşihatının zatına tevcih edilmesi için başvurmuş ve kendi parasıyla hücre ve tevhidhâne inşa ettirmiştir.
Müracaatı kabul edilmiş ve Hatuniye Tekkesi, Sultan II. Abdülhamid’in doğum günü olan 25 Ekim 1904 tarihinde resmen açılmıştır. Padişah iradesiyle Evkaf Nezareti, tekkeye üç yüz kuruş taamiye (yemeklik erzak ödeneği) tahsis etmiştir. Şeyh Sadeddin Efendi buna çok sevinmiş ve nezarete teşekkür ziyaretine gitmiştir.
Millî Mücadele başladığında Şeyh Sadeddin, Anadolu’daki hareketi desteklemek ve vatanın düşman işgalinden kurtulmasını sağlamak gayesiyle kurulan gizli Mim Mim Grubu’na katılmış ve faal olarak desteklemiştir. Bu yıllarda, Hâkî Baba Dergâhı şeyhliğinin yanı sıra, vekâleten Eyüp İdrisköşkü’ndeki Hatuniye Nakşbendî Dergâhı şeyhliğini de yürütmüştür. Dergâhını, Mim Mim’in Eyüp bölgesindeki merkezi hâline getirmiştir.
Şeyhi olduğu Hatuniye Tekkesi, bilhassa İtilaf Devletleri’nin cephane depolarına yakın bir mıntıkada bulunmasından ötürü, silah kaçakçılığı işinde aktif çalışan tekkelerden olmuştur. Tekkenin dindar ve vatansever mensupları, düşman askerlerinin kontrolündeki silah depolarını boşaltarak İnebolu yoluyla Anadolu’ya nakletmeyi başarmışlardır.
Aynı zamanda İplikhane Hastanesi’nin imamı da olan Sadeddin Ceylan Efendi, buradan temin ettiği tabutları kullanmış; içlerini silah ve mühimmatla doldurarak ve cenaze taşıyormuş izlenimi vererek tedarik edilen cephaneyi önce tekkenin bitişiğindeki camiye getirtmiş, oradan da tekkeye naklettirmiştir.
Şeyh Sadeddin ayrıca, hastaneden aldığı yetmiş ekmekle her gün fakir fukarayı doyurmuş, giderken de ellerine birer tane ekmek vermiştir; çünkü seferberlik yıllarında ekmek sıkıntısı hat safhadaydı.
Oğlu Nazmi Efendi’nin, gizlice silah nakleden motorlardan biriyle Anadolu’ya geçmeye teşebbüs etmesi ve işgal kuvvetleri tarafından yakalanıp hapse atılmasıyla Şeyh Sadeddin de deşifre olmuş; Şer’iye ve Evkâf Nezareti de görevinden azletmek zorunda kalmıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, aslen Eyüplü olan Ankara Valisi Yahya Galib’in aracılığı ve Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi’nin yardımıyla tekrar dergâhtaki görevine dönmüştür.
Şeyh Sadeddin Efendi, yaptığı büyük hizmetlere ve fedakârlıklara göre oldukça alçakgönüllüydü. İstiklal Savaşı kazanıldıktan sonra etrafındaki insanların, tekkenin üstlendiği efsanevî faaliyetlerin yazılması ve anlatılmasına ilişkin tavsiyelerine şiddetle muhalefet etmiştir. Hatta kendisi ve müritlerine İstiklal Madalyası verilmesi yönündeki taltifkâr teklifleri de geri çevirmiştir.
Bu maksatla kendisini ziyarete gelen Bahriye Kaymakamı Tevfik Bey’e şöyle demiştir: “Oğlum, biz bu işi, madalya almak için yapmadık! Biz derviş adamlarız. Bize, din ve vatan yolunda vacip olan, bir hizmetin karşılığı olarak madalya almak yakışmaz! Lütfen o yazdıklarınızı yırtınız!”
Aynı şekilde, Mustafa Kemal Atatürk İstanbul’a geldiğinde Sadeddin Ceylan ile görüşüp, hizmetlerinden dolayı teşekkür ettiği sırada, kendisine mülk bağışlamayı teklif ettiyse de, şeyh efendi benzer gerekçeyle bunu da reddetmiştir.
Ancak Tarihçi Kadir Mısıroğlu’nun ısrarlı girişimleri ve ricası üzerine, o devirdeki faaliyetlere bilfiil iştirak eden oğlu Nazmi Ceylanoğlu Efendi, pederinin ve tekkenin, tarihin iftiharla kaydettiği hizmetleri hakkında şu kıymetli bilgileri vermiştir:
“Biz Eyüp Grubu’nda çalıştık. O zaman İstanbul’da bu silah kaçırma işini idare etmek üzere Mim Mim Grubu adıyla gizli bir cemiyet vardı. Bizim tekke ile bu gizli teşkilat arasında irtibat sağlayan ve Eyüp’teki faaliyetin reisliğini yapan edebiyat muallimi Hafız Kemal Bey’di... Beyazıt’ta şimdi yıkılmış bulunan bir kahvehanede herhangi bir müşteri gibi oturur ve teşkilatı idare ederdi.
Ben de gazete satmak bahanesiyle o kahvehaneye girer, kendisine istediği bir gazeteyi verirken içine iliştirilmiş veya bir kenarına şifreli olarak not edilmiş bulunan haberi böylece ona ulaştırırdık. Gazete satarak bir müddet dolaştıktan sonra tekrar yanına geldiğimde ‘Al oğlum, bu gazeteyi okudum. Sen bunu satarsın.’ diyerek bana iade ederdi. Bu iade edilen gazetenin iç sahifelerinin münasip bir yerine cevabını veya yeni emirlerini not etmiş bulunurdu.
Civar sırtlarındaki silah depolarından kaçırdığımız silah ve cephaneleri önce dergâhın bitişiğindeki küçük caminin minaresine doldurup saklardık. Aşağıda Haliç kenarında ise İplikhane Askerî Kışlası vardı. Bu silahları etrafı gözetleyerek tenha bir zamanda ve ekseriya geceleyin arka tepeye geçip Kaşgarî Tekkesi’nden aşağıya doğru indirirdik.
O zaman orada İplikhane Hastanesi vardı. Pederim Sadeddin Ceylan Efendi, aynı zamanda oranın da imamıydı. Onun bu vazifesi işimize çok yarıyordu. Esasen ben de Harbi Umumi’de tabur imamı olarak vazife görmüştüm. Bu hastaneden temin ettiğimiz tabutlar içine silahlar yerleştirir, güya birisinin cenazesini taşıyormuş gibi tekkenin bitişiğindeki camiye getirirdik.
Silahları depolardan çalabilmek için tatbik ettiğimiz çeşitli usuller vardı. Kaval çala çala hayvanları otlatmak bahanesiyle silah depolarına yaklaşıyorduk. Kel Şükrü’de (mahallenin çobanı) bir Bulgar kasaturası vardı. Silah depolarının kerpiç duvarlarını bu kasatura ile delerek içindeki silah ve cephaneyi boşaltmaya başlardık.
Depolardan aşırdığımız silahları çuvallara doldurarak merkebe yüklerdik. İçinde silah bulunduğunun anlaşılmaması için de tırnav kökü çıkararak çuvalların üzerine sarardık. Bu kök odun gibi yakmak için kullanılmaya yarardı. Bu suretle civarda odun toplamış gibi bir tavır alarak tekkenin yolunu tutardık.
Bir defasında da Ramazan münasebetiyle, Ramazan davulu çalıyormuş gibi bir mana vererek davulun içinde el bombalarını kaçırdım. Bu faaliyeti bir hayli devam ettirdikten sonra fiilen cephede çalışmak üzere, silah kaçıran motorlardan biriyle Anadolu’ya geçmeye teşebbüs ettik. Fakat yakalanarak Arabyanhan’a götürülüp hapsedildik.
Fakat kurtulur kurtulmaz, eski vazifeme daha hırslı olarak yeniden başladım. Bu hizmeti sevk ve idare ettiği için merhum Sadeddin Ceylan Efendi’yi vazifesinden attılar. Epey müddet açıkta kaldığı için bir hayli sıkıntı çektik. Fakat hamdolsun hizmeti aksatmadan yürütebildik.”
Zaferden sonra Tekke ve Zaviyelerin Seddine Dair Kanun’un 30 Kasım 1925’de çıkmasıyla maalesef Hatuniye Dergâhı da mühürlenmiştir. Sadeddin Geylânî Hazretleri de vefat edinceye kadar Eyüp Mahallesi’nin muhtarlığını yapmıştır.
Sadeddin Ceylan, 1930 yılında dar-ı bekaya irtihal etmiştir. Eyüp Sultan Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Eyüp Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Kaynakça: http://mustafaresmiahi.net/mustafaahi/ceylanbaba/sadeddingeylani.html Erişim: 24.07.2020; Mısıroğlu, Sarıklı Mücahitler, s. 266-273; Hülya Küçük, Kurtuluş Savaşında Bektaşiler, İstanbul, 2003, s. 80; Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Tarihi, c.1, İstanbul, 1993, s. 124-125; Nihat Azamat, “Hüseyin Nazmi Efendi”, DİA, c.32, s. 459-460.
İsmail ÇOLAK
YazarÜst üste 15 defa dünya şampiyonu olmuş Türk güreşçisidir. Türk güreş tarihinin en iri ve heybetli güreşçisi olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti zamanında yaşamıştır. Asıl ismi, Ali Nurullah ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Hastalık, salgın, yoksulluk, savaş ve çatışma ortamlarıyla ölüm oranlarının hızla arttığı bir dönemde yaşayan Yunus Emre, ölüm temasını öncelikli olarak ele almış, özellikle genç yaşta ölenleri anıp ş...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Siyonistlerin, Osmanlı’yı inkıraza uğratma ve Filistin’de Siyon devletini inşâ etme projesinin hayata geçmesi açısından patlak veren Birinci Dünya Harbi, en elverişli ortam ve altın bir fırsat mesabes...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Aslen, Kara Afrika’nın kuzeydoğusundaki Sudan’dan olan Zenci Musa, 1880 yılında Girit’te doğmuştur. Babası Girit’te erken yaşta ölmüş; dedesi tarafından büyütülmüştür. Mısır’da yaşayan ve katıksız bir...
Yazar: İsmail ÇOLAK