Teori ve Pratiği İle Kur’ân-Sünnet Bütünlüğü
Kur’ân-ı Kerim’de onlarca âyet Peygamberimiz’den, onun peygamberliğine inanmaktan, onu izlemekten ve ona itâatten bahseder. Bu âyetleri şu başlıklarda toplamamız mümkündür:
“Ey İnananlar! Allah'a, Peygamber’ine, Peygamber’ine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin.”[1]
Ey inananlar! Allah'tan sakının, peygamberine inanın ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır.”[2]
“Ey inananlar! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mı? Allah'a ve peygamberine inanırsınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihat edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur.”[3]
Buna göre bir Müslüman, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son peygamber olduğuna inanmakla yükümlüdür.
“And olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasûlullah en güzel örnektir.”[4]
“Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin.”[5]
“Peygamber'e itâat eden, Allah'a itâat etmiş olur.”[6]
“Hayır; Rabb’ine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.”[7]
“Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder.”[8]
“De ki: ‘Allah'a itâat edin; Peygamber’e itâat edin… Eğer O'na itâat ederseniz doğru yolu bulursunuz.”[9]
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve peygambere çağrıldıkları vakit, ‘İşittik, itâat ettik.’ demek, ancak mü’minlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır.”[10]
Âyetler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayata dair verdiği hükümlerde kayıtsız şartsız, itirazsız ve tereddütsüz itâat etmeyi emretmektedir.
“Allah ve Peygamber'i bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamber'e başkaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.”[11]
“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamber’den ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir.”[12]
“Peygamber’in çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp gidenleri şüphesiz bilir. O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”[13]
Bu ve benzeri âyetlerden de anlaşılacağı üzere Peygamber (s.a.v.)’e itâat etmek, onu dinlemek ve onun emirlerine uymak Yüce Allah’ın emridir. Bu ilâhî emir evrenseldir, yani Peygamberimiz hayatta iken yaşayanları bağladığı gibi, ondan sonra gelecek olan mü’minleri de bağlar.
Peygamber (s.a.v.)’e itâat, yalnızca Peygamberimiz’in getirdiği Kur’ân âyetleri değildir. Kur’ân âyetlerinin açıklaması babından olan sünnet de uyulması gereken hükümleri içerir. Zira Peygamber (s.a.v.), Yüce Allah ile irtibatlı konuşan, hevasından asla konuşmayan, konuştukları vahiy bağlantılı olan kimsedir.
Peygamber (s.a.v.)’in uygulamaları ve açıklamaları, Kur’ân’ın pratiğe dökülmüş halidir. Yüce Allah, bugün bizlere de ona itâati emrediyorsa, Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinin de sahih bir şekilde bizlere ulaşmış olması gerekir. Yine Yüce Rabb’imiz, Peygamber (s.a.v.)’i bize en güzel örnek/üsve-i hasene olarak tanımlamışsa, onun bu örnekliği sahih bir şekilde bize ulaşması gerekir. Aksi takdirde bu âyetler tarihsel olur ve yalnızca Peygamber Dönemi’ni yaşayanları bağlar.
Öyle ya böyle bir durumda biri çıkar ve şöyle bir mazeret ileri sürebilir: “Yüce Rabb’im, peygambere itâat edin, onu izleyin buyurdun, o sizin için en güzel örnektir onu kendinize örnek alın dedin, fakat onun hayatı, örnekliği bize sahih bir şekilde ulaşmadı ki!?” Hâlbuki Kur’ân evrenseldir, onun çağrısı, buyrukları kıyamete kadar geçerlidir. Sünnet içerisine uydurma rivâyetler sokulmaya çalışılmışsa da gayretli ilim adamları sayesinde bu tehlike büyük ölçüde bertaraf edilmiştir.
Âyetler doğru bir peygamber anlayışını bize söylemekte ve Peygamber karşısındaki duruşumuzu tesbit etmektedir. Buna göre Müslüman, Peygamber (s.a.v.)’i Allah’ın elçisi bir insan olarak görür, O’na o şekilde inanır ve O’nu izler.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in uygulama ve sözleri, “Muhammedî yol haritası” demek olan sünnetin de fıkhen farzları, vâcipleri, sünnetleri, müstehabları/nâfile alanları vardır. Sözgelimi dürüstlük, temizlik, çalışkanlık, üretkenlik, namusluluk onun sünnetinin farz olan kısımlarıdır.
Benzer şekilde namazı kıyam, kırâat, rukû, sücûd ve teşehhüdüyle onun kıldığı gibi kılmak da farzdır. Nitekim o, “Benim namaz kılışım gibi siz de namaz kılın.” buyurmuştur. Yine zekâtın farz olan oranları, hac ibâdetinin yapılış şekli de onun sünnetiyle belirlenmiştir. Sünnet uyulmak, uygulanmak ve yaşanmak içindir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e inanan her mü’min, bu geniş anlamıyla onun sünnetini yaşamak ve yaşatmakla yükümlüdür. Bu, ona imanın gereği, ümmetlik borcudur.
Kabir Sınav Sorusuna (KSS) Hazırlanabilmek İçin
Sonuç olarak belirtmemiz gerekir ki: Bir Müslüman olarak bizler Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğine inanmamız gerekir. Ama ona inanmak yetmez, O’na itâat ve ittibâ etmemiz de gerekir. Yine onun çağrısını duymamız ve o çağrıya uymamız da Müslümanlığın gereğidir. Onun bizim için belirlediği esaslar konusunda ona muhâlefet etmemiz, onunla ters düşmememiz de Kelime-i Şahâdet ve Kelime-i Tevhîd’de tekrarladığımız ikinci cümlenin gereğidir.
Onun önüne geçmemek, onun yanında/onun sünnetine alternatif olarak seslerimizi yükseltmemek, ona ihânet etmemek de Allah’ın bize emridir. Onu herhangi bir adamımızı çağırır gibi çağırmamak, onu saygı ve ihtiramla çağırmak, anmak da Kur’ân âyetlerinin bize öğrettiği hususlardandır. Yanı sıra Allah ve meleklerin ona salât ettiği gibi bizim de ona salât ve selâm ederek dua etmemiz mü’minliğin gereğidir.
Bütün bunlar Yüce Allah’ın bize emrettiği hususlardır. Yüce Allah’ın kulları içerisinden seçerek bizzat kendisinin eğittiği, sevdiği, övdüğü, desteklediği Hz. Muhammed (s.a.v.)’i sıradanlaştırıp herhangi bir insan seviyesinde görmek, onu Yüce Allah’tan aldığı mesajı insanlara ulaştırdıktan sonra işi biten bir postacı mesâbesinde görmek hiç kimsenin haddi değildir, Kur’ân’ı bir bütün olarak okuyup inanan bir mü’minin kârı, hiç değildir.
Elbette o, bizim gibi bir insandır, ancak herhangi bir insan değildir. Elbette o, bir melek yahut cin değildir. Ama o, sergilediği kulluk ve elçilik görevi ile meleklerden de üstün bir konumda Allah’ın kulu ve Rasûl’üdür. Bu yüzden âhirete açılan kapı, âhiretteki sorgulamanın ilk provası mesâbesinde olan Kabir Sınav soruları olan “Rabb’in kim, dinin ne…?” soruları yanında “Peygamberin kim?” sorusu da özellikle sorulacaktır. Bir hadislerinde Peygamberimiz bu soruya Müslüman ve münafığın vereceği cevabı açıklayarak, bir anlamda o sınava bizleri şimdiden hazırlamaktadır:
“Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar. Zâlimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.”[14] âyeti hakkında Peygamberimiz şöyle buyurur:
“Müslümana kabir soruları sorulduğu zaman Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet eder, işte ‘Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar.’ âyeti budur.”[15] “Muhakkak ki bu ümmet kabirlerinde imtihan edilecektir. Mü’min kabrine konulup ailesi ayrılıp gittikleri zaman, çok öfkeli bir melek gelir ve ona, ‘Şu adam hakkında ne demekteydin?’ diye sorar. Mü’min kişi. ‘O, Allah'ın elçisi ve kuludur, derim.’ der. Münâfığa gelince; ailesi ondan ayrılıp gittiği zaman oturtulur ve ona: ‘Şu adam hakkında ne demekteydin?’ denilir. O, ‘Bilmiyorum, insanların söylediği gibi söylerdim.’ der. Ona, ‘Bilemedin.’ denilir.”[16] “Şâyet o kişi kâfir veya münâfık ise melek kendişine, ‘Şu adanı hakkında ne dersin?’ diye sorar da o, ‘Bilmiyorum, insanların bir şeyler söylediğini işittim.’ der. Melek, ‘Bilmedin, bilemezdin, hidâyete de ermedin.’ der.”[17]
Öyleyse Peygamber Efendimiz hakkında kulaktan dolma, yüzeysel bilgi kırıntılarıyla yetinme yerine onu bir güzel tanımalıyız. Kur’ân âyetlerinde onunla ilgili açıklamaları öncelikle bir bütünlük içerisinde okumalıyız. Onun sünnetini sahih kitaplarımızdan okuyarak, onun güzelliklerini hayatımıza taşımalıyız. Özümüzle, sözümüzle, halimizle kâlimizle ona benzeyerek ona yakışır ümmet olmaya gayret etmeliyiz. Unutmayalım bizler Muhammed ümmetiyiz, o hâlde o isme yaraşır olmaya çalışmalıyız.
Ona salat ve selam olsun, onun sevdalılarına da selam olsun!
[1] 4/Nisâ, 136
[2] 57/Hadîd, 28
[3] 61/Saf, 10-11
[4] 33/Ahzâb, 21
[5] 8/Enfâl, 24
[6] 4/Nisâ, 80
[7] 4/Nisâ, 65
[8] 3/Âl-i İmrân, 31
[9] 24/Nûr, 54
[10] 24/Nûr, 51
[11] 33/Ahzâb, 36
[12] 4/Nisâ, 115
[13] 24/Nûr. 63
[14] 14/İbrâhîm, 27
[15] Müslim
[16] Buhârî, Müslim
[17] İbn Kesîr, Tefsîr
Ali AKPINAR
YazarYaşadığımız dünya düzeni içinde ülkeler oluşmuş dünya üzerinde sınırlar çizilmiş ve şehirlerle, küçük birimler halinde insanlar yaşamaya devam ediyor. Tabii şehirler de kendi içinde mahalle ve caddele...
Yazar: Erol AFŞİN
İslâm, madde ile mânâyı birlikte ele alır. İnsan beden ve ruhtan oluşmuştur. Yüce Yaratıcı, ilk insanı çamurdan önce bedenini yaratmış, ardından ona ruh vermiştir. Yani insanın maddesi önce şekillenmi...
Yazar: Ali AKPINAR
Gönül dünyası, insanı şekillendiren merkezdir. İnsanın iyi-güzel olması öncelikle gönlünün iyi-güzel olmasıyla mümkündür. Aynı şekilde bugün özlemini çektiğimiz toplumsal birlik ve beraberliğin gerçek...
Yazar: Ali AKPINAR
Endülüs, Medine-Şam merkezli kutlu İslâm Devleti’nin Akdeniz kıyılarından Batı Avrupa’nın içlerine kadar uzanan ve orada yeniden filizlenen şubesi. Sekiz asır (92-) Avrupa’yı aydınlatan İslâm medeniye...
Yazar: Ali AKPINAR