Hulûsi Efendi’de Tevâzu ve Manevî Emânet
İnsan topraktan yaratılmıştır, toprak tabiatlı olarak tevâzu gösteren her zaman kazanır, kibri yener, iç dünyasına tevâzu hâkim olur. Artık onun alacağı kararlarda, hareketlerde tevâzua uygunluk söz konusu olur. İç dünyadaki huzur, dış dünyayı sarar, kaplar.
Tevâzu gönül âleminin esasıdır ve âlem ona göre düzenlenir. Tevâzu değerini kazanan, bunu kişilik özelliği hâline getiren bireyin kazancı sayılamayacak kadar çoktur. İçinde yer alan mânevî dünyası güzelleşir, psikolojisi düzelir, huzur bulur, mutlu olur. Rabb’ine karşı sorumluluğunun bilincine erişir, kulluk görevini yerine getirmeye çalışır.
Sonra çevresindekilere hizmet eder, onları mutlu etmeye çalışır. Hayatını Hakk’ın istediği biçimde tanzim eder ve yaşamaya çalışır. Hatta kendisini ayırım gözetmeksizin halka, insanlara, insanlığa hizmet etmeye adar.[1]
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) tasavvufî yürüyüşünde tevâzuu ile bütün hayatını ve iç dünyasını güzellik âbidesi hâline getirmiştir. Bu durum onun sünnete bağlı hayatında gerek insanlarla, çevreyle, gerekse doğayla olan ilişkilerine de yansımıştır. İnsanlarla güzel geçinmenin, iyilikte bulunmanın, cömertliğin timsali olmuştur.
Örnek davranışları, güzel sözleri halka halka etrafına yayılmıştır. Çevresine mutluluk saçan, çevresindeki canlıları bile mutlu eden tertemiz hayatıyla etrafındakilerin yaşamına huzur, mutluluk, güven aşılamıştır. Tevâzu gösteren tavırları Allah’ın yardımını celbetmesine vesile olur, tevâzu sahibi olması; Allah’ın sevgisini kazandırır. Bu şuurla büyük bir hazineye kavuşmuş, kibir ve büyüklenmeden herkesin uzak durmasını tavsiye etmiştir:
"Zilletle düşen toprağa Arş’a çıkardı pâyesin
Ucb u tekebbürle kalan kadrini noksân eyledi"
(Ömrünü alçak gönüllülükle geçirip ölen, mertebesini Arş-ı âlâya kadar yükseltti. Kendini beğenen ve büyüklenenler ise değerini, mertebesini düşürdü.)
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin tevâzu ile nasıl gönül kazandığını, ölümsüz eserler bıraktığını şu satırlardan okuyalım:
“Pek muhterem Efendim Hulûsi Efendi Hazretleri’yle tanışmış olmak hayatımın şeklini değiştirmişti.
İkram edilen bir bardak çayın şekerini karıştırarak iltifatta bulunması unutamayacağım bir hatıramdır. Hayattayken onu Darende’de ziyaret edemediğim için üzgünüm.
Bir seyahatim sorasında aziz ruhuna Fatihalar göndererek ayrılmak isterken büyük ruhu bizi arkadaşım TKK Genel Müdür Muavini Sayın İrfan Bayır'la burada misafir etti.
Rahmetle yâd ederiz. 29.04.1994
İrfan Bayır / Hüdaverdi Çakır”
“Fâni olan tendir / Canlar ölesi değil’ diyen Yûnus Emre’nin dili ile Hacı Hulûsi Ateş Efendi’ye Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum. Onun gayreti ve himmeti ile planlanıp yapılmış olan İnönü Üniversitesi Darende İlahiyat Fakültesi binasını gezdim. Orayı açmak için bir hayli para ve çaba ister diye düşünüyordum. Binayı görünce İlahiyat Fakültesini ‘dikildiği saatte meyve veren kutsal ağaç’ misali hizmete hazır gördüm.
Bu eseri milletimize kazandıranlara sonsuz şükran ve minnet dolu olduğumu ifade ediyor, bu erenler ocağının daha nice büyük eserlere önderlik etmesini diliyorum.
09.09.1992
Prof. Dr. Mehmet Yücesoy
İnönü Üniversitesi Rektörü”
Büyüklerin yaptıkları işler de gönülleri de hayra hazır durumdadır. Sayın Yücesoy’un kalem aldığı satırları okuyunca yukarıdaki tevâzuunun nasıl büyük bir erdem olarak hizmete dönüştüğünü hatırladık.
Kâmil ve mükemmil bir mürşid olan İhramcızâde’nin dergâhında yetiştirdiği Hulûsi Efendi (k.s.) kendisi gibi büyük bir tevâzu örneği sergileyecek kıvamda yetiştirmiştir. Hulûsi Efendi yürüttüğü bütün faaliyetleri Hak için yapmış, olanca gayretiyle Hak ile beraber olmaya çalışmış, hak ve hakîkate yaraşan bir nizam kurmayı amaçlamış, yaptıkları devâsâ hizmetleri yanında kendisi mütevâzı bir kimlikle adını ve şanını duyurmaktan imtina etmiştir.
Tevâzu; tasavvuf büyüklerinden Bâkî Billâh Hazretleri’nin mânevî hayatının ayrılmaz bir unsuru hâlindeydi. O, sürekli kendi hâllerini gizler ve insanlara alçakgönüllü davranırdı. İnsanların eksikliklerini araştırmak yerine kendi kusurlarını dile getirmeyi tercih ederdi. Gösteriş, riyâ ve kibirden uzak durmak onun temel özelliklerindendi.
Yanına gelenlere tevâzuundan dolayı kendinin kusurlu olduğunu bu sebeple ondan daha ehliyetli ve kâmil birini rehber edinmelerini öğütlerdi.[2] Onun bu davranışlarıyla bir melam(et)î yaklaşıma sahip olduğunu söylemek mümkündür. O, seleflerinin hâllerin gizli kalması tavsiyesine samimiyetle uymuştur.
Tevâzuunun kazanılması için önce kibir ve gururun terk edilmesi gerekmektedir. Benlik ve enâniyet duygusundan sıyrılmadan kişinin mütevâzı olması mümkün değildir. İnsanın nefsinin peşinde koşması onu felâkete sürükleyen ana unsurdur. Nefsin istekleri peşine takılıp gidenler büyük bir aldanış içindedir. Bunun için insan nefsini dizginlemelidir.
Kişinin irâdesine sahip olması ve nefsine hâkim olması ancak akıl sahibi olmasıyla mümkündür. Osman Hulûsi Efendi nefsin isteklerine kapılmanın tehlikesinden, kibrin yok edilmesinden ve tevâzuunun şiar edinilmesinden sıklıkla bahsetmektedir.
Tevâzu ile yol katedip mânevî kimlik kazananların istikâmet üzere hareket edeceklerini düşünen Hulûsi Efendi, alçakgönüllülüğü elden bırakmadan hakîkat arayışına çıkmamızı şu şekilde telkin etmektedir:
"Bir kâmilin eteğin tutup da murâda yet
Kâmil eteğin tutan ehl-i kemâl olur."
Osman Hulûsî Efendi şeyhinin huzurunda tevâzu kanadını sermekte, dergâhın eşiğinde oturmakta, bir kenarda şeyhinin nazarına nâil olmayı dilemektedir. Mürşidinin ayağının tozunu gözlerine sürme çekmektedir.
"Karîbu’llâh Hakkı’nın ayağı tozunu sürme
Kim edindiyse çeşmine o göz hakka’l-yakîn olmuş"
Mürşidini Peygamber Efendimiz’in vârisi olarak görmekte, saygıda kusur etmemekte, derinden hürmet göstermekte ve dâvâsına baş koymaktadır. Hulûsi Efendi (k.s.) bir hutbesinde şöyle buyurur:
“Müslümanların birbirleriyle ilişkilerinde samîmî, tevâzulu, sade, kolaylık sağlayan, karşılıklı yardımlaşan, saygılı, muhabbetli, iyiliksever olmak asil bir davranıştır. İslâm’da insanların birbiriyle ilişkilerinde uymaları gereken kurallar vardır. Bir kısmı şunlardır:
Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü, açık kalpli olmak. Bir Müslüman dâimâ güler yüzlü bulunur. Hiçbir kimseyi yüzü azgın bir çehreyle karşılamaz. Bir hadis-i şerifte; ‘Şüphe yok ki Allahu Teâlâ yumuşak huylu, açık sözlü kimseyi sever.’ buyrulmuştur.
Herkesle güzelce görüşmek, halka eziyet vermekten kaçınmak gerekir.
Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz; “Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” buyurmuştur. Halkın eziyetlerine katlanmak, kötülüğe karşı iyilikle muamelede bulunmak gerekir.
“Sıddıkların mertebelerini geçmek istersen, senden uzak durana sen yakınlık göster, senden bir şey esirgeyene sen ikramda bulun, sana zulm edeni de sen affet.” buyrulmuştur.
Dargınlığa hemen son vermek gerekir. Müslümanlar aralarında bir dargınlık oluşursa hemen barışmalıdırlar. Birbirini üç günden fazla terk etmezler. Müslümanların gönüllerinde düşmanlık, kin duyguları yaşayamaz.”[3]
Hulûsi Efendi Hazretleri’nin eserlerinin en temel özelliği ele aldığı konuyu âyet, hadis ve menkabelerle süslemesidir. Eserlerinde sıklıkla sünnet-i seniyyeye bağlılığını ortaya koymuş, sâliklerin eğitiminde şer’î esaslara riâyeti en temel ölçü kabul etmiştir. O, sadece ibâdetlerin ve ahlâkî güzelliklerin hikmet ve sırlarını ele almakla yetinmemiş, kötü alışkanlık ve huyların insanı sürükleyeceği felâketlere de dikkat çekmiştir. Böylece kitap ve sünnetin irşad yöntemini ârif kişiliği ile birleştirerek kullanmıştır.[4]
Peygamber sevgisini kuru bir iddia olarak görmeyen Hulûsi Efendi, Peygamber Efendimiz’e olan sevgisini sünnet-i seniyyeye ittibâ ile perçinlemektedir. Peygamber Efendimiz’e hayran olmuş, bu sevdâ onu deli dîvâne kılmış, benzersiz bir güzelliğe vurgun olmanın şevkine büründürmüş, o güzelliği tariften kelimeler onu âciz bırakmıştır. “Gülüm n’idem n’idem n’idem” nakaratlı şu şiiri Osman Hulûsi Efendi’nin Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e duyduğu muhabbeti cûş u râha getirmektedir:
"Sensiz dünyâyı ukbâyı
Gülüm n’idem n’idem n’idem
Hûr u Cennetü’l-â’lâyı
Gülüm n’idem n’idem n’idem"
“Bismillah, 25.05.1995
Efendi Hazretleri’nin sağlığında ziyaret edememenin üzüntüsü içerisinde bir şeyler yazarken çok kıymetli eserlerin çepeçevre kuşattığı şu odada heyecan, ümit ve korku içerisinde duyguları ifade etmek malumları olduğu üzere çok zordur.
Allah’ın emirleri ve Rasûlullah’ın sünnetiyle ömrünü geçirmiş olan bu ve bunun gibi mübarek zatların her zaman ve her asırda devam eden hizmetleri sonucu şu istikbâli inkılap içerisinde en gür sedâ Kur’an’ın ve İslâm’ın sedâsı olacaktır. Rabbi Rahim o güzel günleri gösterecektir İnşaallah…
Ali Yılmaz Şengül”
Osman Hulûsi Efendi tarikat anlayışının temeline Allah ve Rasûl’üne itaat gerçeğini yerleştirmiştir. Ona göre Allah Rasûlü’ne itaat, ancak onun sünnetine içtenlikle uyarak gerçekleşir. Onun ifadesiyle yaptığımız ibâdetlerin kemale ermesi ve makbul olması sünnet-i seniyyeye bağlı kalmakla mümkündür.
Vahyin en güzel şekilde uygulama şekli sünnet-i seniyye olduğu için herkes Kur’an’ı kendi aklına göre değil Peygamber Efendimiz’in tatbikine göre yaşamalıdır. Osman Hulûsi Efendi bir rubaisinde sünnet-i seniyyeye ittibaının önemini şu şekilde ifade etmektedir:
"Ahmed’in şer’ini başa tâc edip
Varını râhında hep târâc edip
Hâne-i tenden çıkıp mi’râc edip
Âşinâ ol anla yârı âşinâ[5]"
Osman Hulûsi Efendi geride büyük eserler bırakmış, sadaka-i câriyeler ihdas etmiştir. O gönlünü Allah sevgisiyle doldurmuş ve bu sevginin, insanı gerçek mânâda sevmekten geçeceğine inanmıştır. İnsanı sevmenin; insanı insan olma şuuruna sahip olgun birer kişi hâline getirmekle, kemal sahibi yapmakla, ilim ve irfan ehli olmasını sağlamakla mümkün olacağına inanmış bir kişiydi.
Kur’ân ve sünnete göre iyi insan, insanlara faydalı olan, onlara güzel davranan, sâlih amellerde bulunan; bütün davranışlarında doğruluktan ayrılmayan; insanlara iyiliği emredip, kendisini unutmayan; kötülüğü iyilikle savan; kendisi için istediğini, kardeşi için de arzulayan; kendi kusurlarıyla meşgul olup, başkalarının dertleriyle ilgilenen, kimsenin gönlünü kırmayan ve kırılmayan bir kimsedir.[6]
“Bismillahirrahmanirrahim
Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’nin ahfadından Muhterem, Merhum şeyh Hulûsi Efendi’nin eşsiz kütüphanesini gezerken onun ecdadından tevarüs ettiği ilim ve irfanı evladına da miras bırakmış ve evladının da buna bihakkın vâkıf ve layık olmuş olmasından son derece bahtiyar olarak, mânevî değeri büyük bu mekânlardan istifade edeceklere selam olsun diyar onun hatırasını rahmet ve minnetle anıyoruz.
17.06.1995
Doç. Dr. İsmail Hakkı Ünal, Ankara”
Osman Hulûsi Efendi, dîvânında emanete riâyet etmenin farziyetine dikkatimizi çekmektedir. Bizlere söylenen sözler bize birer emânettir, bir süreliğine bizlere bırakılan eşya bize birer emânettir, kendilerine karşı sorumluluğumuzun olduğu herkes bize birer emânet, ölçülerine riâyet etmemiz gereken Kur’ân ve sünnet bize birer emânet, din emânet, toplum emânet, tarih ve kültür emânettir.
Emânete riâyet bize tevdî kılınan bu değerlere hakkıyla sahip çıkmak, güvenilir birisi olarak onların kontrolünü sağlamak doğru bir şekilde bunların korunmasını sağlamaktır. Günümüz insanının en çok ihtiyaç hissettiği ve varlığını en çok özlediği haslet, doğruluk, dürüstlük ve emânete riâyettir.[7]
Mânevî emânetin bir güzel hatırasını Ahmet Şemsettin Ateş anlatıyor:
“Bir gün evde ailece oturduğumuz bir zamanda Efendi Hazretleri ağabeyim Kemâl Efendi’yi (o zaman Kemâl Ağabey hayattaydı), beni ve Hamideddin Efendi’yi yanına çağırdı ve şöyle buyurdu: ‘Evlatlarım derviş insanın dünyalık bir şeyi olmaz. Kitaplarımdan başka sizlere bırakacak bir mirasım yok. Kütüphanemin anahtarından üç tane yaptırdım. İşte sizlere irfan hazinelerinin anahtarlarını bırakıyorum. Kitapları okuyup sahip çıkın. Ölüm her an için hazırdır.’ dedi o anda bizler çok duygulandık, gözyaşlarımızı tutamadık.”[8]
Osman Hulûsi Efendi hayatta iken birçok sohbetinde yerine mânevî vâris olarak Hamid Hamideddin Efendi’yi bırakacağını ya îmâ etmiş ya da cemiyet müsait ise açıkça beyan etmiştir. Burada aktarılan bazı hâtıralarda geçtiği gibi çeşitli sohbet ortamlarında “Hamid’imizi yetiştiriyoruz.” veya “Ecdadımız Şeyh Hamîd-i Velî Hazretleri’ne ve ihvâna hizmet etmek üzere Hamid’imin yetişmesi için çalışıyoruz, inşaallah.” demiştir.
Hamid Hamideddin Efendi gönül dostları arasında “Hamideddin-i Sânî” ve “Şerif Hamideddin-i Ümmî” adlarıyla da tanınmaktadır.
Osman Hulûsi Efendi’nin 1990 yılında vefatından sonra Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Mütevelli Heyet Başkanı olarak yürütülecek hizmetler Hamid Hamideddin Efendi’nin uhdesine tevdî edilmiştir. Aynı zamanda ilçedeki birçok hizmet amaçlı derneğin (Darende İlahiyat Fakültesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği, Endüstri Meslek Lisesi, Sağlık Meslek Lisesi, Aşağı Ulupınar Merkez Camii Yaptırma Dernekleri gibi) başkanlığını yapmış, güzel hizmetler üretmiştir.
Yapılan hizmetleri özetleyen bir ziyaretçi notuyla yazımızı bağlayalım.
“18-19 Haziran 1995 tarihinde iki gün Zaviye Mahallesinin maddî ve mânevî güzelliklerini ve hazinelerini görmek, istifade etmek bahtiyarlığına eriştim. Bir Darendeli olarak elli yıldan beri duyduğum, dinlediğim Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın yapmış olduğu çok hayırlı hizmetleri iftiharla izledim. Emeği ve himmeti geçen başta Efendi Hazretleri olmak üzere bütün isimsiz erleri gönülden tebrik ve teşekkür ederim.
Gönül penceremiz daha da açıldı. Açanlardan Allah razı olsun. Şefaat ve himmetlerine nâil olmak kalbî dileğiyle derin saygı ve bağlılıklarımı sunarım.
Muttalip Özdemir
Emekli Tuğgeneral”
[1] Cem Tuna, “Yûnus Emre’de Kibir-Tevâzu Mücadelesi”, Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi I. Uluslararası İslâm kültür ve Medeniyeti Sempozyumu, Kocaeli, 10 Temmuz 2021, cilt.1, ss.133-143.
[2] el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, s. 13.
[3] Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Şeyh Hamid-i Veli Minberinden Hutbeler, (Haz. Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz) Nasihat Yay., 2016, s. 158.
[4]Kadir Özköse, Gönülden Gönüle Akan Aşk Deryası Hulûsi Efendi (k.s)’nin Darendeli Es-Seyyid Osman Tasavvuf Anlayışı, Ankara, 2022, s. 110.
[5] Özköse, a.g.e, s.150.
[6]Süleyman Doğan, “Mutasavvıfların Eğitim Metodu”, Somuncubaba Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi, Yıl: 18, Sayı: 128, Haziran 2011, s. 85-86.
[7] Özköse, a.g.e, s. 375.
[8] H. H. A. Aile Arşivinden.
Musa TEKTAŞ
YazarŞefâat, sözlükte; günahlarının affedilmesi ve isteğinin yerine getirilmesi için kendisinden bir şey istenen kişiye yardımcı olmaktır. Yine birisine iyi bir işte aracılık etmek ve kötü işlerden s...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Tasavvuf; İslâmî ilimlerin zirve noktası, zübdesi ve özü olarak ifade edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanda fıtrî olarak var olan dünya sevgisini gönülden atıp, ibâdeti önceleyerek kulluk ş...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Dindeki Sarsılmaz Yeri HakkındaProf. Dr. Enbiya Yıldırım ile RöportajSahâbenin Rasûlullah (s.a.v.)'la ilişkisi nasıldı?Hepimizin mantığı kendi anlayabileceği üzere ashâb-ı kir...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Dört Kitâb'ın en ekmeli Kur'ân'dırHak'la bâtılı ayıran; Furân'dırKitaplar Anası, Ümmü'l Kitap'tırİnsanlara ve cinlere hitaptırBüyük şeref, bizi muhatap almışDünyâda kendine halîfe kılmışSana kul olman...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN