Medeniyet Merkezi Semerkantta Âlim-Hükümdar: Uluğ Bey
Uluğ Bey, gençliğinde devletin şehzadelerinden biri olarak görünse de aslında erken yaşlardan itibaren devlet yönetiminde söz sahibiydi. Dedesi Timur’un 1405 yılındaki vefatından sonra Miran Şah’ın oğlu Halil Sultan’ın diğer aile üyelerinden habersiz tahta oturtulması ve ardından Semerkant’ın ele geçirilmesi, devlet içerisinde taht mücadelelerinin başlamasına neden olmuştur.
Şahruh 1409 tarihinde Semerkant’ı ele geçirerek tahta oturdu. Şahruh, devleti babası Timur gibi Semerkant’tan yönetmemiştir. Hükümdarlığının ardından Maveraünnehir’i oğlu Uluğ Bey’e verip Atabeg Şah Melik’i de oğlunun yanında bırakarak Herat’a gitti ve akabinde devletin yeni başkenti değişmiş oldu.
Uluğ Bey, Maveraünnehir hâkimliği boyunca her zaman babası Şahruh’un hâkimiyetini kabul etmiştir. Okuttuğu hutbeler ve bastırdığı sikkelerde babasının adının zikredildiği görülür. Genel olarak bakıldığında Uluğ Bey, hükümdarlığı boyunca bölge halkının refahı ve kültürel hayatı için faaliyet yapmıştır.
Hükümdar Uluğ Bey
Uluğ Bey’in yaklaşık 40 yıl boyunca Maveraünnehir’i tek başına yönetmesi, onu devlet idaresi konusunda tecrübeli birisi yapmıştır. 1447 yılında Şahruh vefat ettiğinde hayatta kalan tek oğlu Uluğ Bey, devletin yeni hükümdarı olmuştur. Uluğ Bey, babasının vefatı ve akabinde Alaüddevle’nin kendisine karşı tavırları doğrultusunda Herat’a doğru harekete geçmiştir.
Kendisi Alaüddevle’ye toprakları ele geçirmekten ziyade oğlunun serbest bırakılması için geldiğini söylese de 1448 yılında Herat ele geçirilmiş ve Abdüllatif serbest kalmıştır. Gönderilen fetihnamelerde bu başarının Uluğ Bey’in diğer oğlu Abdülaziz’e mâl edilmesi ve bununla birlikte babası yönetime geldiğinde, hazineden verilmesi gereken hissenin kendisine verilmemesi, Abdüllatif’in babası ile gerginliğin başlamasına ve babasına karşı isyan etmesine sebep olmuştur.
Babasına karşı ayaklanan Abdüllatif, Hint ticaret yolu üzerindeki tamga vergisini babasından habersiz kaldırmak olmuştur. Baba oğul birkaç kez mücadeleye giriştiyse de Abdüllatif yenilmiştir. Bu sırada Mirza Ebu Sâid, isyan etmiş ve Semerkant’ı ele geçirmiştir. Abdüllatif, Uluğ Bey’i Semerkant yakınlarındaki Dımaşk köyünde mağlup etmiştir. Uluğ Bey şehre girmek istese de kendi kumandanları tarafından kabul edilmeyince oğlu Abdüllatif’e teslim olmak zorunda kalmıştır.
Kurulan mahkemede Uluğ Bey ve oğlu Abdülaziz, şeriata muhalefetten dolayı idama mahkûm edilmiş, bunun üzerine Uluğ Bey, hükümdarlık hakkından vazgeçip, oğlu Abdüllatif’in egemenliği altına girmeye razı olmuştur. Uluğ Bey’in oğlundan son ricası hacca gitmek olmuş ve bu rica Abdüllatif tarafından kabul edilse de kendisi Semerkant’a iki günlük mesafede 1449 tarihinde öldürülmüştür.
Uluğ Bey’in öldürülmesi o dönemki şairler tarafından üzüntü ile karşılanmış, hatta bunun üzerine şiirler yazılmıştır. Devletşah, tezkiresinde bu şiirlerden birini örnek olarak vermiştir.
"Felek kudretli, mesut sultan Uluğ Bey,
Ramazan’ın sekizinci günü şehid oldu.
Onun şehit düştüğü gece kıyamet koptu.
Onun için vefat tarihi “şeb-i kıyamet” oldu."
Uluğ Bey’in 1449 yılında vefat etmesinin ardından devletin hem siyasî hem de ilmî hayatı fetret devrini yaşamaya başlamıştır. Vefatın ardından devletin başına geçenler, Uluğ Bey’in kurduğu medrese ve rasathanenin gelişimi için hiçbir çaba göstermemiş, bunun akabinde ise Semerkant’ta yaşayan âlimler başka yerlere gitmiştir.
Rasathanenin son idarecisi olan Ali Kuşçu, 1449 yılından sonra hac vazifesi için yola çıkarken Tebriz’e uğramış, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın ilgisini çekerek elçilik görevi için Anadolu’ya, Fatih Sultan Mehmed’in yanına gitmiştir. İlme merakı ile bilinen Fatih, Ali Kuşçu’yu himaye ederek 1473 yılında Ayasofya Medresesi’ne müderris olarak atamıştır.
Âlim Uluğ Bey
Uluğ Bey Dönemi’ne kadar İslâm dünyasında bir bilginin hükümdarlık tahtına oturduğu görülmemiştir. Bu yönü ile Uluğ Bey Dönemi’n âlimleri tarafından İskender’e benzetilir. Uluğ Bey’in göklere olan merakı küçüklüğünden beri gelmektedir. Bu merakının keşfi Meraga Rasathanesi’ni görmesi ile başlamıştır.
Dedesi Timur Dönemi’nde Semerkant’a gelerek ilmî faaliyetlerle uğraşan ve İslâm astronomisini çağın ötesine ulaştıracak âlimler bulunmaktaydı. Bunlardan ilki, Kadızâde-i Rumî’dir. Uluğ Bey ile Semerkant’ta tanışan Kadızâde, hükümdarın da sevgisini kazanınca Uluğ Bey’in özel hocası olmuştu.
Bir diğer önemli âlim ise Gıyasüddîn Cemşîd Kâşî’dir. Kâşânlı olan Gıyasüddîn, Uluğ Bey ve Kadızâde-i Rûmî’nin daveti üzerine Semerkant’a gelmiştir. Onun ilmî hayatı medreseden çok sarayda geçmektedir. Zira babasına yazdığı mektupta Semerkant’taki ilmî hayatı ve Uluğ Bey’in astronomi üzerine ilgisini övgü ile anlatmıştır. Uluğ Bey zamanının Batlamyus’u olarak tanınan ve daha sonraki dönemde Fatih Sultan Mehmed’in hizmetine giren Ali Kuşçu da Semerkant astronomları arasında yer alır.
Uluğ Bey’in mimarî alanında devletine olan katkıları çoktur, en önemli yapılardan biri, dönemin ilmî çalışmalarını geliştirecek olan Semerkant’taki Uluğ Bey Medresesi’dir. Bugün Registan olarak anılan meydanda yer alan bu medrese, girişindeki kitabeye göre 1417 yılında inşa edilmiş, 1419 ve 1421 yıllarında yapılan eklemelerin ardından son halini almıştır.
Medresede aklî ilim ile birlikte dinî ilim dersleri de verilmiştir. Burada ders veren müderrislerin çoğunlukla matematik üzerine çalıştığı, aynı zamanda Uluğ Bey’in de haftanın belirli günlerinde medreseye gelerek ders verdiği görülmektedir. Uluğ Bey, bir hükümdar ve ders veren bir âlim olmakla birlikte, matematik ve astronomiye olan ilgisinden dolayı ömrü boyunca öğrenmeye de açık birisiydi.
Uluğ Bey Rasathanesi
Semerkant’taki ilmî gelişmenin bir diğer örneği olan Uluğ Bey Rasathanesi, 1420 yılında Kûhek tepesinin eteklerine yaptırılmıştır. Annesi Gevherşad’ın açılışını yaptığı rasathane üç katlı olup, 45 metre çapında yere oyulmuş kuadrant dikkat çeker. Ayrıca rasathanenin içerisinde 25 metre yüksekliğinde bir sekstant (yerküre üzerinde bulunulan yerin enlemini ve boylamını belirlemek amacıyla, bir gök cismiyle ufuk düzlemi arasındaki açısal mesafeyi ölçmekte kullanılan optik seyir cihazı) bulunmaktadır.
Rasathanenin ilk müdürü Gıyasüddîn Kâşî olup bu görevi 1429 yılındaki vefatına kadar sürdürmüştür. Kâşî’nin vefatı üzerine idare Kadızâde-i Rûmî’ye verilmiş, onun da 1430 yılında vefat etmesinin ardından rasathanenin idaresi Ali Kuşçu’ya verilmiştir. Rasathanede yapılan gözlemlerin hedefi M.S. II. yüzyılda Batlamyus’un, X. yüzyılda El-Sufi’nin çalışmalarını gözden geçirmekti. Nitekim bu gözlemlerin sonucu 1437 yılında bir zîc (yıldız kataloğu) altında toplanıldı.
Uluğ Bey ve ekibinin oluşturduğu bu zîc Güneş, Ay ve gezegenlerin enlem ve boylam dereceleri, tutulmalar, Ay’ın görülebilirliği hakkında ayrıntılı bilgiler içermekte ve çalışmanın sonucunda Batlamyus’un yer merkezli sistemi, yani Güneş dâhil tüm gök cisimlerinin dünya etrafında döndüğü görüşünü benimsenmiştir.
Eserde hiçbir bilgi rakamlarla ifade edilmemiş, bunlar ebced denilen bir yöntemle yazılmıştır. Uluğ Bey, ayrıca zîcin mukaddimesinde hem kendi ilmî hayatının gelişmesinde hem de zîcin oluşumunda katkısı bulunan Kadızâde-i Rûmî, Gıyasüddîn-i Kâşî ve Ali Kuşçu’ya minnettarlığını iletmiştir.
Zîcin özgün nüshasının dili hakkında farklı düşünceler mevcuttur. Özgün nüshanın Farsça yazıldığı, sonradan Arapça ve Türkçeye tercüme edildiği düşünülse de Uluğ Bey’in Türk olmasından ötürü çalışmaları Türkçe kaydetmesi ihtimali ve o dönemde bilim dilinin Arapça ve Farsça olmasından dolayı bu düşünce hala günümüzde kesin değildir.
Edebî kişiliğine bakıldığı zaman Uluğ Bey’in edebiyata ilgili olmasına rağmen İran edebiyatı hakkında kısıtlı bilgisi olduğu, zaman zaman kardeşleri ile sohbetler yapıldığı bilinir. Bu sohbetlerden birinde Baysungur, Emir Hüsrev’in hamsesini üstün tutarken, Uluğ Bey ise bunu kabul etmez ve kendisi Şeyh Nizamî’nin hamsesinin üstün olduğunu belirtir.
Edebiyata ilgisi ile ilgili bir diğer örnek, Uluğ Bey’in dönemin şairlerinden Felekî-i Şirvani’nin divanını okuyup çok beğendiğini, fakat şairin kullandığı mahlası “uğur getiren bir şey değildir” şeklinde eleştirmesi Devletşah’ın Tezkire’sinde yer almıştır.
Uluğ Bey, bir siyasî kişilik olmasının yanı sıra aynı zamanda döneminin en büyük astronomi âlimidir. Kendisinin ilmî hayatı ve çalışmalarına hatta kendisinden önce İslâm astronomisine dair en önemli bilgileri Zîc-i Uluğ Bey öğreniyoruz. Hâkim olduğu Semerkant şehri, o dönemin hatta tüm Ortaçağ İslâm dünyasında âlimler tarafından en çok rağbet gören bir yer haline gelmiştir.
Buraya gelen âlimler vasıtasıyla Uluğ Bey hem bilgisine bilgi katmış hem de öğrendikleri bilgileri diğer âlimlere sunabilmiştir. Uluğ Bey’in öğrencisi olan Ali Kuşçu’nun Semerkant’ta edindiği bilgiler, İslâm astronomisinin Batı’ya yani Osmanlı topraklarına aktarılmasını sağlamakla birlikte aradan beş asır geçmesine rağmen, günümüz Türkiye’sinde de bu iki değerli şahsın değeri bilinmekte ve astronomi çalışmalarında onlardan ilham alınmaktadır.
Kaynakça
Cengiz Aydın, “Ali Kuşçu”, DİA, c. II, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1989.
Devletşah, (Tezkiretü’ş-Şuara (Şair Tezkireleri ) , (Ter. Necati Lugal) , İstanbul 2011.
Hayrunnisa Alan, Sultan Ebu Sâid Devri Timurlu Tarihi (1451-1469), 1996 İstanbul.
Hayrunnisa Alan, Bozkırdan Cennet Bahçesine Timurlular (1360-1506), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007.
İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara 1991.
İsmail Aka, Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), Ankara 1994.
Yavuz Unat, “Uluğ Bey”, DİA, c.XLII, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2012, s. 127.
Uluğ Bey, Uluğ Bey’in Astronomi Cetvelleri (Zîc-i Uluğ Bey), (Ter. Mustafa Kaçar ) Ankara 2012.
Resul KESENCELİ
YazarHz. Muhammed (s.a.v.)’in Dindeki Sarsılmaz Yeri HakkındaProf. Dr. Enbiya Yıldırım ile RöportajSahâbenin Rasûlullah (s.a.v.)'la ilişkisi nasıldı?Hepimizin mantığı kendi anlayabileceği üzere ashâb-ı kir...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
BeyitKime arz-ı hâl edem sen var iken ey serv-i nâz Çâresiz derd-i dile sensin tabîb-i çâre-sâz (Ey servi boylu sevgili! Sen varken hâlimi kime arz edeyim. Çaresiz gönlümün derdine çare bulan tabip ya...
Yazar: Resul KESENCELİ
BeyitBir bülbül-i âşüfte miyim nalân u âhım goncayaGayrı kime yüz döneyim her dem nigâhım goncaya(Çok fazla seven bir âşığım, sürekli olarak feryâdım, inlemelerim, ahlarım sevdiğimedir, yüzümü başka k...
Yazar: Resul KESENCELİ
Şefâat, sözlükte; günahlarının affedilmesi ve isteğinin yerine getirilmesi için kendisinden bir şey istenen kişiye yardımcı olmaktır. Yine birisine iyi bir işte aracılık etmek ve kötü işlerden s...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ