Çalışma Ahlakı
Çalışmak; insanın fiziki güç, akıl ve çalışma imkânlarını kullanarak belli bir gayeye ulaşmak için çaba harcamasıdır. Farz olan çalışma; kişinin kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin beslenme, giyim ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılaması, kimseye muhtaç olmadan yaşamını sürdürmesidir.
Müstehap olan çalışma ise; maddî ve manevî yönden iki günü eşit olmayacak şekilde durumunu her gün geçen biraz daha iyileştirerek çalışmaya devam etmesi, zekât mükellefi olacak bir seviyede olmaya ve bu seviyeyi her gün biraz daha yükseltmeye çalışmasıdır.
Çalışmak, beşerî bir mecburiyet, ahlaki bir görev, toplumsal bir sorumluluk, insani bir erdemdir. Usulüne uygun ve dürüst çalışmanın semeresi helal ve temiz kazanç ve berekettir.
Dinimiz, insanlardan hem dünya hem de ahiret için gerektiği kadar çalışmalarını istemiştir. Kur’an-ı Kerim’de “İnsan için sadece çalıştığı kadarı vardır ve çalıştığının karşılığını mutlaka görecektir.”[1] buyrulmuştur. Yapılan çalışma dünyevî ise maddî kazanç, uhrevî ise manevî bir kazançtır.
Çalışmanın karşılığı dünya içinse dünyada, ahiret için ise ahirette sahibine faydalar sağlar. Allah insanlara yeryüzünde rızıklarını aramalarını emreder: “Yeryüzünü sizin için kullanışlı hâle getiren O’dur. Üzerinde dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyip için, dönüşüz Allah’adır.”[2]
Cuma Suresi’nin 10. ayetinde ise, “Namaz kılınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütuf olarak verdiği şeyleri elde etmek için çalışın.” buyrulmaktadır. Bütün bu ayetler, çalışmanın önemine işaret etmektedir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de, “Sizin en iyiniz kimdir, biliyor musunuz? Dünyası için ahiretini, ahireti için de dünyasını terk etmeyendir. Çünkü böyle bir kimse her ikisini de kazanır, başkasına muhtaç olmaz.”[3] hadisiyle çalışma hayatında dünya ahiret dengesinin kurulmasını tavsiye etmiştir.
Zengin bir iş adamının yanında otuz yıl çalışmış bir marangoz, patronuna emekliye ayrılmak istediğini söylüyor. Patronu da “Tamam o zaman, epeyce yoruldun, artık dinlenme vaktin geldi ama son olarak bana bir iyilik yap; malzeme benden ustalık senden, bana bir ailenin durabileceği bir ev inşa et.” diyor. Bu evi, ihtiyaç sahibi birine bağışlayacağını da bir şekilde ustaya duyuruyor.
Marangoz, işçiliğe para almadığı için evin de başkasına verileceğini bildiği için işine hiç özenmiyor, bir an evvel bitirmek için de acele ediyor, gelişigüzel bir ustalıkla işini kısa sürede bitirerek patrona yaptığı evin anahtarını teslim ediyor. Patron, ustaya, “Sana bir sürpriz yapmak istemiştim, şirketimizde çok emeğin var, bunca senedir evinin olmadığını da biliyorum, bu ev benim sana hediyemdir.” diyerek evin anahtarını ustaya geri veriyor.
Marangoz şok oluyor ve çok da pişman oluyor. Eve yerleştikten sonra her gün, “Bu evin bana verileceğini bileydim şurasını şöyle yapar, burasını böyle yapardım.” diye düşünerek iç geçiriyor. İşte hayat da böyledir. Verdiğimiz kararlarla, ortaya koyduğumuz emek ve işçilikle kendi özel dünyamızı oluştururuz. Bu çalışma şeklimiz bizim evimiz, yuvamız olur, hatta kaderimiz olur. Ahiret yurdunu da dünyadaki faaliyetlerimizle teşkil eder ve kazanırız.
İnsanımız, hep başkalarının işini düzgün yapmadığından ve çalışma ahlakının olmadığından şikâyetçidir fakat kendilerinin bu kapsamda olup olmadığını düşünmez. Çalışan, işverenin belirlediği saatlerde, belirlenen iş yerinde işini belirli nitelik ve niceliğe göre yapmak, işveren de çalışanın emeğini alnının teri kurumadan ödemekle yükümlüdür. İş zamanında bitirilemediyse varsa haklı mazeretini ortaya koyar.
Bu hususta iş sahibi zarara uğramışsa baştan konuşulan fiyat karşılıklı rıza ile tekrar gözden geçirilir. Toplumumuzda hem işverenden hem de işçiden kaynaklanan, iş mahkemelerine taşınan, maddi ve manevi kayba ve mağduriyetlere yol açan çok sayıda problem vardır. Ortaya çıkan zarar aynı zamanda kul hakkıdır. Avrupalıların, işlerini ciddiyetle ve dürüst bir şekilde yaptığı ürünlerinden de belli olmaktadır. Bu sebeple Avrupalılar hakkında “İşleri var dinimiz gibi, işimiz var onların dini gibi.” denilmektedir.
Çalışan, kolay ve az işle çok kazanma, işveren de asgari ücretle çok çalıştırma anlayışına sahip olduğu sürece çalışma barışından söz edilemez. Çalışan, telif edilen ücreti ve çalışma şartlarını baştan kabul etmişse ona göre çalışarak aldığı ücreti helal ettirmek durumundadır.
Çalışan, mesleki tecrübesine göre ücreti yetersiz buluyorsa hak ettiği ücreti verecek başka bir iş araştırır. Öte yandan işverenin de yapılan işe, elde ettiği verim ve kazanca göre maiyetinde çalıştırdığı kimselerin ücretini, zorunlu ödeme miktarı olan asgari ücretin üstünde, o günün piyasa şartlarına göre insanca yaşayabileceği bir meblağı ödemesi ahlaki zorunluluktur. İşçisini düşünen işveren hem işinden daha çok verim alır hem de kazancı bereketlenir.
[1] 53/Necm, 39-40.
[2] 67/Mülk, 15.
[3] Acluni, Keşfu’l-Hafa, 1/393.
Emine Büşra YÜKSEL
YazarHer gün tanıdıklarımızdan, komşu ve akrabalarımızdan bazen de ailemizden birileri hayata veda etmektedir. Camilerden sabahları yükselen salâ sesleri, yine birilerinin vefatını haber vermektedir. “Nasi...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Allah'ın Sevgilisi Ey Sevgili/En Sevgili, Ya Habîbullah (s.a.v.)Bir ismi “Habîbullah/Allah'ın Sevgilisi” olan Peygamber Efendimiz sevilmişlerin, beğenilmişlerin en üstünü idi. Yüce Rabb’imiz O'nun ism...
Yazar: Editör
Hoşgörü, ailede ve içinde yaşadığımız sosyal çevrede hayatın akışı içinde cereyan eden fakat pek de tasvip etmediğimiz ifade ve olayları olgunlukla karşılamak ve en uygun tepkiyi vermektir. Hoşgörü, k...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Allah, insanı kendi kudretiyle, en güzel şekilde yaratmış ve kendi ruhundan üfleyip halife olarak yeryüzüne göndermiş, gökte ve yerde ne varsa hepsini onun emrine vermiştir. Kendisine bunca nimet veri...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL