Mutlu Yaşama Sanatı: Denge
İnsan, yolcusu olduğu bu dünyada hem bu hayatın öznesi hem de kendi hikâyesinin faili konumunda hep bir seyir hâlindedir. Ve insan, bin bir yamalı öyküsünde peşine düştüğü şeylerden anlam devşirip kendine onlardan bir değer biçer. Onun türlü hallerini gören medeniyetlerse, insanı kendilerince farklı farklı tanımların içine sokmuşlar.
İnsan, kimine göre, 'en şerefli varlık' olmuş; kimine göreyse 'düşünen bir hayvan'. İnsanı tek bir şekilde tanımlamak elbette çok güçtür. Belki de karşımıza insanın yeryüzündeki varlığı adedince tanım çıkar. Diyebiliriz ki insan, zübde-i âlem. İşiten kulak, gören göz, anlayan dimağ. İnsan; beden cisminde, ruhun otağı. İnsan; her biri farklı bir sima, farklı bir dünya. İnsan; gölgeler, hayaller, vehimler tentenesi. İnsan; mutluluğun takipçisi... Ve daha nice tanımları içinde barındıran muhteşem bir varlık.
İnsanın bütün derdi; her türlü tezatları içinde barındıran bu hayatta, anlamlı ve ahenkli bir yaşam sürdürebilmek. İster ki karşılaştığı bu dünyanın rengârenk albenisi karşısında kendi yankısını bulabilsin. Bunun için, düşmeleri ve kalkmalarıyla bir heykeltıraş misali, kendini sürekli yontar durur. Bitiş çizgisini kestiremediği bir koşunun içinde, etiyle kemiğiyle ve bitmek tükenmek bilmez endişeleriyle bir meçhulü, yani kendi mutluluğunu yakalamak telaşındadır. İnsanlık âlemi ise, izi sürülen bu şeyi her zaman diliminde aramış ve olabileceği yerler konusunda birtakım adresler vermiştir.
Hiç kuşkusuz mutluluk kavramı; damağa, dimağa ve çağa göre değişkenlik göstermekle birlikte, üzerinde insanların ve düşünürlerin ittifak sağlayamadığı bir kelime olmuştur. Başka bir ifadeyle; her çağ, kendi perspektifine göre mutluluğu tanımlamış ve yorumlamıştır. Kimilerine göre mutluluk; duygusal haz, servet, şan, şöhret gibi arzu nesnelerine sahip olmak anlamına gelirken, kimilerince de ahlâkî değerlere sahip olmak şeklinde yorumlanmıştır. Bazıları ise mutluluğu, bahsedilen bu her iki durumun insanda birleşmesi şeklinde ifade etmişlerdir. Ama net olan bir gerçek varsa o da herkesin bir ömür kendine eşlik etmesini istediği mutluluğun peşinde olmasıdır.
İçinde yaşadığımız bu çağda insan; düşmeye yazgılı hayatından çoğu zaman elemi, kederi ve hüznü çıkartarak kavuşacağı bir mutluluk hayali kuruyor. Sosyal medya telkinleri ve kapitalist sistem sosyologları bizlere sürekli anlamdan muaf bir mutluluk tarifi veriyorlar. Mutluluğun satın almak veya sahip olmakla ilgili olduğu, her fırsatta ve her mecrada farklı şekillerde bizlere fısıldanıyor. Mutluluk ekonomisinin küresel ve yerel trend oluşturucuları, insanlara mutluluk vaatleriyle her geçen gün yeni reçeteler sunuyorlar. Mutluluğu hazların toplamı olarak gören bu sinsi kışkırtıcılar, her gün insanların haz dolu mutsuz yaşamlarına bir yenisinin daha eklenmesine neden olabiliyorlar.
Modern hayat, bir taraftan insanın yaşam standartlarını yükseltirken diğer taraftan insanı görünmez mutluluk prangalarıyla haz hamalı haline getirebiliyor. Beyinlerde oluşan kodlar ve algılarla kişilerin mutluluk beklentileri, âni tatmin olma üzerine şekillendirilebiliyor. Oysa mutluluk, insanın her dakika neşeli ve keyifli olması anlamına gelmiyor. Çünkü bunlar, anlık olarak değişebilen şeyler.
Mutluluk, amaç olmaktan ziyade, hayat yolculuğunun kendisinden alınacak bir 'tatmin' hâli olmalı. Yani mutlu değil, mutmain olmak. Hayatın iniş çıkışlarını yok sayarak sadece mutlu bir sonuca veya hedefe odaklanmak insanı savurabilir. Çünkü hayat, git-gellerle büyüyüp gelişiyor. Unutan bir varlık olarak insan, çoğu zaman hayatın bir kabuk tutmaktan ibaret olduğunu gözden kaçırabiliyor. Hani İsmet Özel satırlarında; 'Hata yapmak fırsatını Âdem’e veren sendin/ Bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana.' diyor ya. Hayatın bizim payımıza biçtiği kusur, hüzün ve kederin aslında bizi biz yaptığını biraz zaman geçip de yol alınca görüyoruz.
İnsan duygu, düşünce ve eylemlerinde ölçü ve dengeyi yakalayabildiği oranda anlamlı, kıvamlı ve mutlu yaşayacaktır. Varlık sahnesini biraz titiz bir bakışla incelediğimizde, âlemden (ekolojik) âdeme doğru uzanan bir denge görürüz. Sanki hayatın genelinde bir denge sanatı mevcuttur. Bizler de ne zaman hayatın bize yüklediği rollerde, ilişkilerde, yediğimiz içtiğimiz şeylerde, aktivitelerimiz arasında, alış-veriş, çalışma-dinlenme, istek-ihtiyaç, kalp-kafa, gerçek-sanal arasında bir şeylerin dengesini kurmayı başarabilirsek hayatımızdaki ahengi ancak o zaman yakalayabiliriz. Gerçek mutluluğun dengeli bir hayat ile gelebileceğini düşünenlerdenim. Hayat bir tahterevalli oyunu ise bize düşen, dengeyi yakalamak.
Hakikat önden gidecekse biz arkadan yürümeye hazırız, şeklinde bir cümle okumuştum. Hakikat, zamana ve zemine göre değişmeyendir. Değişmeyen bir mutluluk sanatı var ki biz ona 'denge' diyoruz. Yaşama dair tuttuğumuz notları hayatın arasına koyarak anlamlı ve mutlu bir ömür sürmek, ancak dengeyi hayatımıza oturtmakla mümkün görünüyor. Yaşamınızda dengeyi yakalayabilmeniz temennisiyle...
Asuman DÜZGÜN
Yazar“Anne, Sıkıldım!” Diyen Ama Oyun Kuramayan Çocuklar21.yüzyıl çocuklarında bulunması gereken becerilerle ilgili ufak bir araştırma yapıp bu konuda söz sahibi olan insanları dinlediğimizde; iletişim ve ...
Yazar: Asuman DÜZGÜN
Ter süzülüyordu alnındanIslak ıslaktı yüzü...Kaptırmıştı kendini, akan suYüzün kıvrımlı yollarına...Dudaklardı son durak,Bazı damlalar çenenin altına kaçışsa da,Hoştu; yüzün kenarlarını mesken tutmak....
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
İnsanın dünyadaki varoluş serüvenine baktığımızda, yüklendiği emanet ve mükellefiyetlerle diğer varlıklar içerisindeki saygın konumuna yükseldiğini görüyoruz. Yeryüzünün halifesi hükmünde bulunan âdem...
Yazar: Asuman DÜZGÜN
"Ben gelmedim dava içinBenim işim sevi için,Dostun evi gönüllerdir,Gönüller yapmaya geldim.” Yunus Emre, bu dizelerinde dünyaya geliş nedenini, sevmek ve gönül yapmak olarak dile getiriyor. Ehl-...
Yazar: Asuman DÜZGÜN