Ziyaretçilerin Kaleminden Hulûsi Efendi’nin Gönül Eğitimi
Darende’de tasavvufî irşad hizmetlerini güzel bir biçimde yürüten Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, dergâh kültürünü canlı olarak yaşattığı hanesinde tasavvuf eğitimini gönüllere nakşederek dinî ve içtimaî faaliyetlerini sürdüren bir gönül terbiyecisidir. Anadolu’nun İslâmlaşmasında ve Türkleşmesinde önemli rol oynayan Taceddini- Velî ve Şeyh Hamîd-i Velî Zaviyelerinin esas öğretisi olan insana hizmeti gaye edinmiştir.
Yüzyıllardır burada dergâh olduğundan, tasavvufî hayat ile teorik ve pratik olarak dinî eğitim yapıldığı gibi, ziyaretçilere fi sebilillah konaklama ve ücretsiz beslenme hizmeti de yapılmaktadır. Günümüzde H. Hamideddin Ateş Efendi’nin riyasetindeki bu kapıya kim gelirse gelsin büyüklerin misafiri kabul edilip, din, dil ve ırk ayrımı yapılmadığından “gönül mektebi” ve “sevgi ocağı” olarak herkese açıktır.
Zira bu zaviyede “Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü.” düsturu ile sevgi ve misafire hizmet esas alınmaktadır. Dolayısıyla bu zaviyede yapılan tasavvufî eğitim ve sohbetlerle ilâhî aşk gönüllere nakşedilmekte, ilim ve kültür ile cehalet yok edilmekte, zikir meclisleri ile edep ve erkân öğretilmekte, sosyal yardımlaşma ve dayanışma sağlanmaktadır.
Gariplerin barınağı ve yemeklerin kendilerine ikram edilmesi, buraya gelenlere sanat ve zanaatın öğretilmesi ile buralar maddî ve manevî tedavi merkezi sayılmaktadır. Kaynak olarak Kur’an ve sünnete dayanan tasavvuf eğitim kurumlarında “mürşid, şeyh, pir, efendi” ünvanlı seçkin ve kâmil bir mürebbinin rehberliğinde manevi ilimlerin öğretimi yapılmaktadır.
Tasavvufî eğitim, büyük oranda mürid ile mürşid arasındaki birlikteliğe dayanır. Tıpkı Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ashabı arasında olduğu gibi mürşid genel anlamda İslâm’ın özelde ise tasavvufun prensiplerini müridlerine örnek olmak suretiyle aktarır. Bu eğitim metodu tasavvufta sohbet olarak adlandırılır. Mürşid, müridlerine bir taraftan sözlü olarak diğer taraftan da bizzat uygulamalı olarak temel ilke ve esasların hayata nasıl aktarılabileceğini göstermektedir.
Bunun karşısında mürid ise birtakım kurallara ve edeplere riayet etmekle yükümlüdür. Bunun için tasavvuf kaynaklarında mürşidde bulunması gereken nitelikler ve bunun yanında müridin şeyhine karşı riayet etmesi gereken edepler ayrıntılı şekilde ele alınmış, böylece sağlam bir mürid-mürşid ilişkisinin temelleri atılmıştır.[1] Bir mürşidin etrafını nasıl mamur ettiğini ziyaretçilerin kaleminden okuyalım:
“Bismillahirranmanirrahim
Ulu bir dergâhta huzura geldik. Ruhaniyetinden istiabımız nispetinde istifade etme niyazı içindeyiz. Gönülle ilmin iç içe girdiği bu odada aylarca kalmak gerekir ki, sırrına erişilmeğe çalışılabilsin. Daha önce Darende’yi dolaştık ve bir mürşidin çevresini maddî manevî nasıl ışıklandırıp mamur edebileceğini gözlerimizle gördük. Huzurunda tazimle eğiliyoruz. Cenab-ı Hakk’a şefaatlerine nail eylesin. Es-selamü aleyküm ve rahmetullah ve berakatüh.
25 Mayıs 1991
Prof. Dr. Sebahattin Zaim”
“Bismillahirranmanirrahim
‘Salih kulların anılmasında Allahu Teâlâ’nın rahmeti iner.’ diye buyuran Rasûlü Edibin sözünün mâsâdıkı olan Efendi Hazretlerin’i ancak bugün burada ziyareti Cenab-ı Hak nasip etti.
Sene-i devriye münasebetiyle İstanbul’dan seçkin bir heyetle bu mübarek mekânda bulunuyoruz.
Sağlığındakinden farksız bir huzurda bulunuyoruz.
Merhumun emanetinin ehil ellerde devam ettiğini görmek bizi son derece memnun etmiştir. Tarihî bir geleneğin ve insanlığa ışık tutan tekkelerin irşadına insanoğlu her zaman muhtaçtır. Allah’ın vasi rahmetini dilerken cennette hep beraber bulunma duası her zaman ümidimizdir.
25.05.1991
Muhiplerinden Selahattin Kaya
İstanbul Müftüsü”
Eğitimde gönül faktörü
Eğitimde gönül faktörü, bireyin şahsiyet yapılanmasında ve toplumun içindeki birlik ve dirlik bağlarının gelişmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Sevgi ve merhamet merkezli bir eğitim, özgüvenin sağlanması bireylerin kabiliyetlerinin ortaya çıkarılması ve din eğitiminin hedeflerinden biri olan ferdî ve toplumsal barış ve huzurun sağlanmasına katkı sağlayacaktır.
Eğitim işinin iki önemli unsuru vardır; eğitilen ve eğiten. Eğitimin olabilmesi için öğrencide uygun bir tabiat, akıl, yetenek ve öğrenme ihtiyacı bulunmalıdır. Eğitimdeki şartlardan biri verilen görevlerin harfiyen yerine getirilmesidir. Tasavvuf eğitiminin birinci şartı da, mürşide teslimiyettir. Çünkü mürşit, öğrencilerinin özelliklerini çok iyi tanıyarak onlara uygun eğitim metotlarını uygular.
Modern eğitim anlayışında da bireysel farklılıklar, yetenekler ve ilgiler dikkate alınarak eğitimden beklenen verimin daha üst seviyede olması hedeflenmektedir. Mürşidler bu anlamda insanı/öğrecisini/müridini yakından tanıma konusunda çok başarılı eğitmenlerdir. Mürşidin verdiği dersler hem genele aynı, hem kişiye özel farklı olabilmektedir.
Mürşidlerin yaptıkları eğitim iki türlüdür. Birincisi herkese açık olarak yaptıkları sohbet tarzında kendini gösterir. Bu tür sohbetlerle mürşidler toplumun dinî ve ahlakî yönden eğitilmesine gayret sarfederler. Ehliyetli mürşidlerin yaptıkları sohbetler hem daha çok kimse tarafından takip edilmekte hem de daha etkili olmaktadır.
İlmi, irfanı ve manevî otoritesiyle tanınmış mürşidler, toplumda genellikle ehli tarik olmasın veya olmasın herkes tarafından sevilip sayılmakta, bu yüzden toplum üzerinde derûnî ve manevî bir otorite kurarak onların eğitimi ve irşâdı konusunda müsbet tesirler icra etmektedir. İkincisi tarikat içi bir eğitim olarak şeyh-mürid ilişkisi üzerine kurulu, gönüllü bir bağlanma ile başlayan eğitim sürecidir.[2] Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin gönüller inşasını ziyaretçiler şu satırlara dile getirmiştir:
“Bismillhirranmanirrahim
Anadolu’yu İslamlaştıran ve daru’l-cihad saydıkları bu yurda ömürleri boyunca hizmet eden Somuncu Baba’nın ve ahfadının diyârında bulunmanın manevi ihtizâzı içindeyim. Memleketimizde yeniden yeşeren manevi havanın geliştirici, genişletici lokomotif gücü olan bu insanları rahmetle yâd ediyor, değerle mensup ve müntesiplerine gönül bağlılığı il dualar ediyoruz. Hak Teâlâ sa’ylerini meşkûr eylesin. Bizleri de himmetlerine mazhar buyursun.
25.05.1991
Doç. Dr. H. Kamil Yılmaz”
“25.05.1991, Cumartesi, 18.55
Yüce Yaradan bu ilim, irfan ve gönül dergâhını ziyareti nasip eyledi. Asıl nasibimiz bir defa dahi olsa ol mübarek kişiyi görmek, sohbetinde bulunabilmek oldu. Aziz kardeşlerim Sami Erdem ve Ali Coşkun Beyefendiler buna zahiri sebep oldular. Allah onlardan razı olsun.
Gönlünü Allah (c.c.)’a tam dönmüş muhlisler bu aynadan başkalarını da aydınlatıyorlar. O mübarek kişi de kalpleri aydınlattı. Dîvânı o pınarın suyunu hâlâ taşıyor. Vakfın kurulması ve faaliyetleri hepimizin muhtaç olduğumuz nurlardan feyizlenmemiz için mübarek bir hizmettir. Sebep olanlardan ve gayret sahiplerinden Allah (c.c.) razı olsun.
Ruhu cennete olsun. Rahmet-i ilahi daima üzerinde olsun.
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş-Dr. Atilla Artam”
Tasavvufî eğitim
Tasavvufî eğitimde mürşid, müridinin her hâli ile yakından ilgilenen, onları yakından tanıyan, hâlleriyle hâllenen, sıkıntılarını gideren ve hatta hareketlerinden gönüllerindekini anlayacak ferasete sahip olan kimsedir. Bunun için ehlullaha kalplerdeki sırları araştıran anlamında cevâsîsü’l-kulûb adı verilmiştir.
Mevlâna Hâlid el-Bağdâdî (k.s.) bunu şöyle ifade etmektedir: “Ehlullah, cevâsîs-i kulûbdurlar ve Hak Teâlâ onları müridin ef‘âli ve havâtırına muttalî eyler. Gerçi müride izharları nadir olur ama ef‘âl-i mürid onlara hafî değildir.” Burada mürşidin kalplerdekilere vakıf olması (firâset), mutasavvıfların özellikle üzerinde durdukları şekliyle olağanüstü bir hadise mahiyetinde Allahu Teâlâ’nın ihsanı ile gerçekleşebileceği gibi, mürşidin kişisel bilgi ve tecrübesi neticesinde çok yakından tanıdığı müridi hakkında yapacağı tahmin ve yorumları ile de mümkün olabilecektir.[3]
Tasavvuf, bir ilim olduğu kadar aynı zamanda bir hâl ve eğitim işidir. Bu sebeple gerek ferdî gerekse toplumsal hayatta derin izler bırakan önemli müesseseler kurmuştur. Bunlardan biri de, hedefi insan rûhunu terbiye etmek ve insanı dış dünyanın tesirlerinden kurtarıp iç âlemine yönlendirerek içindeki mutlak hakikate ulaştırmak olan tarikatlardır.
Tarikatların gayesi, nefsi kötü sıfatlarından temizleyerek rûhu insan vücûdunda hâkim kılmaktır. Bu gayenin gerçekleşmesi için birtakım usûl ve esaslar geliştirilmiştir. Osmanlı’da yüzyıllardır eğitimin hedeflerinden biri olan birlikte yaşama kültürünün gelişip yaygınlaştırılmasında tasavvufî düşüncenin rolünün büyük olduğunu görmekteyiz.
Osmanlı devletinde tekke ve medrese birbirini tamamlayan iki kurum olmuştur. Mutasavvıflarla ilmiye mensupları arasındaki ilişkiler zâhir bâtın dengesinin kurulmasına katkı sağlamıştır. Tasavvufun sosyal müesseseleri olan tekkeler ve eğitim kurumu sayılan tarikatlara toplumun her zaman ilgisi fazla olmuştur. Tekkeler tarih boyunca toplumda birçok boşluğu doldurabilecek önemli fonksiyonlar icra etmişlerdir.
“Tekkeler vasıtasıyla tasavvuf, halka gerekli dini terbiyeyi veriyordu. Gayesi kalbi kibir, kin, haset, yalan, riya, dedikodu ve çeşitli bayağı hırslardan temizleyerek ona hayır, Hakk’a ve Hakk’ın kullarına hizmet iştiyakı, menfaatlerden arınma, merhamet ve adalet sevgisi, derece derece aşk halinde varlıklara hürmet duyguları doldurmaktır.” Dolayısıyla tarih boyunca medreseler ilim, tekkeler ise muhabbeti vermeyi başarmışlardır.[4]
[1] Mahmud Esad Erkaya, Hâlidiyye Tasavvuf Geleneğinde Mürid-Mürşid İlişkileri, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Kasım-2017 Cilt:9 Sayı:2 (18)/November-2017 Volume:9 Issue:2 (18) Sayfa:839-861, s.839.
[2] Osman Türer, “Bir Eğitim Müessesesi Olarak Tasavvuf”, İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi (I), Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi, İSAV, Edtr. Prof Dr. İbrahim Canan, 2005, s. 288; Ayrıca bkz. İhsan Kara, “Din Eğitimi, Din Hizmetleri ve Tasavvuf”, Diyanet İlmi Dergi, cilt: XLII, sayı: 2, Ankara, 2006, s. 116-117.
[3] Erkaya, a.g.m, s. 847.
[4] Vahit Göktaş, Tasavvufi Terbiye’nin Günümüz Din Eğitim-Öğretimine Sunabileceği İmkânlar, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 52:2(2011), ss. 137-155, s.146-147.
Musa TEKTAŞ
Yazar“Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!”(M. Akif Ersoy)Adalet her şeyin yerli yerinde (olması gereken yerde) olmasıdır.Türkçeye Arapçadan geçen, hep...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Doğunca ağlar amaÇocuklar ağlamasınDayanmaz baba anaÇocuklar ağlamasın.Çocuk masum her dindeDün de öyle bugün deKudüs'te Filistin'deÇocuklar ağlamasınÇocuk dünyanın gülüEvimizin bülbülüKalem taşısın e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yaşadığımız dünya üzerinde bir ahengin olduğuna inanırız. Bu ahengin bir yaratıcı tarafından meydana getirildiğine inanırız. Müslümanlar olarak Allah'a inanır ve inandığımız dinin en önemli özelliğind...
Yazar: Erol AFŞİN
Şehitlik, İslâm inancına göre ayrıcalıklı bir mânevî makam ve yüce bir pâyedir. Bu özel unvan, Müslümanlara Allah’ın rızâsını kazanmış, cennete girecekleri bir şâhitlik olarak verilmiştir. Şehit olan ...
Yazar: Musa TEKTAŞ