Hüdâyî Hazretleri’nin Bereketli Hayatı
Celvetiye Tarikatı’nın piri olarak bilinen Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri yaklaşık olarak 1541 tarihinde Şereflikoçhisar’da doğmuştur. Babası Fadlullah bin Mahmud’tur. Asıl adı Mahmud olup “Hüdâyî” ismi kendisine şeyhi Muhammed Üftade Hazretleri tarafından verilmiştir.[1]
Soyunun Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri’ne onun vasıtası ile de Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e dayandığı söylenmektedir.[2] Aziz Mahmud Hüdâyî’nin silsilesinde, Somuncu Baba’dan sonra (v. 1412) şu zatlar yer almaktadır: Hacı Bayram Veli (v. 1429), Akbıyık Meczub (v. 1455), Hızır Dede (v. 1512), M. Muhyiddin Üftade (v. 1580), (k.s.).[3]
Çocukluğu Sivrihisar’da geçmiş olup daha sonra İstanbul’da Küçük Ayasofya Medresesi’nde tahsile başlar. Hocalarından en şöhretli olanı Nazırzade Ramazan Efendi’dir. Talebeliği esnasında Halvetiye Tarikatı’na mensup Küçük Ayasofya Camii Şeyhi Nureddinzade Muslihiddin Efendi’nin sohbetlerine katılır. Kahire’de bulunan Şeyh Kerumuddin Halveti den de usul-i esma dersleri alır.[4]
Aziz Mahmud Hüdâyî, otuz üç yaşlarında iken hocası Nazırzade ile birlikte Bursa’ya gelerek orada üç sene kadar Ferhadiye Medresesi’nde müderrislik yapar. Hocasının vefatı ile aynı dönemde Bursa kadılığına getirilen Hüdâyî Hazretleri kadılık yaptığı dönemde, bir gece rüyasında bazı tanıdığı kişilerin cehennem ateşinde yandığını görmesi üzerine bu durumdan fazlası ile müteessir olur.
Rüyanın verdiği teessür duyguları içerisinde iken, görmekte olduğu bir boşanma davası esnasında, esrarengiz bir takım olaylarla karşılaşması neticesinde, şaşkınlığı bir derece daha artar. Karşılaştığı bu durum üzerine hemen o davayı gördükten sonra kadılığı bırakarak kendisini irşad edecek bir şeyh arayışına girer.[5]
Mısır dönüşünde önceleri zaman zaman sohbetine katıldığı Halveti şeyhlerinden Eskici Mehmet Dede’ye bağlanmak istese de onun “Senin nasibin bizde değil, Hazreti Üftade’dedir, sen ona müracaat et.” demesi üzerine Üftade Dergâhı’na yönelir.[6]
Otuz altı yaşında iken Üftade Hazretleri’ne intisab etmiş bulunan Hazreti Hüdâyî’den mürşidi evvela, mal ve mülkten, ikinci olarak memuriyetten feragat etmesini, üçüncü olarak da nefsini ayaklar altına almasını ister. Hüdâyî Hazretleri mürşidinin bütün bu isteklerini tereddütsüz kabul ederek onun irşad halkasına katılır.
Biat ederken mürşidine verdiği sözleri bir bir yerine getirerek önce mal ve mülkünü fukaraya dağıtır, sonra da memuriyeti ve makamını terk eder. Dergâha kabulü ile birlikte nefsini ayaklar altına alabilmek için çok sıkı bir riyazata başlar.[7]
Uludağ eteklerinde Yerkapı Semti’nde bulunan dergâhın çilehanesinde üç yıl boyunca zaman zaman çile doldurarak tasavvufî eğitimini ikmal eden Hazreti Hüdâyî, zaman zaman da Şeyhi Üftade’nin emriyle Bursa sokaklarında kadı kıyafetiyle ciğer satarak ağır bir nefis imtihanından geçer. Ciğerleri astığı sırıklar bu gün Bursa’da Üftade Dergahı’nda hatıra olarak hâlâ saklanmaktadır.
Her gün sabah Üftade Hazretleri’nin abdest alması için su ısıtan Aziz Mahmud Hüdâyî, bir gün erken kalkamayınca suyu göğsüne bastırır ve o şekilde ısıtmak ister. Bu suyu Üftade Hazretleri’nin eline dökünce Üftade Hazretleri; “Bu su ateşle ısınmış su değil.” der ve dervişinin piştiğini anlar. Hüdâyî’nin manevî mertebeleri kısa zamanda kat ederek üç sene gibi kısa bir sürede yükselmesi bazı dervişlerin kıskançlığına mucib olur.[8]
Hüdâyî Hazretleri Bursa’daki bu üç yılın sonunda kemal derecesine ulaşarak seyr-ü sülukunu tamamlaması üzerine Şeyhi Üftade Hazretleri tarafından kendisine tasavvufî hilafet teklif edilir. Fakat bu yükün ağırlığının çok, sorumluluğunun ise fazla olduğunun bilincinde olan Hüdâyî Hazretleri bu göreve karşı pek istekli olmayınca şeyhi Üftade Hazretleri ona şöyle telkinde bulunur:
“İrşadı kabul eylersen Allah’tan bil. Allahu Teâlâ ise na-ehil olanlara irşad vermez. Zira benden sonra gayrı şeyh ile sohbet edemezsin. İmdi irşad sana lazım oldu. İlel’an beş kere söylüyorum kabul edesin.”[9]
Bu ısrar üzerine Sivrihisar’a halife sıfatıyla gönderilir. Altı ay kadar Sivrihisar’da kalan Hüdâyî Hazretleri şeyhinin hasretine dayanamayarak onunla görüşmek için Bursa’ya geri döner ve bu ziyaretinde şeyhiyle yaptıkları özel görüşmede kendisine Üsküdar taraflarına gitmesi işaret buyrulur. Bundan kısa bir süre sonra gözünün bebeği olan üstadı Üftade Hazretleri 26 Temmuz 1580 tarihinde rahmet-i Rahman’a kavuşacaktır.[10]
Mürşidinin vefatından kısa bir süre sonra İstanbul’a gelen Aziz Mahmud Hüdâyî, Üsküdar Çamlıca’daki Musalla Mescidi’nin olduğu yere taştan iki oda yaptırarak oraya yerleşir ve çok mütevazı bir hayat sürmeye başlar. Daha sonra Üsküdar’da Rum Mehmet Paşa Camii’nin yakınına taşınacak ve o dönemlerde, devrin Şeyhülislam’ı Sadreddin Efendi’nin ricasını kıramayarak Küçük Ayasofya Tekke’sinde şeyhlik makamına oturacaktır. Bir müddet kadar da Fatih Camii’nde vaizlik yapacaktır.[11]
1595 yılına tekabül eden bu dönemde Üsküdar’dan bir arsa satın alarak dergâhını inşa ettirmeye karar veren Hazreti Hüdâyî, artık bu dergâhta her kesimden insanın irşadıyla ilgilenmeye başlayacaktır. Bu yıllarda Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde de zaman zaman vaizlik yapan Aziz Mahmud Hüdâyî 1616’da kendisi tarafından açılışı yapılan Sultan Ahmed Camii’nde ilk hutbeyi okumuş ve hayatının sonuna kadar her ayın ilk pazartesi günü bu camide halka vaaz etmiştir.[12]
Ömrü boyunca sekiz padişah gören, pek çok devlet adamının ilgisiyle karşılaşan, 25 kadar da tasavvufî eser bırakan Üsküdar’ın manevî önderlerinden Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, takvimler 1623 Ekim’ini göstermekteyken yaklaşık doksan yaşlarında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
Altmışa yakın halife bıraktığı rivayet edilen Hüdâyî Hazretleri, sevenleri, dervişleri ve yazdığı otuz kadar eseriyle Anadolu ve Balkanlar’daki dinî tasavvufî hayat üzerinde derin tesirler icra etmiş ve bu şekilde etkileri günümüze kadar ulaşmıştır. Tekkesi, İstanbul’un en önemli tasavvuf ve kültür merkezi olarak hizmet görmüş bu dergâhtan pek çok ilim ve fikir adamı geçmiştir.[13]
Hüdâyî Hazretleri kişilik itibari ile çok kibar, nazik, zarif bir şahsiyettir. İnsanlara karşı ayrım yapmaksızın yumuşak ve şefkatli davranmayı daima kendisine düstur edinmiştir. Ailesine ve çocuklarına karşı da her zaman son derece merhametli, tatlı dilli, güler yüzlü bir baba olmayı başarmıştır.[14]
Bütün insanlığa müşfik bir şekilde gönlünü açmasından dolayıdır ki onun dergâhı insanların huzur ve saadete kavuştuğu bir mekân olmuştur. Vefatından sonra da türbesi müminler için huzur veren bir manevi durak olmuştur. Türbesinde yazılı olan duası şöyledir:
“Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi, ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın, ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin.”
[1] Bkz. Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Mahmud Hüdâyî, İstanbul, 1990, s. 37, 40.
[2] Bkz. Ertan, Mehmet Emin, Aziz Mahmud Hüdâyî, İstanbul, 2001, s. 19.
[3] Yılmaz, a.g.e., s. 153, 154.
[4] Bkz. Ertan, a.g..e., s. 21.
[5] Bkz. Hüdâyî, Divan-ı İlahiyat, s. 3.
[6] Bkz. Ertan, a.g..e, s.27; Yılmaz, a.g.e., s. 77.
[7] Yılmaz, a.g.e., s .47; Vassaf Sefine, II/373.
[8] Bkz. Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Mahmud Hüdâyî, İstanbul, 1990, s. 79.
[9] Bkz. Ertan, a.g.e., s.28; Yılmaz, a.g.e., s. 48.
[10] Bkz. Ertan, a.g.e., s. 28; Yılmaz, a.g.e., s. 49.
[11] Bkz. Ertan, a.g.e., s. 24.
[12] Bkz. Yılmaz, a.g.e., s. 71.
[13] Bkz. İslâm Ansiklopedisi, Hüdâyî Md.
[14] Bkz. Ertan, Mehmet Emin, Aziz Mahmud Hüdâyî, İstanbul, 2001, s. 25.
Aydın BAŞAR
YazarKur’an da bildirildiğine göre, kavmi kendisini yalanlayınca Hazreti Nuh (a.s.) Allahu Teâlâ’ya sığınmış ve “Ennî mağlubun fentesır/ Ben yenildim yardım et.” diyerek tazarru ve niyazda bulunmuştu.[1] H...
Yazar: Aydın BAŞAR
İnsan nihâyetinde kendisine takdir edilmiş olan ömrü bir şekilde tamamlayıp ebedî âleme intikal ediyor. Zira Allah bugüne kadar hiç kimseye dünyada ebedî yaşama imkânı vermedi. Bundan sonra da vermeye...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İslâm’ın Medine dönemi…Allah Elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hicretinden sonra İslâm’ın Medine’sinde sadece Müslümanlar yaşamıyordu. Müslümanlarla birlikte; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslüman görünü...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
“Müslümanların kendilerine has bir tarih okuma modelleri var mıdır?” sorusuna cevap arayarak konuya girecek olursak, bu soruya şöyle cevap verebiliriz: Hayatın hiçbir alanını boş bırakmayan bir dinin,...
Yazar: Aydın BAŞAR