Farabî, Birunî, Ali Kuşçu ve…
1930’lu yıllarda bizim köyde bir evde toplanıp radyo dinlerken annemin babası, “Gün gelecek, bunun içindeki adamları göreceksiniz.” demiş. İnsanlar öyle bir şeyin olacağına o zaman pek inanamamışlar. Şimdi ise aradan geçen yıllarda bilim ve teknoloji alanında o kadar büyük gelişmeler yaşandı ki; bizler de haklı olarak bir yerden bir yere ışınlanabilmeyi bekliyoruz artık.
Şaka bir yana, büyük gelişmeler demişken, tarihteki Müslüman ilim adamlarının hayatlarını okumak ayrı bir heyecan verir bana. Bulundukları zamanın kısıtlı imkânları dâhilinde bile gerek birçok alanda yaptıkları buluşları gerek ortaya koydukları eserlerle insanların maddî ve manevî dünyalarına öyle büyük katkıları olmuş ki hayran olmamak elde değil.
İnsan onları tanıdıkça bir hayata bu kadar başarıyı nasıl sığdırdıklarına şaşırıp kalıyor. Farabî, Birunî, Ali Kuşçu, El-Cezerî bunlardan sadece birkaçı. Her birinin nasıl birer dâhi olduklarını burada anlatmamız mümkün değil tabii. Anlatmak istediğimiz de o değil zaten.
Bu bilim adamları İslâmiyet’i gerçek anlamıyla içlerine sindirmiş ve hayatlarının her noktasını bu minvalde şekillendirirken Peygamberimiz (s.a.v.)’in “İki günü aynı olan zarardadır.” hadis-i şerifince her yeni günlerini bir öncekinden çok daha verimli kılmışlar ki benim öncelikle hayranlık noktam bu. Onlara bakıp kendimi şöyle sorgulamaktan alamıyorum: “Onların yaşadığı hayatta da bir gün 24 saatti, benim yaşadığım hayatta da. Onlar da insan ben de. Hâl böyleyken aramızda nasıl böyle bir uçurum olabiliyor?”
Fatih’te benim gittiğim okulun yanında Ali Kuşçu İlkokulu vardı. Biz okula “Ali Kuşçu” derdik ama Ali Kuşçu kimdir, neler yapmıştır; hiç bilmezdik. Aslında daha ilkokul sıralarında çocuklarımıza Ali Kuşçu ve diğer İslâm âlimlerini anlatıp nasıl bir vizyonla hareket edip her birinin birçok alanda gösterdikleri başarıları öğretip onları örnek almalarını sağlayabilsek, eminim, toplumumuz da kendiyle daha çok barışık, güven duygusu sağlam ve devletine milletine faydalı olmaya çalışan bireylerden oluşur.
Yazımızı ilkokuldan bir anıyla bitirelim: Dört ve beşinci sınıftayken, haftada bir gün din dersimiz olurdu ve derse okulun müdürü girerdi. Çok babacan ve dersi dolu dolu geçen bir adamdı. Bir derste, duvara projektörle yansıtarak, çizgi film hâlinde Malazgirt Savaşı’nı anlatmıştı. Sultan Muhammed Alparslan’ın üzerine beyaz elbise giyip askerlerine “Ölürsem giydiğim bu elbise kefenim olsun.” diyerek yaptığı konuşmayı aradan onca yıl geçmesine rağmen dün gibi hatırlarım. Tarihte Sultan Alparslan’a olan hayranlığım ve minnet duygum bu dersle başlamış ve öylece devam etmiştir.
Raziye SAĞLAM
YazarYeni bir öğretim yılı başlarken aileler tatlı bir telaş içindeler. Bizim zamanımızda eve en yakın okul, en çok tercih edilen okuldu ki bunlar da çoğunlukla devlet okulları olurdu. Zaten özel okulların...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Sevgili çocuk dostlarım;Her sene Ramazan ayında olduğu gibi, çiftlikte yine yiyecek kolileri hazırlandı. Bütün çevre köylerde ihtiyacı olanlara dağıtılacak. Çiftlikteki herkes gibi, Ömer’le Zeliş de p...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Babalık ne zaman başlar? Babalık rolü çocuk büyüyünce, yürümeye başlayınca, konuşmaya başlayınca mı başlar? Babalık ya da babalık rolü, çocuk doğmadan önce başlar. Hatta babalık rolü evlilikten önce b...
Yazar: Eşref BOLUKÇU
Cihat meydanlarında kılıcıyla, ilim ve zekâsı ile Hakk’ın davasını dünyanın dört bir tarafına duyurmaya çalışan sahabilerden biri de Abdullah bin Ebî Evfâ’dır. Hz. Abdullah, “Abâdile-i Seb’a/Yedi Abdu...
Yazar: N.Nida DURAN